“Denktaş’ın, “Türkiye
katılmadan Kıbrıs’ın AT’ye girmemesi” görüşünde olduğunu bilen Özgür şöyle
diyordu: “Kıbns Cumhuriyeti ünvanının Kıbrıs Rum toplumunun tekelinde bulunmasından yararlanılarak yapılan bu
girişim, Kıbrıs sorununa çözüm çabalarını kolaylaştırıcı olmayacaktır. Kıbrıs’ın
Avrupa Topluluğu’na üyeliğine iki toplum birlikte karar vermelidir. Kıbrıs Rum
Ulusal Konseyi’nin Kıbrıs sorunu ile ilgili BM gözetiminde bir dörtlü barış
konferansını kabul eder gibi görünürken, ansızın karşı çıkarak Kıbrıs Cumhuriyeti’’nin de temsil edileceği uluslararası bir konferansı istemesini anlamak mümkün
değildir. Kıbrıs Rum tarafının eşitlik ilkesini ortadan kaldıracak biçimde
Kıbrıs Rum toplumunun tekelindeki Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temsiliyeti üzerinde durmağa
başlaması yapıcı bir yaklaşım olmaktan uzaktır.” (“Rumlar yanlış yolda” manşetiyle verilen haberden, Yeni Düzen, 16
Ocak 1992)
Yüzde 18’lik nüfus ve anlaşma sonucu belirlenecek olan
yüzde 20-25 oranındaki toprakla, merkezi devlete federal bir yapı içinde
katılacak olan Kıbrıs Türk tarafının görüşmecisi Denktaş, “siyasal eşitlik” deyimi ardına
saklanarak, Federal Meclislerde birlikte kullanılacak olan halk ve devlet
egemenliğinde yüzde 50’lik bir payı ele geçirmeyi istemektedir. Buna ulaştıktan sonra, yeni federal devletin daha çok Türklerle meskun olacak
kuzey eyaletini, uygun bir zamanda merkezden kopartıp, bu kez uluslararası
kabul görebilecek ayrı bir devlete dönüştürmeyi planlamaktadır. Yıllardır verdiği demeçler ve yaptığı
konuşmalarda, anlaşmaya yaklaşıldığı dönemlerde uyguladığı taktiklerde bu,
açıkça görülmekte ve Kıbrıs Rum tarafınca göz önünde bulundurulmaktadır. Durum
böyle iken, yanlış bir hesap sonucu parlamento dışında kalmış olan CTP ve TKP, Denktaş’ın
bu “milli çizgi” sine bilinçli veya bilinçsiz olarak destek olmaktadır.
Özellikle CTP, son aylarda hızlı bir başkalaşım göstererek, geleneksel rotasını
değiştirmiş ve yeni politikalar uygulamaya başlamıştır. O kadar ki daha KKTC’nin
ilan edildiği günlerde, Denktaş’ın yörüngesine giren CTP kökenli iki gazeteci,
hayretlerini gizlememektedirler: “Sonuna
kadar bunlara karşı çıkıp da, bir gecede dönmek, olacak gibi değil. Ağır ağır
dönseniz de, başımız dönmese olmaz mı?” (Ahmet Okan, Yeni Gün, 24 Aralık 1991)
“Haydi çocuklar, biraz daha gayret, biraz daha cesaret.” (Sabahattin İsmail, Yeni Gün, 17 Ocak
1992)
“Bozkurt”dan
sonra, soldan dönenlerin yayın organı olarak temayüz eden “Yeni Gün” gazetesi, Ticaret Odası Başkanı Salih Boyacı’ nın
CTP ve TKP’yi ziyaretlerini bu anlamlı başlıkla vermişti: “Boyacı ”birleştirici”
gibi.” (27 Aralık 1991)
Aynı gazete, 16 Ocak 1992 tarihli sayısında doğru
olan teşhisini şu başlıkla kamuoyuna duyurmaktaydı: “CTP
şerit değiştirdi. CTP içinde sürdürülen egemenlik tartışmalarına paralel
olarak, parti başkanı Özker Özgür de Rumlara karşı sert tavır alıyor.” Haberin devamında şöyle deniyordu:
“Buna göre, CTP Genel Başkanı Özker Özgür bugüne dek izlemediği bir politika güderek, Kıbrıs sorununun çözümünde Cumhurbaşkanı
Denktaş’ın da öteden beri ortaya koyduğu egemenliğin paylaşılması tezini
savunmaya başladı. CTP’nin bu görüşü savunmaya başlaması ile birlikte, bu
partinin öteden beri AKEL ile paralellik gösteren politikası da çelişmeye
başladı. CTP’ye yakın
kaynaklar, partinin Güney Kıbrıs’ta izlenen politikalarla daha da çok
çelişeceğine tanık olunacağı bir sürecin başlatıldığına dikkat çekiyorlar.”
(Yeni Gün, 16. Ocak 1992)
Yıllarca CTP milletvekilliği yaptıktan sonra, görüş
ayrılığına düşüp TKP’ye giren ve daha sonra SDP Genel Başkanlığına getirilen Ergün
Vehbi’nin, CTP’nin iktidar partisi ile diyalog başlatmasını memnunlukla karşıladıklarını
belirten açıklaması da şöyle devam ediyordu: “CTP’nin bizim uzun
zamandır demokrasinin bir uzlaşma rejimi olduğu, siyasetin ise kavga değil,
rekabet içerdiği yolundaki çağrılarımız noktasına gelmiş olmasını ve iktidar
partisini “düşman parti” kabul etmekten vazgeçerek diyalog başlatmasını son
derece olumlu bulduğumu açıklamak isterim.” (Yeni Gün, 21 Ocak 1992)
CTP’lilerdeki AKEL aleyhtarlığının dozu giderek artarken
Hasan Fadıl 24 Ocak 1992 tarihli Yeni
Düzen’de “Güney’de uyuyanlar” başlıklı
yazısında şunları yazdı: ‘Türk solu, ülkesinin ve ülke insanlarının geleceği
için adil ve kalıcı bir çözümden yanadır. Toplumun esenliği için Kıbrıs’ta
federal yapıda ülkenin bütünlüğünü savunuyoruz. Amaç toplumun esenliği ve bu
doğrultuda ülkenin federal bir yapıda bütünleşmesidir. Ülkenin bütünlüğü hiçbir zaman toplumun esenliğinden önde gelmez...
Rum solu şovenizmin fazlaca etkilediği Rum toplumuna doğru mesajları
vermek ve bunu becerebilmek için de Türk toplumunun yapısını iyi tahlil etmek
durumundadır... Ulusal Konseyde şövenist ihtiyaçlara cevap verici olarak alınan
sekter kararlara karşı çıkılmadığı sürece nasyonalizmin batağından kurtulmak
mümkün olmayacaktır. Çözümsüzlük en fazla Türk emekçilerini etkilemektedir.
Ülkenin kuzeyinde işçiler 806 bin TL asgari ücret temelinde sefalete talim ederken,
tavırlarını sadece Güneydekilerin ihtiyaçlarına “yönelik belirlemenin ardından
da tümünün siyasal birimi olduğunu iddia etmenin ne anlama geldiğini söylemeye
dilim varmıyor.”
Anlaşılan H.Fadıl, Türk kesimindeki asgari ücretin
artırılmasına yönelik sınıf mücadelesinin ve bunun için gerekli bilincin AKEL
tarafından verilmesini beklemekte ve “Resmi üyemiz olan herhangi bir Türk ise,
ne yazık şu anda yok!” diyen AKEL Genel Sekreteri Hristofyas’ın (Şener Levent’le
yapılan söyleşi, Ortam, 10 Ocak 1990) mucizeler yaratmasrnı hayal etmektedir.
***
CTP’deki önemli politika değişiklikleri Kıbrıs Rum
basınında da yankısını bulmakta gecikmedi. Fileleftheros gazetesinde Anthos
Likavgis imzasıyla 6 sütunluk başlık altında verilen haberde şöyle deniyordu: “Şimdi değerlendirmeye alınan diğer
bilgiler, Rum tarafında artan oranda endişeler yaratıyor. Çünkü Kıbrıs
Rumlarının güvendiği dengeler, Kıbrıs Türk toplumu içerisinde değişikliğe
uğruyor ve Denktaş’ın kafasındaki sözümona federasyon ile ayrılıkçı ilkelerle
uyuşmuyordu.
ABD Büyükelçisi Robert Lamb açıklamalarında,
Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıs Rumlarının yeniden yakınlaştırılması ve genel olarak
da iki taraf arasında bir temasın yeniden kurulmasını çözümün ileriye
götürülmesi için bir temeltaşı kabul etti. Böylece Büyükelçi sadece çözümün
değil, aynı zamanda bunun işleyebilirlik ve uzun ömürlülüğünün teminatını
ortaya koydu... Amerikalı. Büyükelçi, karşılıklı olarak temasların bulunmaması ve tarafların
birbirine yabancılaşması ve özellikle yeni ve genç nesillerin her iki toplumda
birbirinden kopmasının taksimi bir defakto durum yaptığını ve bu taksimin
sadece toprak üzerinde değil, yaşamda da kapsama girmesi neticesini doğurduğunu
özellikle vurgulamıştır. Amerikan Büyükelçisi, işgal durumunun ötesinde sorumlulukların
herhangi bir temas izni vermeyen karşı tarafa ek bir yükümlülük getirdiğini de
vurgulamış oldu. Bunun ayrı bir önemi vardır. Çünkü haklı olarak Amerikan
Büyükelçisi, yeniden yakınlaşmayı tarafların fertlerinin hiçbir koşul altında
olmadan gerçekleştirmesine dayandırmaktadır. O zaman bu temasları engelleyen tarafa dönülmesi
ve kendilerine bir süper güç olarak bütün baskıların kullanılması suretiyle bu
temaslara artık izin verilmesi gerektiğini hissettirmelidir."
(Fileleftheros'tan aktaran Halkın Sesi, 6 Kasım 1991)
(Yeni Çağ gazetesi, 23 Mart 1992)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder