12 Haziran 2015 Cuma

CTP 10. KURULTAYI ARDINDAN


Kendi kendini “emekçi halkın kitle partisi”, ya da “ana muhalefet partisi” olarak tanımlayan sol sosyal demokrat çizgideki Cumhuriyet Türk Partisi’nin 10. olağan kurultayı, 23 Ekim 1988 günü Lefkoşa’daki Mısırlızade Sineması’nda yapıldı. İki gün önceki Yeni Düzen’in manşetinde “Kurultay Barış ve Demokrasi mücadelesine yeni bir ivme katacak” diye duyurulmuş olmasına karşın, sadece üç saat süren kurultay, ivme oluşturmak bir yana, tek bir hareketlilik bile yapmadı. Özelde Kıbrıslı Türkler, genelde Kıbrıs toplumları olarak, böylesine önemli bir aşamadan geçildiği bir dönemde gözlemlenen bu hareketsizlik, muhalif partilerimizin içine düştükleri açmazın belirgin bir göstergesidir.
Kurultaydan bir gün önce parti gazetesi Yeni Düzen’e bir demeç veren CTP Genel Başkanı Özker Özgür şöyle diyordu:
“Partimiz 1970’de kurulduğunda, ilk programında federal çözümü tek gerçekçi çözüm olarak önerdi. O günün önde gelenleri, bunun mümkün olamayacağını belirterek, “üniter devlette Türk hakları”nı görüşüyorlardı. Şimdi toplumlararası görüşmelerde federal devletin nasıl kurulacağı görüşülmektedir.”
Son aylarda kendi federalistliklerini kanıtlamak ve bir adım öne geçmek için “biz 1970’den beri federal çözümden yanayız” diye ortaya atılan CTP liderliği, herhalde 1974 öncesi ve sonrasına ait federal çözüm önerilerini birbirine karıştırmaktadır. Çünkü Türk tarafının 1974 öncesinde savunduğu federal tez, en açık biçimde 8 Eylül 1964 günü TBMM’de zamanın TC Başbakanı İ. İnönü tarafından şöyle dile getirilmişti:
“Muahede hükmü dahilinde bulunmak için resmi ağızdan taksim sözü ile değil, federasyon şekli ile münakaşaya başladık.”
Aynı görüş 26 Mart 1965 tarihli Plaza Raporu’nun 97. paragrafına da, resmi Türk önerisi olarak yansımıştı. BM Genel Sekreteri’nin atadığı arabulucunun da raporunda belirttiği gibi, bu öneriden ne kastedildiğinin açıkça açıklanması gerekirdi. Çünkü federal rejimlerin kurulması için bölgesel temel gerekliydi ve bu temel Kıbrıs’ta yoktu. Plaza’nın vurguladığı gerçek, ada çapında ve normal zamanlarda Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk nüfusunun karışık olarak bulunması ve Aralık 1963’ten beri olan olayların Kıbrıs’ın bu özelliğini değiştirmediğiydi. Çarpışmalar sonucu birçok Kıbrıslı Türkün toplandığı enklavlar bile, adanın çeşitli bölgelerine dağılmış ve diğer binlerce Kıbrıslı Türk de karışık köylerde kalmışlardı.
CTP’nin kendine paralel gördüğü AKEL’in o yıllarda bu konudaki görüşü ise şöyleydi: “AKEL taksimi ve taksime yol açacağı kesin olan federasyonu tamamiyle reddeder. Taksim ve federasyon fikri, İngiliz emperyalizminin bir buluşudur... Federal Hükümet şekilleri, bölgesel düzeyde ulusal siyasi bir otorite kurabilen ve bölgede yoğun olarak yerleşmiş ulusal nüfuslara sahip ülkeler için düşünülebilir.” (AKEL Newsletter, Mayıs-Haziran 1965)
O halde Kıbrıs’ın taksim edilmesi operasyonunun 1974 yazında darbe-müdahale ikili planıyla gerçekleştirilmesi öncesinde, coğrafi temele dayalı bir çözüme varılması, adanın verili koşullarında olası değildi. Her ne kadar da üç NATO üyesi garantör ülke, bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti devletine ayrılık tohumları taşıyan fonksiyonel federatif bir anayasa kazandırmışlarsa da, İngiltere ile Kıbrıs Türk liderliğinin hedeflediği taksim tezi gerçekleştirilememişti. Öte yandan Kıbrıs Rum liderliğinin enosis tezi de boşa çıkmıştı. İkili enosisin güncel hale gelmesi için 10 yıl beklenilecekti.
Görülüyor ki, 1974 sonrasının koşullarında Türk tarafının savunduğu anlamdaki federasyon tezinde içerik olarak bir farklılık yoktur. Ama bu içeriğin, uluslararası demokratik kamuoyunun savunduğu gerçek federal devlet tezi ile hiç de uyuşmadığı, 14 yıllık görüşmeler sürecinde açıkça ortaya çıkmıştır. O nedenle CTP’nin 18 yıllık federalistliğinin ne menem bir şey olduğunu gizlemeğe gerek yoktur. Bu iki devletliliği temel alan konfederasyondan başka bir şey değildir. Nitekim “Kurulacak federal devlette egemenlik her iki taraf arasında eşit olarak bölünecektir” diyen Ö. Özgür de, federasyonlarda devlet egemenliğinin federe devletlerle paylaşılmadığını ve bunun merkezi federal hükümetin elinde toplandığını, paylaşılan devlet gücü olduğunu bilmezlikten gelmektedir.
CTP 10. Kurultayı’nın açılışından sonra konuşan CTP Genel Başkanı, Kıbrıs’ta federal çözüm konusunda resmi çizginin savundukları dışında pek yeni bir görüş, ya da öneri getirmedi. Hatırlanacaktır, Rauf Denktaş da, Kuzey Kıbrıs Kültür Derneği’nin düzenlediği konferans dizisinde yaptığı konuşmada, CTP de içinde bütün siyasal partilerin Kıbrıs’ta federal çözüm konusunda ana ilkelerde aynı görüşü paylaştıklarını duyurmuştu. Kamuoyuna yansıyan görüntü de budur. Aksi söz konusuysa, CTP bunu açıkça ortaya koyma sorumluluğu altındadır. Kurultay öncesinde dağıtılan ve CTP’nin 26 Ekim 1986 ile 23 Ekim 1988 arasındaki iki yıllık faaliyet raporunda da, Kıbrıs’ın gerek iç, gerekse dış sorunlarıyla ilgili önemli sayılabilecek yeni bir değerlendirme, ya da perspektif yoktur. CTP’nin politik çalışmalarından bizzat partinin Merkez Yürütme Kurulu da hoşnut değildir:
“MYK yaptığı özeleştiriyle, merkezi çalışma düzeltilirse bütün parti örgütünün düzeleceği, eksiklik, yanlışlık ve aksaklıkların giderileceği sonucuna vardı. Bu yolda çeşitli hazırlıklar yaptı, yeni çalışma programları çizdi” şeklinde dile getirilen (s.52) görüş, CTP’nin henüz yeniden yapılanma sürecine girmediğini göstermektedir.
“Eğitim Bürosu, eğitim çalışmalarına ilginin nasıl yükseleceğine ilişkin görüş ve pratik önlemler geliştirmiştir.” (s.43)
“Gençlik bürosu, gençliğin toplum ve ülke sorunlarına ilgisinin nasıl yükseltileceği, en uygun örgütlenme biçimlerinin ne olacağı gibi konuların ayrıntıda ele alınarak karara bağlanacağı bir aşamaya gelmiştir.” (s.43)
“Varılan sonuçlar, Basın-Yayın ve Propaganda, Yerel Yönetim ve İşçi konularıyla ilgili büroların doyurucu bir çalışma içinde olmadıkları yönündedir.” (s.44)
Yukarıdaki saptamalar, CTP’nin bir siyasal parti örgütü olarak çalışmaz durumda olduğunu kendi belgeleriyle kanıtlamaktadır. Alınması gerekli önlemlerle ilgili “kesin kararın kurultay sonrasına bırakılması uygun görülmüştür” (s.43) şeklindeki görüş de, bir partinin en yüksek karar organı olması gereken kurultayın, ne amaçla toplandığını sorgulamayı gündeme getirmektedir. Demek ki açıklık politikası yerine, yine kapalılık yeğlenmektedir. O halde kurultay delegeleri niçin toplanmıştır? Onların karar alma sürecinde hiç mi katkıları olmayacaktır? Yoksa ağzı çok laf yapan, somut eyleme gelince tutukluk yapan üç beş yöneticinin insafına mı kalmıştır bu partiler? O da kendi sorunları. Demek ki emekçi halkın umudu olarak gösterilen ana muhalefet partisi dökülmektedir. Bakınız raporda bu nasıl anlatılıyor:
“Buiratılıyor partiye, KKTC’nin CTP’ye devlet olarak mali yardımı 80.5 milyondu.” KKTC Meclisinde haftada üç-beş saat toplanarak yasama görevini yapan CTP Milletvekillerinin parti tüzüğü gereği katkıları da 31.1 milyon TL idi. Londra Dayanışma Gecesi de kaydedilmişti. Mali Sekreterin açıkladığına göre, son Londra ziyaretinde toplanan 5 bin 200 küsur sterlin tutarındaki para yardımı hesaplarda gösterilmemişti. Çünkü Londra’daki borçları kapatmakta kullanılmıştır. Hoş, geçenlerde Londra’da kurulan “CTP ile Dayanışma Derneği”nin kuruluş haberini CTP yayın organı Yeni Düzen’de değil de, Halkın Sesi’nde okumak nasip olmuştu, ama o kadar ihmal da olacaktı. Malum, gazetenin çalışmaları aksamaktaydı, muhabir sıkıntısı çekilmekteydi. Gerçi kuruluşa katılan Yeni Düzen’in çiçeği burnunda yeni Genel Yönetmeni ve Mali Sekreter Mehmet Civa idi, ama adam oturup, bir de haber mi yazacaktı. Londra’dan dönüşte Strazburg’ta çok yorulmuştu!
3) Bakınız raporda bu nasıl ifade ediliyor:
“Bir partide merkezi çalışma zayıflarsa, bu zayıflık bütün örgüte yayılır. Bu nedenledir ki zayıflıkların giderilmesi, çalışmaların yoğunlaştırılması için işe merkez örgütüne çekidüzen vermekle başlanması bilince çıkarılmıştır. Kurultayımızın göreve getireceği yeni Parti Meclisinin seçeceği yeni MYK, önünde yararlanabileceği raporlar bulacaktır.” (s.44)
Biten dönemde görevli olan 30 kişilik Parti Meclisi, bir kişinin aday olmaması, iki kişinin de yeniden seçilmemesi yüzünden üç yeni üyenin katılımıyla Kurultay öncesindeki eski kadro ile yeniden oluşturulmuş ce CTP delegeleri, Kurultay günü bu eski-yeni listeyi adet yerini bulsun diye ellerini havaya kaldırarak, yeniden onaylamıştır. O halde CTP yönetiminde hamam da aynı, tas da aynı kalmıştır. Başarısızlıkları faaliyet raporunda kabul edilenler, yeniden rakipsiz olarak görevlendirilmişlerdir.
Geçen defa 30 kişilik listeye rağmen, kurultayda aday olan A. M. Berberoğlu, bu defa uyum gösterirken, öteki aday Ahmet Hakkı Ertaç ise kurultay öncesinde CTP’den istifa etmeyi yeğlemiştir. Meşhur “Barış etkinlikleri” gecesinde parti içi bir hizibin komplo yaptığını açıklamış olan CTP milletvekili Ergün Vehbi ise, 10. CTP Kurultayı’nda “kol kırılır, yen içinde kalır” felsefesini benimser görünmüştür.
Kurultaya sunulan iki yıllık mali rapordan anlaşıldığına göre, CTP yönetiminin elinde iki yıl içinde toplanan mali kaynak 358 milyon TL’dir. Buna rağmen, eldeki insan malzemesinin niteliksiz olması yüzünden, CTP ne ideolojik, ne de politik hiçbir yeni ürün verememektedir. Ama 351.3 milyonluk gider hesabı çar-çur olmaktadır. MYK tarafından başarısızlığı kanıtlanmış olan personel için 48.5 milyon lira harcanmıştır. Ödenen dış yolluk ve harcırah miktarı 10milyon kadardır. (Milletvekillerinin her 3-4 ayda bir yaptıkları Strazburg da içinde “havalanma” gezileri bunun dışındadır. Onun parasını devlet ödemektedir. Bir CTP milletvekili, AIDS çıkalı artık bu gezilerin de tadının kaçtığını açıklamıştır. Ordusunu yitirmiş kurmay sayılan Dev-İş Başkanı ve CTP milletvekili H.Sarıca, Kurultay günü Hindistan’da, Kongre turizminde olduğu için diğer işçi liderleri ne yazık ki “işçiler adına” CTP Kurultayına bir mesaj bile gönderememişlerdir!)
Geçen kurultayda alınan 14 karardan biri olan parti merkez binasının yapımı gerçekleştirilememişti; 11.6 milyon lira bina kiralarına gitmişti. Kurultayda yapılan tek eleştirel konuşma, Yeni Düzen gazetesinin bozulan içeriği ve düşen satışlarıyla ilgiliydi. Oysa ki parti yönetimi bu gazete için iki yılda 45.8 milyon lira katkı sağlamıştı. Çeşitli baskı giderleri 15.6 milyondu, ama elde, parti görüşlerini toparlayan, açıklayan tek bir kitap bile yoktu. İleri Basımevi›nde elde edilen gelir veya zarardan hiç söz edilmiyordu, ama basın, yayın ve yatırımlar kaleminde 11.3 milyon TL gösteriliyordu. Bu arada başarısızlıkla suçlanan örgütlenme çalışmaları için parti görevlilerine, 6 milyonu aşkın ulaşım harcaması yapılmıştı. Seçim ve miting giderleri 2 milyon kadardı. Araba alımları için 17.7 milyon harcanmıştı. Sonunda toplam 351.338.289TL gider hanesine yazılmıştı. Bu değirmenin suyu nereden geliyordu?
En büyük kalem olarak, 158.5 milyon gelir sağlayan piyango gösterilmekteydi. Kapı ardında onaylamadıklarını söyledikleri KKTC’nin CTP’ye devlet olarak katkısı 80.5 milyon, milletvekillerinin katkısı da 31.1 milyondu.  
CTP Mali Sekreterinin de veciz bir şekilde ifade ettiği gibi, CTP kurulduğu 1970 yılı sonundan bu yana geçen 18 yıl içinde gerçekten ekonomik olarak büyüyüp güçlenmişti. M. Civa kurultayda şöyle konuşuyordu:
“Partimiz ilk yıllarında 30 Kıbrıs lirasını bulup seçim kampanyasına nasıl katıldığımızı düşündüm de, bugün 358 milyon TL’lik bir bütçeyle, karşınızda olduğum için mutluyum. Gelecek kurultayda milyarı aşan bir bütçeyle karşınızda olacağız.”
Milletvekili sayısının 2’den 12’ye çıkmasına rağmen, parti gazetesinin satışının üye sayısının da altında olması gerçeği karşısında, soru sorma ihtiyacını hisseden Güzelyurtlu bir eleştiri sahibi, bu konu üzerine yürümeyen MYK’yı suçluyor, ama hiçbir yanıt alamıyordu. Demek ki, gazete için harcanan milyonlarca lira, gazetenin içerik ve satışını iyileştiremeyen personelin ceplerini doldurmaktan başka bir işe yaramıyordu. Oysa parti kurucusu A. M. Berberoğlu’nun konuşmasında da belirttiği gibi CTP’nin federasyondan ne anladığı ve liderlikten hangi konularda farklı görüşlere sahip olduğu konularında halkın bilgilendirilmesi ve eğitilmesi için bilimsel bir araştırma ile bir kitapçık, ya da bir bültenin hazırlanması gerekliydi.
İş gelip, CTP’nin iktidara gelmeye hazır bir siyasal parti mi, yoksa devlet kesesinden beslenen siyasal bir dernek mi olduğu noktasına dayanmaktadır. CTP’lilere göre, partilerinin 18 yıllık milletvekili sayısı ve bütçe rakamlarındaki artış, göz kamaştırıcıydı. Ama nicel yan yanında, nitel olgunluk ve tutarlılık da önemli olmalıdır. Çünkü gerek CTP, gerekse TKP, bugünkü politik mücadeleyi parlamentonun duvarları arasına hapsetmişler, halkın politik bilincinin yükseltilmesi yerine, seçimden seçime milletvekilliği mücadelesiyle yurtseverliklerini sözüm ona kanıtlamaya çalışmışlardır. Dahası CTP, federal bir çözümde, işsizlik, askerlik gibi yakıcı sorunlarımız, para biriminden ve enflasyondan kaynaklanan ekonomik ve sosyal bunalımlar, kendiliğinden ve süratle çözüm bulacaktır diyebilmiştir. (MYK Bildirisi, Ağustos 1988)
Son günlerde öne atılan CTP milletvekili Fadıl Çağda, kurultay delegelerine, gelecek seçimlerde R. Denktaş’ın siyasal yaşamına son verme hedefini göstermiştir. Oysa ki KKTC ilanı sonrasında aynı R.Denktaş’la pazarlığa oturup, “Sen anayasayı kendi başkanlık süreni uzatmak için değiştireceksen, biz buna onay veririz, yeni bir anayasa yapmaya gerek yoktur” diyen, yine kendi parti yetkilileri değil miydi? Mahkemedeki sorgulamasında “Davacı R.Denktaş, sizce Cumhurbaşkanlığına lâyık bir kimse midir?” sorusunu yanıtlayan Genel Başkan Ö.Özgür, “Bence halk çoğunluğu onu seçtiğine göre lâyıktır” dememiş miydi? Yoksa politika yapmak, “dün dündü, bugün bugündür” demek midir?
10. Olağan Kurultay’da tek aday olarak yeniden CTP Genel Başkanlığına getirilen Ö. Özgür, “yiğit delegelere” hitaben yaptığı teşekkür konuşmasında, 1990 Haziran seçimlerinden sonra yapılacak 11. Kurultaya tüm partilerin emekçi sınıf ve katmanlarla daha iyi bağlar kurmuş, demokratik güçlerle daha iyi diyalog içinde olarak gelmelerini istiyordu.
Kayıtlı parti üyelerine bile parti gazetesini okutturamayan ana muhalefet partisi CTP, kendisine oy vermiş 14-15 bin kişiye nasıl ulaşacak? İşte sorun burada düğümlenmektedir. Kaldı ki toplumun en çok bilinçlendirilmeye, yönlendirilmeye muhtaç olduğu dönemlerde, CTP daima gidip egemen görüşe teslim olmaktadır. Sonra da bildiri yayımlayıp şöyle diyebilmektedir:
“Partimiz 18 yıllık mücadelesi içinde zaman zaman yanlışlara düşmüş, iç sorunlar geçirmiş, ama her seferinde yanlışlarını düzeltmeyi, sorunlarını aşmayı başarmıştır. Şimdi de öyle olacaktır.” (Parti Meclisi Açıklaması, Yeni Düzen, 13 Eylül 1988) Yanlışlara hep da dönemeçlerde mi düşülür?
10. Olağan Kurultaya sunulan faaliyet programında ise şöyle denmektedir:
“Düzgün bir siyaset planlaması yapmalıyız. Toplumu ilgilendiren her konuda somut, anlatılabilir bir politika saptamalıyız.” (s.44)
Eh daha ne duruyorsunuz be kardeşim? İşte hendek, işte deve. İşte 358 milyon TL gelir!... Ama nitelik yoksa neye yarar...

(Kıbrıs Postası, 2, 3, 4 ve 22 Kasım 1988)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder