İngiliz-Amerikan emperyalizminin taksim planı
uyarınca 1974 yazında gerçekleştirilen
faşist Yunan darbesi ve onu izleyen adanın Türk ordusu tarafından işgali sonucu
oluşturulan Kıbrıs’taki yasadışı Kıbrıs Türk devletçiğinde son yıllarda önemli
değişiklikler yaşandı.
Savaş sonucu adanın kuzeyini terk etmek zorunda
kalan 160 bin Rumun geride bıraktığı mal
ve mülkün yağmalanması sürecinde oluşturulan iskan ve topraklandırma düzeni, hem yerli Kıbrıslı Türklere hem de
adaya taşınan onbinlerce Türkiyeli
göçmene yeni bir yaşam sundu.
Türk lirasının l976 yılından
başlayarak adanın işgal altındaki
bölgelerinde kullanılması sonucu, TC’nin enflasyonist ekonomisi ile bütünleşen
Kuzey Kıbrıs, hamaset dolu anavatan-yavruvatan
ilişkisini yıllarca sürdürdü. 1980’li
yıllarda TC’ye egemen olan faşist rejim, Kıbrıslı Türkler arasında da etkisini
gösterdi.
“Sol güçleniyor önlem almak gerek” diyen ayrılıkçı Kıbrıs Türk lideri Rauf
Denktaş, Ankara’nın Kıbrıs Türklerinin iç politikasına müdahalesine çanak
tuttu. NATO karşıtı olduğu gerekçesiyle CTP’nin iktidar ortağı olmasına
izin verilmedi. İktidarı almasına ramak
kalan sosyal demokrat TKP,
etkisizleştirildi. “Çözümsüzlük çözümdür” diyen Denktaş ve onun
politikasını izleyen UBP’nin iktidarda
kalması, Türkiye’den taşınan 100 binden
fazla göçmene verilen seçme ve seçilme hakkı ile güvence altına alındı.
Turgut Özal’ın neoliberal politikasına paralel olarak, Kıbrıs Türkleri
üretimden koparıldı. TC’den gelen yıllık 250 milyon dolarlık mali yardım, her
ay 55 bin haneye 51 bin çek olarak maaş adı altında dağıtıldı. KKTC denen, ama aslında Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nin deyimi ile “TC’nin bir alt
birimi” olarak çalışan devletçiğin çarkları, taşıma suyla
döndürülmeye çalışıldı. İhale mafyaları,
kara para aklayıcısı onlarca kıyı bankası, her köşe başında kurulan ticari bankalar,
kaçakçılık, beyaz kadın, uyuşturucu ve eski eser kaçakçılığı derken, sonunda
küçük esnaf iflas etti, bankalar battı, bankazede ve dövizzedeler ortaya çıktı
ve sistem tıkandı.
Rauf Denktaş’ın bir dönem daha Cumhurbaşkanı olmasına izin
vermeyen 1975 tarihli KTFD
anayasası 1985’te bir gecede lağvedilerek
yerine “bağımsız” KKTC ilan edildi ve ayrılıkçılığın/taksimin ekonomi
politiğini yürüten güçlerin iktidarda kalması sağlandı. İçteki paylaşıma
yönelik Denktaş – Eroğlu çıkar çekişmesi sonucu UBP’den ayrılanların
oluşturduğu DP, 1989 sonrasında Sovyet yanlısı dış politikasını terkedip
liberalleşen CTP ile koalisyon
hükümetlerine dahil edildi. Bir ara,
UBP-TKP koalisyonları da denendi.
Dünyayı saran neoliberal politikaların cazibesi ve ABD’nin sözümona sivil toplum
örgütlerine yönelik olarak harcadığı on milyonlarca dolarlık “çatışmaların
uzlaştırılması” çalışmaları, CTP ve ona yakın sivil toplum örgütlerini
istenilen çizgiye getirdi.
Rejim muhaliflerinin oluşturduğu “Bu Memleket
Bizim” Platformu, 2000’li yılların görkemli mitinglerinde “Kıbrıs sorununun
çözümü ve AB üyeliği” için mücadeleyi
yükseltirken, CTP adına “Birleşik
Güçler”i de ekleyerek, kabaran bu hoşnutsuzluk dalgasını parlamento
seçimlerinde kendi yandaşı sivil toplum kuruluşlarının liderlerince kazanılan
sandalyelere dönüştürmeyi başardı. “Bu memleketi biz yöneteceğiz” sloganı artık
“TC’nin politikalarına uyum gösterme” gereğince terkedildi.
Kıbrıs Türk tarafı, TC’ye karşı AİHM’de kazanılan
A.An davası ardından diğer çeşitli etmenlerin de etkisiyle, 23 Nisan 2003’de
iki bölge arasındaki karşılıklı geçişlere kısıtlı da olsa izin vermeye başladı.
Aradan geçen iki yıl içinde milyonlarca karşılıklı geçiş yapıldı ve
sıradan Kıbrıslılar arasında herhangi
bir “kan davası”nın olmadığı bir kez daha ortaya çıktı.
Adanın bölünmüşlüğünü pekiştirecek olan Annan Planı’nı 24 Nisan 2004’de
reddeden Kıbrıs Rum tarafı, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni AB üyesi yaptıktan
sonra, giderek artan sayıda Kıbrıs
Türkü, Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki
yurttaşlık haklarına sahip çıkmaya başladı. Son 30 yılda kendi ülkesinde sayıca azınlık durumuna düşürülen Kıbrıs
Türklerinden 63 bin 592 kişi, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ait doğum kağıtlarını elde
ederken, 57 bin 309 kişi kimlik kartını da aldı; 32 bin 185 Kıbrıslı Türk de
Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ait pasaportunu taşımayı tercih etmiştir. Ne yazık ki
Kıbrıs Cumhuriyeti’ne olan yurttaşlık sorumluğunun daha da gelişmeye ihtiyacı
vardır.
Bu arada ABD yöntemleriyle ve yumuşak geçişle Kıbrıs Türk liderliğinden
uzaklaştırılan Rauf Denktaş’ın yerini alan CTP lideri Mehmet Ali Talat’ın,
selefi kadar “becerikli bir işbirlikçi” olup olmadığını zaman gösterecektir. ABD-AB desteği ve TC eliyle
KKTC denen bu yasadışı devletçikte sağlanan son vitrin değişiklikleri ile, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık,
Meclis Başkanlığı, tazelenmiş CTP – DP koalisyon hükümetindeki on
bakanlıktan yedisi ve 50 meclis sandalyesinden 24’ü CTP’ye kazandırılmış
bulunmaktadır. CTP’nin bu misyonu, Kıbrıs’ın yeniden birleşmesini geciktirmekle
sınırlı görünmektedir. KKTC denen tiyatronun, TC’nin AB üyeliğinin
gerçekleşmesine kadar devam etmesi beklenebilir. Türkiyeli ordu ve
yerleşiklerin uluslararası hukuka ters bir şekilde adada kalıp, Kıbrıslı
Türklerin kaderlerini özgürce belirlemelerine engel oldukları sürece, Kıbrıs’ın federal ve demokratik tek bir çatı
altında birleşmesini sağlayacak güçlerin üstün gelmesi çok zor olacaktır.
(soL dergisi, Sayı:236, Mayıs 2005 ve Afrika gazetesi, 30 Nisan 2005)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder