Eşref Çetinel, 30 Ağustos 1991 tarihli Halkın Sesi gazetesindeki yazısında
şöyle diyordu: “Sayın Denktaş şöyle demişti: “Hatta Türkiye, birdenbire
sağladığımız haklar konusunda kuşkuluydu. Bense verilen haklar geri alınamaz
diyordum.” Yazar devamla görüşmeler sürecinde Türk tarafının “haklar” konusunda sadece kuşku değil, korku da
yaşadığını ve Denktaş’ın bunu şöyle seslendirdiğini belirtiyordu: “Rumlar
1958’lerde alamadıklarını 1991’de istiyorlar?’
Ortam gazetesi ise 1 Mayıs 1992 günkü sayısında ABD’yi ziyaret etmekte olan
TC Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Türk gazetecileriyle yaptığı sohbet
toplantısında Kıbrıs konusunda söylediklerini aktardı: “Nasıl olur bilmiyorum,
ama Kıbrıs artık halledilmelidir. Türkiye bugün Orta Asya’dan Balkanlar’a kadar
çok geniş bir hareket alanına sahiptir. Her kımıldayışında önüne Kıbrıs diye
hir taş konuyor. Çözüm için elverişli durum vardır. Şunu unutmayalım. Çok
tamah ziyan getirir. Gelişmeye bakın. Şu üç Güvenlik Konseyi kararından
hangisi daha iyi? 649 mu, 716 mı, 750 mi? Söyleşide bulunan herkesin “Elbette
649” cevabını vermesi üzerine, “Görüyorsunuz, çok tamah edince gerileme başlıyor.
Bu kararlar (716 ve 750) daha da kötü çıkabilirdi. Çıkmamasının sebebi, açık
söyleyeyim, “Provide Comfort” (Çekiç Güç)’tür. Süresini uzatmaları gerekir.”
Şimdi ABD’ye yapılan hizmetin karşılığı bu ise, Denktaş’ın sözünü ettiği ve
Zürih-Londra Andlaşmalarının Türkiye’ye tanıdığı haklar da, Türklerin o zaman,
İngiltere’ye yaptığı hizmetin bir karşılığı idi. 1958 yılında yoğun olarak
yaşanan kışkırtma eylemleri hâlâ belleklerdedir.
Kıbrıs sorununa bir çözüm yolu bulma doğrultusunda girişimlerin
yoğunlaştığı şu sıralarda, ABD’nin “katalizatör” bir rol oynadığı
bilinmektedir. 1963 olaylarından sonra ortaya sürülen planların ardında da, ABD
vardı. Biz bu hafta, o yıllarda Ankara’da “Aylık siyasi fikir dergisi” olarak
yayımlanmakta olan ve yazı kurulu başkanlığını Prof. Sadun Aren’in yaptığı “Sosyal Adalet” dergisinin Ağustos 1964
sayısında yer alan B.C.Ü. imzalı “Kıbrıs
çıkmazı, dış politikamızın çıkmazıdır” başlıklı yazıdan bazı bölümleri
sizlere aktarmak istiyoruz:
“Kıbrıs meselesi CHP ve AP tarafından memleketin sosyal davalarını yüzüstü
bırakmak için istismar edilen bir meseledir. CHP iktidarı bu meseleyi iç
politika güçlükleri için kullanmaktadır... Kıbrıs meselesinde Amerika’nın
tutumu: Olayları dış basından izleyenlerin bildikleri gibi ABD Enosis’e taraftardır.
Başkan Johnson, İnönü’ye Kıbrıs’ın Yunanistan’a verilmesini, Kıbrıslı Türklerden
adayı terkedenlere önemli yardım yapılmasını ve adada kalacakların güveninin
sağlanmasının da kurulacak NATO üslerine bırakılmasını teklif etmiştir. Bugün
batı basını Türkiye hükümetine bu teklifi iyi incelemesini salık verirken,
bizde iktidarın halk oyuna ısrarla sunduğu tek konu, Washingon bildirisinin
Zürih ve Londra andlaşmalarının yürürlükte olduğunu kaydetmiş olmasıdır. ABD’nin
bir yandan Enosis’i teklif ederken, diğer yandan eski andlaşmaların yürürlükte
olduğunu kabul etmesi, bu memleketin Kıbrıs konusundaki tutumunu açıklamak
bakımından gayet ilginçtir. Enosis teklifiyle üstü kapalı da olsa Türkiye’de
iktidar çevrelerinin tenkidine uğrayan ABD, eski andlaşmaların yürürlükte
olduğunu kabullenmekle de Yunan hükümetinin şiddetli tenkidine uğramıştır.
Gerçekte, ABD’nin kendi çıkarları bakımından bu tutumunda hiçbir çelişme
yoktur. Her iki şıkta da ABD adanın mutlak kontrolünü elinde tutacaktır.
Amerika’nın ısrarla üzerinde durduğu konu Kıbrıs’ın bağımsız bir devlet olarak
ortaya çıkmamasıdır. Amerika için önemli olan adanın gerçek bir bağımsızlığa
kavuşmaması, yani adanın Yunanistan’ın ya da Türkiye’nin kontrolünden
çıkmamasıdır.
ABD’nin amacı, Kıbrıs’ta kendi hakimiyetini kurarak, Ortadoğu’daki son
İngiliz deniz üssünü kaldırmak ve İngiltere yerine Amerikan nüfuzunu bu
bölgede kuvvetlendirmektir... İkinci Dünya savaşından beri Ortadoğu tarihi
İngiliz hakimiyetinin yerini Amerikan hakimiyetinin alması tarihidir. İşte
bu politikalarına uygun olarak Kıbrıs’a yerleşmek için, bağımsızlık dışında
her çözüm Amerika için muteberdir... Lozan’da eski müstemlekeler üzerinde
hiçbir hak iddia etmemeyi kabullenmiş olan Türkiye’yi, eski bir müstemlekesi olan
Kıbrıs’ta hak iddia etmeğe davet eden İngiltere olmuştur. 1956’da gelişen
millet hareketine karşı artık Kıbrıs’ta kalamayacağını anlayan İngiltere,
adanın bağımsızlığına kavuşmasını geciktirmek için Türkiye’yi bu meseleye
sokmuştur.
Sömürgeci
İngiltere’ye ve onun Ortadoğu’daki çıkarlarına hizmet etmek için, zaten “emperyalistlere
tevhidi menfaat etmiş” bulunan DP
iktidarı, adada hak iddia etmiştir... Zürih
ve Londra andlaşmalarının Türkiye’ye tanıdığı haklar, İngiltere’ye yaptığı
hizmetin karşılığıdır. Gerçekte Türkiye ve Yunanistan’ın iktidar
çevreleri adanın bağımsızlığa kavuşmasında ABD ile mutabıktırlar. Türkiye
ile Yunanistan arasındaki tartışma sadece adanın hangi şekil altında İngiltere’nin
nüfuz bölgesinden çıkıp, Amerika’nın nüfuz bölgesine gireceği konusu üzerindedir.
Görülüyor ki, büyük müttefik Amerika’yı, Kıbrıs konusunda Türkiye’yi
desteklememekle itham etmek, ona karşı bir haksızlık olur. Çünkü Amerika için
önemli olan, aracısı kim olursa, adanın kontrolüne sahip olmaktır.
Oysa Türk milli çıkarları ve Ortadoğu halklarının uzun vadeli çıkarları
bakımından izlenmesi gereken politikanın
ne emperyalistlerin bu bölgedeki çıkarlarıyla, ne de CHP iktidarının yürüttüğü
politika ile hiçbir ilgisi yoktur. Atatürk’ün dış politikası, yani Misak-ı
Milli, barışçı bir politikayı gerektirmektedir. Bu politikaya dönmekte, İnönü’nün
kendi deyimiyle “sayısız menfaatlar” vardır.”
1964 yazında yapılan
bu değerlendirme bugün de geçerliliğini aynen korumaktadır. Aynı derginin Nisan
1964 tarihli sayısında ise, bugün Özal’ın “çok açıkgözlük zarar getirir”
şeklinde uyarısının, neyi hedeflediğini gösteren şu açıklamalar vardı.
“Andlaşnıalardan en kârlı çıkan tarafın Türk topluluğu olduğunda bazı
yorumcular oybirliği halindeydi. Elde edilen hakların elde tutulması, Türkler
için tek endişe konusuydu. Bu haklara dokunulur, yani
anayasa ihlâl olunursa, Türkiye,
Yunanistan ve İngiltere’nin gerek müşterek ve gerekse tek tek “müdahale”
hakkı vardı. Bu suretle Türk hükümeti için önemli olan nokta, bu hakla ilgili
andlaşma maddeleri idi. Bütün dikkatler bu maddelere çevrildi ve görüldü ki
yeterli değildi. Zamanın, şimdi başbakan olan muhalefet lideri, andlaşmaları
özellikle bu noktadan beğenmiyordu. Ama aslında, Türkler de bu antlaşmalar
bozulsa bile, Ada’nın taksimi sonucunun elde olunacağını umuyorlardı...”
Umulan ise 1974 Temmuz’unda emperyalizmin yerli işbirlikçilerinin
yardımıyla gerçek gerçekleştirilmiştir. Şimdi korku, fethedilenin elden
gitmesine yöneliktir.
(“Zamanın Götürdükleri”
sütununda, -yazı başlığı sonradan konmuştur-, Yeni Çağ gazetesi, 1 Haziran
1992)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder