17 Haziran 2015 Çarşamba

“İNGİLTERE’YE YAPILAN HİZMETİN KARŞILIĞI”


Eşref Çetinel, 30 Ağustos 1991 tarihli Halkın Sesi gazetesindeki yazısında şöyle diyordu: “Sayın Denktaş şöyle demişti: “Hatta Tür­kiye, birdenbire sağladığımız haklar konusunda kuşkuluydu. Bense verilen haklar geri alınamaz diyordum.” Yazar devamla görüşmeler sürecinde Türk tarafının “haklar” konusunda sadece kuşku değil, korku da yaşadığını ve Denktaş’ın bunu şöyle seslendirdiğini belirtiyordu: “Rumlar 1958’lerde alamadıklarını 1991’de istiyorlar?’
Ortam gazetesi ise 1 Mayıs 1992 günkü sayısında ABD’yi ziyaret etmekte olan TC Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Türk gazetecileriyle yaptığı sohbet toplantısında Kıbrıs konusunda söylediklerini aktardı: “Nasıl olur bilmi­yorum, ama Kıbrıs artık halledilmelidir. Türkiye bugün Orta Asya’dan Balkanlar’a kadar çok geniş bir hareket alanına sahiptir. Her kımıldayışında önüne Kıbrıs diye hir taş konuyor. Çö­züm için elverişli durum vardır. Şunu unutmaya­lım. Çok tamah ziyan getirir. Gelişmeye bakın. Şu üç Güvenlik Konseyi kararından hangisi daha iyi? 649 mu, 716 mı, 750 mi? Söyleşide bulunan herkesin “Elbette 649” cevabını vermesi üzerine, “Görüyorsunuz, çok tamah edince gerileme baş­lıyor. Bu kararlar (716 ve 750) daha da kötü çıkabilirdi. Çıkmamasının sebebi, açık söyleyeyim, “Provide Comfort” (Çekiç Güç)’tür. Süresini uzatmaları gerekir.”
Şimdi ABD’ye yapılan hizmetin karşılığı bu ise, Denktaş’ın sözünü ettiği ve Zürih-Londra Andlaşmalarının Türkiye’ye tanıdığı haklar da, Türklerin o zaman, İngiltere’ye yaptığı hiz­metin bir karşılığı idi. 1958 yılında yoğun ola­rak yaşanan kışkırtma eylemleri hâlâ bellek­lerdedir.
Kıbrıs sorununa bir çözüm yolu bulma doğrultusunda girişimlerin yoğunlaştığı şu sıralarda, ABD’nin “katalizatör” bir rol oynadığı bilinmektedir. 1963 olaylarından sonra ortaya sürülen planların ardında da, ABD vardı. Biz bu hafta, o yıllarda Ankara’da “Aylık siyasi fikir dergisi” olarak yayımlanmakta olan ve yazı ku­rulu başkanlığını Prof. Sadun Aren’in yaptığı “Sosyal Adalet” dergisinin Ağustos 1964 sayısında yer alan B.C.Ü. imzalı “Kıbrıs çıkmazı, dış politikamızın çıkmazıdır” başlıklı yazıdan bazı bölümleri sizlere aktarmak istiyoruz:
“Kıbrıs meselesi CHP ve AP tarafından memleketin sosyal davalarını yüzüstü bırakmak için istismar edilen bir meseledir. CHP iktidarı bu meseleyi iç politika güçlükleri için kullanmaktadır... Kıbrıs meselesinde Amerika’nın tutumu: Olayları dış basından izleyenlerin bildikleri gibi ABD Enosis’e taraftardır. Başkan Johnson, İnönü’ye Kıbrıs’ın Yunanistan’a verilmesini, Kıbrıslı Türklerden adayı terkedenlere önemli yardım yapılmasını ve adada kalacakların güveninin sağlanmasının da kurulacak NATO üslerine bırakılmasını teklif etmiştir. Bugün batı basını Türkiye hükümetine bu teklifi iyi incele­mesini salık verirken, bizde iktidarın halk oyuna ısrarla sunduğu tek konu, Washingon bildirisinin Zürih ve Londra andlaşmalarının yürürlükte olduğunu kaydetmiş olmasıdır. ABD’nin bir yandan Enosis’i teklif ederken, diğer yandan eski andlaşmaların yürürlükte olduğunu kabul etmesi, bu memleketin Kıbrıs konusundaki tutumunu açıklamak bakımından gayet ilginçtir. Enosis teklifiyle üstü kapalı da olsa Türkiye’de iktidar çevrelerinin tenkidine uğrayan ABD, eski andlaşmaların yürürlükte olduğunu kabullenmekle de Yunan hükümetinin şiddetli tenkidine uğra­mıştır.
Gerçekte, ABD’nin kendi çıkarları bakı­mından bu tutumunda hiçbir çelişme yoktur. Her iki şıkta da ABD adanın mutlak kontrolünü elinde tutacaktır. Amerika’nın ısrarla üzerinde durduğu konu Kıbrıs’ın bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkmamasıdır. Amerika için önemli olan adanın gerçek bir bağımsızlığa kavuşmaması, yani adanın Yunanistan’ın ya da Türkiye’nin kontrolünden çıkmamasıdır.  
ABD’nin amacı, Kıbrıs’ta kendi hakimiye­tini kurarak, Ortadoğu’daki son İngiliz deniz üs­sünü kaldırmak ve İngiltere yerine Amerikan nüfuzunu bu bölgede kuvvetlendirmektir... İkinci Dünya savaşından beri Ortadoğu tarihi İngiliz hakimiyetinin yerini Amerikan hakimiyetinin al­ması tarihidir. İşte bu politikalarına uygun ola­rak Kıbrıs’a yerleşmek için, bağımsızlık dışında her çözüm Amerika için muteberdir... Lozan’da eski müstemlekeler üzerinde hiçbir hak iddia etmemeyi kabullenmiş olan Türkiye’yi, eski bir müstemlekesi olan Kıbrıs’ta hak iddia etmeğe davet eden İngiltere olmuştur. 1956’da gelişen millet hareketine karşı artık Kıbrıs’ta kalama­yacağını anlayan İngiltere, adanın bağımsızlığına kavuşmasını geciktirmek için Türkiye’yi bu me­seleye sokmuştur.
 Sömürgeci İngiltere’ye ve onun Ortadoğu’daki çıkarlarına hizmet etmek için, zaten “emperyalistlere tevhidi menfaat etmiş” bulunan DP iktidarı, adada hak iddia etmiştir... Zürih ve Londra andlaşmalarının Türkiye’ye tanıdığı hak­lar, İngiltere’ye yaptığı hizmetin karşılığıdır. Gerçekte Türkiye ve Yunanistan’ın iktidar çevreleri adanın bağımsızlığa kavuşmasında ABD ile mutabıktırlar. Türkiye ile Yunanistan arasın­daki tartışma sadece adanın hangi şekil altında İngiltere’nin nüfuz bölgesinden çıkıp, Amerika’nın nüfuz bölgesine gireceği konusu üzerindedir. Görülüyor ki, büyük müttefik Amerika’yı, Kıbrıs konusunda Türkiye’yi desteklememekle itham etmek, ona karşı bir haksızlık olur. Çünkü Amerika için önemli olan, aracısı kim olursa, adanın kontrolüne sahip olmaktır.
Oysa Türk milli çıkarları ve Ortadoğu halklarının uzun vadeli çıkarları bakımından izlenmesi gereken politikanın ne emperyalistlerin bu bölgedeki çıkarlarıyla, ne de CHP iktidarının yürüttüğü politika ile hiçbir ilgisi yoktur. Atatürk’ün dış politikası, yani Misak-ı Milli, barışçı bir politikayı gerektirmektedir. Bu politikaya dönmekte, İnönü’nün kendi deyimiyle “sayısız menfaatlar” vardır.”
1964 yazında yapılan bu değerlendirme bugün de geçerliliğini aynen korumaktadır. Aynı derginin Nisan 1964 tarihli sayısında ise, bugün Özal’ın “çok açıkgözlük zarar getirir” şeklinde uyarısının, neyi hedeflediğini gösteren şu açık­lamalar vardı.
“Andlaşnıalardan en kârlı çıkan tarafın Türk topluluğu olduğunda bazı yorumcu­lar oybirliği halindeydi. Elde edilen hakların el­de tutulması, Türkler için tek endişe konusuydu. Bu haklara dokunulur, yani anayasa ihlâl olunursa, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin ge­rek müşterek ve gerekse tek tek “müdahale” hakkı vardı. Bu suretle Türk hükümeti için önemli olan nokta, bu hakla ilgili andlaşma maddeleri idi. Bütün dikkatler bu maddelere çevrildi ve görüldü ki yeterli değildi. Zamanın, şimdi başbakan olan muhalefet lideri, andlaşmaları özellikle bu noktadan beğenmiyordu. Ama aslında, Türkler de bu antlaşmalar bozulsa bile, Ada’nın taksimi sonucunun elde olunacağını umuyorlardı...”
Umulan ise 1974 Temmuz’unda emperya­lizmin yerli işbirlikçilerinin yardımıyla gerçek gerçekleştirilmiştir. Şimdi korku, fethedilenin elden gitmesine yöneliktir.

(“Zamanın Götürdükleri” sütununda, -yazı başlığı sonradan konmuştur-, Yeni Çağ gazetesi, 1 Haziran 1992) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder