PEO
Genel Sekreter Yardımcısı ve AKEL Milletvekili Pavlos Dinglis, 28 Kasım 1985
günkü Ortam gazetesinde çıkan ve kendisiyle yapılmış söyleşide şöyle diyor:
“Kuşkusuz
genel olarak konuşursak, iki tarafta da, yani Rum ve Türk liderlerinin yaptığı
hatalar vardır. Bu hataları öğrenmeli ve incelemeliyiz. İki tarafta da bu
hataları tartışmalıyız… Biz inanıyoruz ki, geçmişi unutmak ve geleceğe bakmak
gerekmektedir.”
Evet
Sayın Dinglis. Geçmişi unutalım mı, yoksa hatalarını öğrenip inceleyelim mi?
Her iki tarafın da hata yaptığını kabul ediyorsak ortak bir başlangıç noktası
bulduk demektir. Hadi bizde kamuoyu önünde, liderliğin hatalarını ayrıntılı bir
şekilde inceleyip tartışma olanakları kısıtlı diyelim. Ya sizin tarafta, en
azından AKEL çevrelerinde, Rum liderlerinin hataları tartışılıyor mu? Ortak
(Rum-Türk) anti-emperyalizmin cephesinin kurulmasını engelleyen, 1968’e kadarki
Rum liderliğinin enosisi hedefleyen politikaları için bir yargıya vardınız mı?
1974 sonrasında enosis politikasının artık ölmüş olduğunu hemen bütün Rum
politikacıları söylemiş durumunda. Biz de geçmişi unutarak geleceğe bakmak
istiyoruz. Ama Kıbrıs sorununa sınıfsal bakış açısını getirmemekle niye
diretiyorsunuz? 5 Kasım 1984 tarihli Haravgi gazetesi, AKEL’in Kıbrıs sorununa
asla “ideolojik gözlüklerle” bakmadığını yazarak, anti-AKEL ve anti-komünist
kampanyayı körükleyen Simerini gazetesi ile Tassos Papadopulos’a karşı kendini
savunmak ihtiyacını hissediyordu. Rum toplumunun üçte birinin desteğe sahip
olan AKEL, niçin milliyetçilerin baskıları karşısında gerileyip, proleter
enternasyonalizmi ve işçi sınıfı ideolojisine korkusuzca sahip çıkmıyor?
Aynı
söyleşi içinde buna bir yanıt var. Sayın Dinglis şöyle diyor: “Maalesef Kıbrıs
sorunu, Türklerle Rumlar arasındaki bir ulusal sorun imiş gibi görünmektedir.
Ve iki tarafta da bu durum ilericiler üzerinde bir ulusal baskı (psikolojik de
olsa) yaratmaktadır. Bu yüzden çeşitli dönemlerde ilericiler, bu ulusal
baskının etkisiyle istemedikleri şeyleri yapmışlardır.”
Yani
Kıbrıslı Rum ilericiler, istemedikleri halde ulusal baskı altında kalarak
1974’lere kadar enosis politikasını savunmuşlardır. Bu politikaya karşı
olduğunu daha ilk enosis fikri ortaya çıktığı vakit belirten Kıbrıs Türk
liderliği ve genel olarak Kıbrıs Türk toplumu, nasıl olur da Kıbrıslı Rumlarla
ortak politik hedeflere yönelebilirdi? 1963 yılı sonunda bozulan ortak yönetim,
acaba bağımsızlık ülküsünün Kıbrıs Rum liderliğince daha tutarlı bir şekilde
savunulması ve enosis hedefinin terkedilmesi ile yeniden kurulamaz mıydı? Tabii
ki Kıbrıs Türk liderliği de taksimci ve ayrılıkçı tavrını terk ederek, yapıcı
davranmalıydı.
1960’larda
milliyetçilerin baskısı karşısında gerilemeyip, enosis hedefini terk eden,
bağımsız Kıbrıs devletine dört elle sarılıp, Kıbrıs Türklerine yönelen faşist
Rum çetelerinin saldırılarını kınayan bir AKEL, Kıbrıs Türk toplumuna güven
vermeyecek miydi? Bu politika 1974’lere kadar niçin oluşturulamamıştı?
Enosisçi kilise ile emperyalizmin
işbirlikçisi aşırı gruplar karşısında gerileyen AKEL, şimdi buna benzer tavır
içine giren CTP’yi bakın nasıl haklı çıkarmaya çalışıyor:
“İlerici
Kıbrıs Türklerinin KKTC’nin ilanının benimsemeleri tamamen ulusal nedenlerden
kaynaklanmıştır. Manevi de olsa bu ulusal baskılardır ki ilericileri yanlış
kararlara oy vermeye zorlamıştır. Bu nedenlerledir ki kuzeyde CTP, bazen Sayın
Denktaş’la aynı paralelde olabilmektedir. Aynı durum bizde de görülmektedir.”
Yani
AKEL’in 1974’e kadar enosis hedefini içten olmasa bile desteklemiş olması ne kadar
haklı nedenlere dayanıyorsa, CTP’nin de 1983 Kasımında bir gecede KKTC’nin
ilanına onay vermesi ve hatta bunun savunuculuğuna soyunması o derecede
haklıdır! Çünkü her iki parti de ulusal baskılara karşı göğüs gerecek
tutarlılıkta değildir. Bu da Kıbrıs sorununa ısrarla ulusal gözlüklerle
bakmalarından ve sınıfsal gözlüğü takmaktan çekinmelerinden kaynaklanmaktadır.
Burjuvaziden bağımsız iç politika üretememe yüzündendir.
Gerek
Kıbrıs Rum tarafında, gerekse Kıbrıs Türk tarafından kendine ilerici sıfatını
takanlar, milliyetçi duygulardan arınmaz ve işçi sınıfı ideolojisinin
gerektirdiği, olaylara sınıfsal açıdan bakma becerisini göstermezlerse, bu
ayrılık daha çok uzun süreceğe benzemektedir. Türk-Rum dostluğunu, işbirliğini
partinin demeç ve bildirilerinde sık sık tekrarlamak yerine, somut adımların
atılması, ilkelerin hayata geçirilmesi gerekmektedir. Yoksa bilimsel öğretiye
bağlılık uluslararası forumlarda saygınlığı sürdürmeye yararken, ülkede ise bir
adım bile ileriye gidememenin sorumlusu olamaz. Sorumlu, bilimi yaratıcı bir
şekilde ülke koşullarına uygulamayıp, milliyetçilerin baskılarına boyun eğen
günübirlik politikalar üretenler olur. Kıbrıs işçi sınıfının milliyet farkı
gözetmeyen bağımsız sınıf politikası bir an önce saptanıp, hayata geçirilmeli,
kitlelere yayılmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder