Kendi
kendini “emekçi halkın kitle partisi”, ya da “ana muhalefet partisi” olarak
tanımlayan sol sosyal demokrat çizgideki Cumhuriyet Türk Partisi’nin 10. olağan
kurultayı, 23 Ekim 1988 günü Lefkoşa’daki Mısırlızade Sineması’nda yapıldı. İki
gün önceki Yeni Düzen’in manşetinde “Kurultay Barış ve Demokrasi mücadelesine
yeni bir ivme katacak” diye duyurulmuş olmasına karşın, sadece üç saat süren
kurultay, ivme oluşturmak bir yana, tek bir hareketlilik bile yapmadı. Özelde
Kıbrıslı Türkler, genelde Kıbrıs toplumları olarak, böylesine önemli bir
aşamadan geçildiği bir dönemde gözlemlenen bu hareketsizlik, muhalif
partilerimizin içine düştükleri açmazın belirgin bir göstergesidir.
Kurultaydan
bir gün önce parti gazetesi Yeni Düzen’e bir demeç veren CTP Genel Başkanı
Özker Özgür şöyle diyordu:
“Partimiz
1970’de kurulduğunda, ilk programında federal çözümü tek gerçekçi çözüm olarak
önerdi. O günün önde gelenleri, bunun mümkün olamayacağını belirterek, “üniter
devlette Türk hakları”nı görüşüyorlardı. Şimdi toplumlararası görüşmelerde
federal devletin nasıl kurulacağı görüşülmektedir.”
Son
aylarda kendi federalistliklerini kanıtlamak ve bir adım öne geçmek için “biz
1970’den beri federal çözümden yanayız” diye ortaya atılan CTP liderliği,
herhalde 1974 öncesi ve sonrasına ait federal çözüm önerilerini birbirine
karıştırmaktadır. Çünkü Türk tarafının 1974 öncesinde savunduğu federal tez, en
açık biçimde 8 Eylül 1964 günü TBMM’de zamanın TC Başbakanı İ. İnönü tarafından
şöyle dile getirilmişti:
“Muahede
hükmü dahilinde bulunmak için resmi ağızdan taksim sözü ile değil, federasyon
şekli ile münakaşaya başladık.”
Aynı
görüş 26 Mart 1965 tarihli Plaza Raporu’nun 97. paragrafına da, resmi Türk
önerisi olarak yansımıştı. BM Genel Sekreteri’nin atadığı arabulucunun da
raporunda belirttiği gibi, bu öneriden ne kastedildiğinin açıkça açıklanması
gerekirdi. Çünkü federal rejimlerin kurulması için bölgesel temel gerekliydi ve
bu temel Kıbrıs’ta yoktu. Plaza’nın vurguladığı gerçek, ada çapında ve normal
zamanlarda Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk nüfusunun karışık olarak bulunması ve
Aralık 1963’ten beri olan olayların Kıbrıs’ın bu özelliğini değiştirmediğiydi.
Çarpışmalar sonucu birçok Kıbrıslı Türkün toplandığı enklavlar bile, adanın
çeşitli bölgelerine dağılmış ve diğer binlerce Kıbrıslı Türk de karışık
köylerde kalmışlardı.
CTP’nin
kendine paralel gördüğü AKEL’in o yıllarda bu konudaki görüşü ise şöyleydi: “AKEL
taksimi ve taksime yol açacağı kesin olan federasyonu tamamiyle reddeder.
Taksim ve federasyon fikri, İngiliz emperyalizminin bir buluşudur... Federal
Hükümet şekilleri, bölgesel düzeyde ulusal siyasi bir otorite kurabilen ve
bölgede yoğun olarak yerleşmiş ulusal nüfuslara sahip ülkeler için
düşünülebilir.” (AKEL Newsletter, Mayıs-Haziran 1965)
O
halde Kıbrıs’ın taksim edilmesi operasyonunun 1974 yazında darbe-müdahale ikili
planıyla gerçekleştirilmesi öncesinde, coğrafi temele dayalı bir çözüme
varılması, adanın verili koşullarında olası değildi. Her ne kadar da üç NATO
üyesi garantör ülke, bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti devletine ayrılık tohumları
taşıyan fonksiyonel federatif bir anayasa kazandırmışlarsa da, İngiltere ile
Kıbrıs Türk liderliğinin hedeflediği taksim tezi gerçekleştirilememişti. Öte
yandan Kıbrıs Rum liderliğinin enosis tezi de boşa çıkmıştı. İkili enosisin
güncel hale gelmesi için 10 yıl beklenilecekti.
Görülüyor ki, 1974 sonrasının koşullarında Türk tarafının
savunduğu anlamdaki federasyon tezinde içerik olarak bir farklılık yoktur. Ama
bu içeriğin, uluslararası demokratik kamuoyunun savunduğu gerçek federal devlet
tezi ile hiç de uyuşmadığı, 14 yıllık görüşmeler sürecinde açıkça ortaya
çıkmıştır. O nedenle CTP’nin 18 yıllık federalistliğinin ne menem bir şey
olduğunu gizlemeğe gerek yoktur. Bu iki devletliliği temel alan
konfederasyondan başka bir şey değildir. Nitekim “Kurulacak federal devlette
egemenlik her iki taraf arasında eşit olarak bölünecektir” diyen Ö. Özgür de,
federasyonlarda devlet egemenliğinin federe devletlerle paylaşılmadığını ve
bunun merkezi federal hükümetin elinde toplandığını, paylaşılan devlet gücü
olduğunu bilmezlikten gelmektedir.
CTP
10. Kurultayı’nın açılışından sonra konuşan CTP Genel Başkanı, Kıbrıs’ta
federal çözüm konusunda resmi çizginin savundukları dışında pek yeni bir görüş,
ya da öneri getirmedi. Hatırlanacaktır, Rauf Denktaş da, Kuzey Kıbrıs Kültür
Derneği’nin düzenlediği konferans dizisinde yaptığı konuşmada, CTP de içinde
bütün siyasal partilerin Kıbrıs’ta federal çözüm konusunda ana ilkelerde aynı
görüşü paylaştıklarını duyurmuştu. Kamuoyuna yansıyan görüntü de budur. Aksi
söz konusuysa, CTP bunu açıkça ortaya koyma sorumluluğu altındadır. Kurultay
öncesinde dağıtılan ve CTP’nin 26 Ekim 1986 ile 23 Ekim 1988 arasındaki iki
yıllık faaliyet raporunda da, Kıbrıs’ın gerek iç, gerekse dış sorunlarıyla
ilgili önemli sayılabilecek yeni bir değerlendirme, ya da perspektif yoktur.
CTP’nin politik çalışmalarından bizzat partinin Merkez Yürütme Kurulu da hoşnut
değildir:
“MYK
yaptığı özeleştiriyle, merkezi çalışma düzeltilirse bütün parti örgütünün
düzeleceği, eksiklik, yanlışlık ve aksaklıkların giderileceği sonucuna vardı.
Bu yolda çeşitli hazırlıklar yaptı, yeni çalışma programları çizdi” şeklinde
dile getirilen (s.52) görüş, CTP’nin henüz yeniden yapılanma sürecine
girmediğini göstermektedir.
“Eğitim
Bürosu, eğitim çalışmalarına ilginin nasıl yükseleceğine ilişkin görüş ve
pratik önlemler geliştirmiştir.” (s.43)
“Gençlik
bürosu, gençliğin toplum ve ülke sorunlarına ilgisinin nasıl yükseltileceği, en
uygun örgütlenme biçimlerinin ne olacağı gibi konuların ayrıntıda ele alınarak
karara bağlanacağı bir aşamaya gelmiştir.” (s.43)
“Varılan
sonuçlar, Basın-Yayın ve Propaganda, Yerel Yönetim ve İşçi konularıyla ilgili
büroların doyurucu bir çalışma içinde olmadıkları yönündedir.” (s.44)
Yukarıdaki
saptamalar, CTP’nin bir siyasal parti örgütü olarak çalışmaz durumda olduğunu
kendi belgeleriyle kanıtlamaktadır. Alınması gerekli önlemlerle ilgili “kesin
kararın kurultay sonrasına bırakılması uygun görülmüştür” (s.43) şeklindeki
görüş de, bir partinin en yüksek karar organı olması gereken kurultayın, ne
amaçla toplandığını sorgulamayı gündeme getirmektedir. Demek ki açıklık
politikası yerine, yine kapalılık yeğlenmektedir. O halde kurultay delegeleri
niçin toplanmıştır? Onların karar alma sürecinde hiç mi katkıları olmayacaktır?
Yoksa ağzı çok laf yapan, somut eyleme gelince tutukluk yapan üç beş yöneticinin
insafına mı kalmıştır bu partiler? O da kendi sorunları. Demek ki emekçi halkın
umudu olarak gösterilen ana muhalefet partisi dökülmektedir. Bakınız raporda bu
nasıl anlatılıyor:
“Bu partiye, KKTC’nin CTP’ye
devlet olarak mali yardımı 80.5 milyondu.” KKTC Meclisinde haftada üç-beş saat
toplanarak yasama görevini yapan CTP Milletvekillerinin parti tüzüğü gereği
katkıları da 31.1 milyon TL idi. Londra Dayanışma Gecesi de kaydedilmişti. Mali
Sekreterin açıkladığına göre, son Londra ziyaretinde toplanan 5 bin 200 küsur
sterlin tutarındaki para yardımı hesaplarda gösterilmemişti. Çünkü Londra’daki
borçları kapatmakta kullanılmıştır. Hoş, geçenlerde Londra’da kurulan “CTP ile
Dayanışma Derneği”nin kuruluş haberini CTP yayın organı Yeni Düzen’de değil de,
Halkın Sesi’nde okumak nasip olmuştu, ama o kadar ihmal da olacaktı. Malum,
gazetenin çalışmaları aksamaktaydı, muhabir sıkıntısı çekilmekteydi. Gerçi
kuruluşa katılan Yeni Düzen’in çiçeği burnunda yeni Genel Yönetmeni ve Mali
Sekreter Mehmet Civa idi, ama adam oturup, bir de haber mi yazacaktı. Londra’dan
dönüşte Strazburg’ta çok yorulmuştu!
Bakınız raporda bu nasıl ifade ediliyor:
“Bir partide merkezi
çalışma zayıflarsa, bu zayıflık bütün örgüte yayılır. Bu nedenledir ki
zayıflıkların giderilmesi, çalışmaların yoğunlaştırılması için işe merkez
örgütüne çekidüzen vermekle başlanması bilince çıkarılmıştır. Kurultayımızın göreve
getireceği yeni Parti Meclisinin seçeceği yeni MYK, önünde yararlanabileceği
raporlar bulacaktır.” (s.44)
Biten dönemde görevli olan
30 kişilik Parti Meclisi, bir kişinin aday olmaması, iki kişinin de yeniden
seçilmemesi yüzünden üç yeni üyenin katılımıyla Kurultay öncesindeki eski kadro
ile yeniden oluşturulmuş ce CTP delegeleri, Kurultay günü bu eski-yeni listeyi
adet yerini bulsun diye ellerini havaya kaldırarak, yeniden onaylamıştır. O
halde CTP yönetiminde hamam da aynı, tas da aynı kalmıştır. Başarısızlıkları
faaliyet raporunda kabul edilenler, yeniden rakipsiz olarak
görevlendirilmişlerdir.
Geçen defa 30 kişilik
listeye rağmen, kurultayda aday olan A. M. Berberoğlu, bu defa uyum gösterirken,
öteki aday Ahmet Hakkı Ertaç ise kurultay öncesinde CTP’den istifa etmeyi
yeğlemiştir. Meşhur “Barış etkinlikleri” gecesinde parti içi bir hizibin komplo
yaptığını açıklamış olan CTP milletvekili Ergün Vehbi ise, 10. CTP Kurultayı’nda
“kol kırılır, yen içinde kalır” felsefesini benimser görünmüştür.
Kurultaya sunulan iki yıllık mali rapordan
anlaşıldığına göre, CTP yönetiminin elinde iki yıl içinde toplanan mali kaynak
358 milyon TL’dir. Buna rağmen, eldeki insan malzemesinin niteliksiz olması
yüzünden, CTP ne ideolojik, ne de politik hiçbir yeni ürün verememektedir. Ama
351.3 milyonluk gider hesabı çar-çur olmaktadır. MYK tarafından başarısızlığı
kanıtlanmış olan personel için 48.5 milyon lira harcanmıştır. Ödenen dış yolluk
ve harcırah miktarı 10milyon kadardır. (Milletvekillerinin her 3-4 ayda bir
yaptıkları Strazburg da içinde “havalanma” gezileri bunun dışındadır. Onun
parasını devlet ödemektedir. Bir CTP milletvekili, AIDS çıkalı artık bu
gezilerin de tadının kaçtığını açıklamıştır. Ordusunu yitirmiş kurmay sayılan
Dev-İş Başkanı ve CTP milletvekili H.Sarıca, Kurultay günü Hindistan’da, Kongre
turizminde olduğu için diğer işçi liderleri ne yazık ki “işçiler adına” CTP
Kurultayına bir mesaj bile gönderememişlerdir!)
Geçen kurultayda alınan 14
karardan biri olan parti merkez binasının yapımı gerçekleştirilememişti; 11.6
milyon lira bina kiralarına gitmişti. Kurultayda yapılan tek eleştirel konuşma,
Yeni Düzen gazetesinin bozulan içeriği ve düşen satışlarıyla ilgiliydi. Oysa ki
parti yönetimi bu gazete için iki yılda 45.8 milyon lira katkı sağlamıştı.
Çeşitli baskı giderleri 15.6 milyondu, ama elde, parti görüşlerini toparlayan,
açıklayan tek bir kitap bile yoktu. İleri Basımevi›nde elde edilen gelir veya
zarardan hiç söz edilmiyordu, ama basın, yayın ve yatırımlar kaleminde 11.3
milyon TL gösteriliyordu. Bu arada başarısızlıkla suçlanan örgütlenme
çalışmaları için parti görevlilerine, 6 milyonu aşkın ulaşım harcaması
yapılmıştı. Seçim ve miting giderleri 2 milyon kadardı. Araba alımları için
17.7 milyon harcanmıştı. Sonunda toplam 351.338.289TL gider hanesine yazılmıştı.
Bu değirmenin suyu nereden geliyordu?
En büyük kalem olarak,
158.5 milyon gelir sağlayan piyango gösterilmekteydi. Kapı ardında onaylamadıklarını
söyledikleri KKTC’nin CTP’ye devlet olarak katkısı 80.5 milyon,
milletvekillerinin katkısı da 31.1 milyondu.
CTP
Mali Sekreterinin de veciz bir şekilde ifade ettiği gibi, CTP kurulduğu 1970
yılı sonundan bu yana geçen 18 yıl içinde gerçekten ekonomik olarak büyüyüp
güçlenmişti. M. Civa kurultayda şöyle konuşuyordu:
“Partimiz
ilk yıllarında 30 Kıbrıs lirasını bulup seçim kampanyasına nasıl katıldığımızı
düşündüm de, bugün 358 milyon TL’lik bir bütçeyle, karşınızda olduğum için
mutluyum. Gelecek kurultayda milyarı aşan bir bütçeyle karşınızda olacağız.”
Milletvekili
sayısının 2’den 12’ye çıkmasına rağmen, parti gazetesinin satışının üye
sayısının da altında olması gerçeği karşısında, soru sorma ihtiyacını hisseden
Güzelyurtlu bir eleştiri sahibi, bu konu üzerine yürümeyen MYK’yı suçluyor, ama
hiçbir yanıt alamıyordu. Demek ki, gazete için harcanan milyonlarca lira,
gazetenin içerik ve satışını iyileştiremeyen personelin ceplerini doldurmaktan
başka bir işe yaramıyordu. Oysa parti kurucusu A. M. Berberoğlu’nun
konuşmasında da belirttiği gibi CTP’nin federasyondan ne anladığı ve
liderlikten hangi konularda farklı görüşlere sahip olduğu konularında halkın
bilgilendirilmesi ve eğitilmesi için bilimsel bir araştırma ile bir kitapçık,
ya da bir bültenin hazırlanması gerekliydi.
İş
gelip, CTP’nin iktidara gelmeye hazır bir siyasal parti mi, yoksa devlet
kesesinden beslenen siyasal bir dernek mi olduğu noktasına dayanmaktadır. CTP’lilere
göre, partilerinin 18 yıllık milletvekili sayısı ve bütçe rakamlarındaki artış,
göz kamaştırıcıydı. Ama nicel yan yanında, nitel olgunluk ve tutarlılık da
önemli olmalıdır. Çünkü gerek CTP, gerekse TKP, bugünkü politik mücadeleyi
parlamentonun duvarları arasına hapsetmişler, halkın politik bilincinin
yükseltilmesi yerine, seçimden seçime milletvekilliği mücadelesiyle
yurtseverliklerini sözüm ona kanıtlamaya çalışmışlardır. Dahası CTP, “federal bir çözümde, işsizlik, askerlik gibi yakıcı
sorunlarımız, para biriminden ve enflasyondan kaynaklanan ekonomik ve sosyal
bunalımlar, kendiliğinden ve süratle çözüm bulacaktır”
diyebilmiştir. (MYK Bildirisi, Ağustos 1988)
Son
günlerde öne atılan CTP milletvekili Fadıl Çağda, kurultay delegelerine,
gelecek seçimlerde R. Denktaş’ın siyasal yaşamına son verme hedefini
göstermiştir. Oysa ki KKTC ilanı sonrasında aynı R.Denktaş’la pazarlığa oturup,
“Sen anayasayı kendi başkanlık süreni uzatmak için değiştireceksen, biz buna
onay veririz, yeni bir anayasa yapmaya gerek yoktur” diyen, yine kendi parti
yetkilileri değil miydi? Mahkemedeki sorgulamasında “Davacı R.Denktaş, sizce
Cumhurbaşkanlığına lâyık bir kimse midir?” sorusunu yanıtlayan Genel Başkan
Ö.Özgür, “Bence halk çoğunluğu onu seçtiğine göre lâyıktır” dememiş miydi?
Yoksa politika yapmak, “dün dündü, bugün bugündür” demek midir?
10.
Olağan Kurultay’da tek aday olarak yeniden CTP Genel Başkanlığına getirilen Ö.
Özgür, “yiğit delegelere” hitaben yaptığı teşekkür konuşmasında, 1990 Haziran
seçimlerinden sonra yapılacak 11. Kurultaya tüm partilerin emekçi sınıf ve
katmanlarla daha iyi bağlar kurmuş, demokratik güçlerle daha iyi diyalog içinde
olarak gelmelerini istiyordu.
Kayıtlı parti üyelerine
bile parti gazetesini okutturamayan ana muhalefet partisi CTP, kendisine oy
vermiş 14-15 bin kişiye nasıl ulaşacak? İşte sorun burada düğümlenmektedir.
Kaldı ki toplumun en çok bilinçlendirilmeye, yönlendirilmeye muhtaç olduğu
dönemlerde, CTP daima gidip egemen görüşe teslim olmaktadır. Sonra da bildiri
yayımlayıp şöyle diyebilmektedir:
“Partimiz
18 yıllık mücadelesi içinde zaman zaman yanlışlara düşmüş, iç sorunlar
geçirmiş, ama her seferinde yanlışlarını düzeltmeyi, sorunlarını aşmayı
başarmıştır. Şimdi de öyle olacaktır.” (Parti Meclisi Açıklaması, Yeni Düzen,
13 Eylül 1988) Yanlışlara hep da dönemeçlerde mi düşülür?
10.
Olağan Kurultaya sunulan faaliyet programında ise şöyle denmektedir:
“Düzgün
bir siyaset planlaması yapmalıyız. Toplumu ilgilendiren her konuda somut,
anlatılabilir bir politika saptamalıyız.” (s.44)
Eh
daha ne duruyorsunuz be kardeşim? İşte hendek, işte deve. İşte 358 milyon TL
gelir!... Ama nitelik yoksa neye yarar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder