Denktaş, Türklerin selfdeterminasyon hakkının 1957-58’lerde, İngilizler
tarafından da tescil edilmiş
olduğunu.. anımsattı.” (Kıbrıs, 20 Haziran 1991)
Kıbrıs Türk lideri doğru söylüyor,
ama tarihte yanılıyor. Kıbrıs’ta yaşayan hem Rumlara, hem de Türklere ayrı ayrı
self-determinasyon, yani kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi hakkının
ayrı ayrı tanınması ve uygulanmasına ilişkin ilk konuşma, 19 Aralık 1956 günü İngiltere
Sömürgeler Bakanı Lennox Boyd tarafından
yapılmıştır. Temmuz 1955’den beri tartışılan adanın taksim edilmesi fikrini,
çifte self-determinasyon hakkı maskesi ardında o gün Avam Kamarasında gündeme getiren
Lennox Boyd, Lord
Radcliffe’in anayasa önerilerini de açıklamaktaydı: “Majeste Kraliçe hükümetinin, Self-determination hakkını tanıdığını
daha önce tasvip ettiğini milletlerarası ve stratejik durum müsaade ettiğinde ve
muhtar idare (self-government) tatmin edici bir şekilde işlediği takdirde hükümetin
self-determination’ın Kıbrıs’a tatbiki meselesini tekrar gözden geçirmiye hazır
olacağını ifade ile: “Bu gözden geçirme için vakit geldiğinde, yani, bu
şartlar tamamlandığında, self-determination’ın
herhangi bir tatbikatı o tarzda bir tesir icra edecektir ki, Kıbrıs’ın özel durumları
içinde, Kıbrıs Türk cemaatine, Kıbrıs Rum cemaatininkinden daha az olmamak
üzere kendi müstakbel statülerini kendilerinin kararlaştırması hürriyetinin
verileceğini garanti etmek Majeste Kraliçe hükümetinin gayesi olacaktır. Başka bir deyişle,
Majeste Kraliçe hükümeti, böyle karışık bir topluluk için tatbik edilecek
self-determination’ın nihai seçme hakları arasında TAKSİM’i de ihtiva etmesini kabul etmektedir...
Boyd ayrıca, Taksim’in “Tünelin ucundaki” muhtemel hal çarelerinden biri olduğunu ve şimdi hemen adanın taksim
edileceği hususunda
bir fikir ileri sürülmediğini ve muhtar idare iyi işlediği zaman Kıbrıs halkına bunun devamını
isteyip istemediklerinin sorulacağım beyan etti.” (Hansard, 19 Aralık 1956, Sü.
1272’den aktaran Ahmet Gazioğlu, İngiliz İdaresinde Kıbrıs, İstanbul 1960,
s.126-127)
“Yunanistan hükümeti, 1957 yılı Şubat ayı başında, Londra’daki
maslahatgüzarından şu bilgiyi almıştı: Londra’daki Türk elçisi Birgi, Yunan
maslahatgüzarına, İngiltere hükümetinin kendisine veya Ankara’ya taksim
konusunda birşey iletmemiş olmasına rağmen, 100 bin kadar. Kıbrıslı Rum ve Türkün gönüllü olarak yer değiştirmesi
ve adadaki iki bölgede İngiliz üslerinin korunması için planlar hazırladığını
söylemiştir.”
Lennox Boyd’un 19 Aralık’da Avam Kamarasındaki konuşmasını
yapmasından bir ay önce, Türkiye hükümetinin Kıbrıs sorununun çözümü için
adanın taksiminden yana olduğuna ilişkin (Bak. Nihat Erım’in 24 Kasım 1956
tarihli raporu) bir başka olgu da şudur. “ABD Dışişleri Bakanı E.R.Williams, 9
Kasım 1956 günü, Yunan makamlarınca “bilinen söylenti” olarak kabul edilen ve
adanın taksimine ilişkin İngiliz planını tartışmış ve Türklerle diğer NATO’lu
müttefiklerin bu planı benimsediklerini belirtmiş, ama Hispaniola örneğinde
olduğu gibi adanın Haiti ile Dominik Cumhuriyeti arasında taksim edilmesi
ardından ilişkilerin gerginleştiğini gözönünde bulundurarak, pek cesaretli
olmadıklarını söylemişti.” (Stephan G.Xydis, Cyprus: Conflict and Conciliation
1954-1958, Ohio 1967, s.89)
1956’da bu cesareti bulamayanlar, sonunda 1974 Temmuz’unda cesaretlenmişler
ve NATO üyesi üç garantörden Yunanistan’ın Kıbrıs Cumhurbaşkanına karşı faşist darbe
düzenlemesi, Türkiye’nin, adaya askeri müdahalede bulunması ve İngiltere’nin de
Kıbrıs’ın taksim edilmesine seyirci kalması ile emellerini
gerçekleştirmişlerdir! Zamanın İngiliz sömürge yönetimi’nin savcı
yardımcılığını yapan Rauf Denktaş’ın resmi görevinden ayrılarak K.T.Kurumları
Federasyonu’nun başına getirilmesi ve 1958 yılının kanlı provokasyonları
ardından “Ya Taksim, Ya ölüm” haykırışlarının Türkiye ve Kıbrıs’taki meydanları
doldurması hep belli planların gerçekleştirilmesini hedeflemiyor muydu?
***
Kıbrıs’ta yaşayan iki ana etnik-ulusal toplum arasında var olan ve kökü
İngiliz sömürge yönetimi dönemine dayanan MİLLİYETLER
SORUNU’nun Kıbrıslı Türk aydınlar arasında tartışılmaya başlanması,
önceleri AKEL’in Kıbrıs Türk toplumuna ayrılma dahil, kendi kaderini tayin
hakkı tanıması şeklinde başlamışsa da, daha sonra 1974 sonrasının
bölünmüşlüğünü kalıcılaştıracak çözüm şekillerini benimseme yönünde
gelişmiştir. 1982 yılında Doğan Harman
tarafından yayımlanan “Kıbrıs’ta Ulusal Sorun (Bir dosta mektuplar)” adlı
kitapta “bugün Kıbrıs’ta var olan devlet sınırları koşullarından” (s.22)
hareketle, bir yandan AKEL ve CTP’nin konuya ilişkin sağ politikaları
eleştirilmeye çalışılmış, bir yandan da şabloncu Leninist yaklaşımlarla Kıbrıs
Türk Liderliğinin ayrılıkçı politikasına açılım olanakları sağlanmıştı. Kıbrıs Türklerine
tanınacak self-determinasyon hakkıyla 1983’de kurulan KKTC’nin tanınmasının
sağlanmasını talep eden Rauf Denktaş’ın görüşlerini makalelerinde işleyen Sabahattin İsmail ise, “Özgür Yaşamak İçin”
(1989) ve “Self-determinasyon ve Kıbrıs Türk Halkı” (1990) adlı kitaplarında
benzer bir hizmet vermişti. CTP’den ayrılan Dr. Nazım Beratlı’nın, liderliğe yakın “Kıbrıs Türk Aydınları Self-determinasyon
Hareketi”nin katkısıyla yayımladığı “Kıbrıs’ta Ulusal Sorun” kitabı da, aynı doğrultudaki görüşleri
savunmakta ve Harman’ın görüşlerinin bir türevi olarak değerlendirilebilmektedir.
Bu kitapta da, AKEL ve CTP’nin “tek halk-tek selfdeterminasyon hakkı” görüşü
haklı olarak eleştirilmekte, ama İngiltere’nin adanın taksimini gerçekleştirmek
amacıyla 1956 yılı sonunda öne sürdüğü ve sonradan Türkiye’nin “tek çözüm şekli”
olarak mutlaklaştırdığı “ikili selfdeterminasyonla taksime varma” formülü
yanlış olarak aktarılmaktadır. (s.47) Konuya yazımızın ilk bölümünde
değinilmiştir.
***
Yunanistan Komünist Partisi Başkanı Nikos Zahariyadis’in AKEL’in yayın organı Neos Demokratîs
gazetesinin 1 Mayıs 1955 tarihli sayısında yer alan bir yazısında, AKEL dahil
Rum tarafının “enosis” için kullanılacak olan self-determinasyon hakkıyla
ilgili olarak şu uyarıyı yaptığı bilinmektedir:
“Kıbrıs halkının kurtuluşu,
ancak Türkler için de kurtuluşu sağladığı takdirde gerçekçi olabilir. Self-determinasyon
hakkının uygulanmasını talep ederken, aynı hakkı Türk azınlığı için reddedemeyiz.”
Kıbrıs’ın tamamı veya yarısının herhangi bir ülkeye bağlanması bir yana,
ayrı bağımsız bir devlet olarak her iki milliyete mensup halkı için var
olmasını hedefleyen bir politikanın olmayışı ve AKEL’in doğru bir
milliyetler politikasından yoksun oluşu, elbette ki önemli bir hata idi. Öte
yandan Kıbrıs’ta 400 yıl birlikte yaşamış olan iki ana etnik-ulusal topluluk olarak
Türklerle Rumların ortak bir tarih ve paylaşılan ortak kültür değerlerine rağmen,
bir Kıbrıs milletinin değil de, iki ayrı
milliyetin gelişmiş olmasının tarihsel ve psikolojik nedenleri vardı. (Ayrıntı için
bak: Kıbrıslılık bilincinin geliştirilmesi üzerine notlar, Kemal Cankat,
Demokrat gazetesi, 5 ile 12 Temmuz 1989)
İngiliz sömürgeciler, ortak yanlar yerine ayrılık alanlarını öne çıkarmış,
eğitimi bölmüş ve Türklere Türkiye tarihi, Rumlara Yunanistan tarihi
okutulmasını sağlayarak, toplumların ortak Kıbrıs tarihini ve kendi ortak
geçmişlerini öğrenmelerini engellemişti.
Ortak bir tarih bilincinin gelişmemesi için karşılıklı olarak
Türk ve Yunan milliyetçilik akımlarının Kıbrıs’ta yayılmasına rıza gösteren sömürge
yönetimi, enosis hedefinin karşısına çıkartılan taksim tezi ile adadaki gelişmeleri
kendi “böl-yönet” politikası
doğrultusunda belirlemişti. Beratlı’nın
kitabında bu konulara hiç değinilmemektedir. Yazar, “1964-1974 arasında üretim
sürecinin tümü ile dışında kalarak ekonomik olarak sıfırla çarpıldıklarını”
(s.80) ileri sürdüğü Kıbrıslı Türklerin, barikatların kaldırıldığı Mart 1968 ile
Temmuz 1974 arasında Rumlarla olan ekonomik birlikteliğinden hiç söz
etmemektedir. Kitabın sonuç bölümünde, halkların kendi geleceklerini özgürce
belirleme hakkının hangi koşullarda kullanılabileceği özetlenmektedir: “Tam
demokrasi, tam egemenlik ortamında ve başka halklara zarar verilmemesi esası
ile.” (s.117) Acaba bu koşullar Kıbrıs
Türkleri açısından 1974’den sonra oluşturulan rejim çerçevesinde ne ölçüde sağlanabilmiştir?
Beratlı bu konuda tek bir kelime bile yazmamaktadır. “Rauf Denktaş’ın ayrılma yanlısı olduğu....
temelsiz bir iddiadan ibarettir.” (s.112) diye yazabilen Beratlı, Kıbrıs Türk liderliğinin 1958’den beri
yürütegeldiği ayrılıkçı politikayı da aklama çabasında görünen bir “solcu”
olarak temayüz etmektedir.
Unutulmamalıdır ki “Kıbrıs Türk toplumunun, 1974 öncesinde ayrı bir toprak parçası üzerinde yaşamamakta oluşu ve ayrı bir
ulus oluşturmamasına bakılmaksızın, kendi kaderini tayin hakkına sahip olması, onun bu hakkı
mutlaka ayrılma yönünde kullanmasını gerektirmez.” (Ayrılma hakkına bir yaklaşım, Ertan Yüksel, Ortam 29 Aralık 1984).
Kaldı ki Lenin’in de vurguladığı gibi bir ülkeyi küçük ve ekonomik yönden
zayıf devletçiklere bölmekle, onun sosyal ve ekonomik gelişmesine gerçek bir engel
konmuş olur. Küçük, ekonomik ve politik yönden zayıf devletlerin varlığı ise,
ancak bunu kendi çıkarlarına uygun gören emperyalist ve yeni sömürgeci
çevrelere hizmet eder.
Beratlı, sorunun çözümünde en önemli unsur olarak
nitelediği toprak/mülkiyet sorunuyla ilgili tartışmaların varlığından söz
etmekte, ama kendi görüşünü sadece şöyle belirtmektedir: “De facto duruma,
hukuksallık kazandırıp onu de jure hale getirmek ise, ancak savaş sonrası
anlaşma ile olasıdır. Bunun içinse gerekli olan şey, karşı tarafın tatmin
edilmesidir. Bu tazminat yolu ile mi olur, başka bir yol mu izlenir, o tartışma
ile ilgili bir sorundur, ama esas olan, budur.” (s.122)
Fetih politikasının kabul ettirilmesine yönelik
bu politikanın bu kitapta da savunulmuş olması, bir talihsizlik değilse bile,
resmi ideolojinin bir başarısı olarak değerlendirilmelidir. Aksi halde adam
kitabın basımı için neden mali katkıda bulunsun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder