İngiliz-Amerikan emperyalizminin yarattığı Kıbrıs
sorunu, hâlâ daha çözüm bekliyor. 1 Mayıs 2004’de Avrupa Birliği’ne katılan
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, 1974’den beri Türk Silahlı Kuvvetlerinin işgali altında
tutulan %37’lik kuzey bölgesinde, AB müktesebatının uygulanması askıya alındı.
İngiliz ve Amerikalı uzmanların gözetiminde BM tarafından hazırlanan Annan
Planı ile ilgili olarak 24 Nisan 2004’de yapılan referandum, kuzeyde “kabul”,
güneyde de “red” şeklinde sonuçlandığı için, “mükemmel” diye pazarlanan çözüm
planı uygulamaya konamadı.
AKP’nin ustalıkla uyguladığı “görüşme masasına
dönecek ve kaçan taraf biz olmayacağız” politikası ile “çözümsüzlük çözümdür”
görüşünün avukatı olan Rauf Denktaş, büyük bir yenilgiye uğratıldı. Kıbrıs
sorununun çözümlenerek, adanın AB’ye, tek bir merkezi devlet çatısı altında
girmesi için verilen çabalar, çözüm yanlısı Kıbrıs Türk partileri tarafından
büyük ölçüde desteklendi. Burada en büyük rolü, Genel Başkanlığını Mehmet Ali Talat’ın
yaptığı Cumhuriyetçi Türk Partisi oynadı.
1990’lara kadar sol sosyal demokrat bir politika
güden CTP, 2000’li yıllarda ABD ve AB yanlısı yeni yapısıyla, kitlelerin umudu
haline getirildi. Genel seçim sonuçlarına bakılacak olursa, oy oranı 6 Aralık 1998’de
%13.35 olan CTP, 14 Aralık 2003’de
%35.18’e ve 20 Şubat 2005’te de %44.45’e yükseltildi. 1998 seçimlerinden sonra
“seçmen yapısı değişiyor” diyen Talat, adanın demografik yapısını önemli ölçüde
değiştirmiş olan Türkiyeli yerleşiklere de hitap etmeye başlayarak, daha sağ ve
milliyetçi politikaları benimsedi. Adanın yeniden birleştirilmesinden söz
etmekle beraber, bunun gerektirdiği politikalara yönelmedi.
“Sivil toplum örgütü” denen öğretmen ve memur
sendikalarının desteği ile Kıbrıs Türk toplumu lideri Rauf Denktaş’ın uzlaşmaz
politikalarına karşı tavırlar geliştiren “Bu Memleket Bizim Platformu”nda
siyaset olarak etkin olan CTP, Kıbrıs sorunu ile ilgili belli kritik tarihler
öncesinde, Lefkoşa’da yapılan büyük mitinglerde, halkı çözüm ve AB için
heveslendirdi. Bu yeni politika, ABD ve AB tarafından maddi ve manevi olarak
desteklendi.
14 Aralık 2003 seçimlerinden sonra, %13.20’lik bir
oy oranı ile 6 milletvekili çıkaran “Barış ve Demokrasi Hareketi” ile
işbirliğinden kaçınan CTP, 7 milletvekili çıkarmış olan statükocu Serdar
Denktaş’ın “Demokrat Parti”si ile koalisyona gitmeyi tercih etti. Böylece, Rauf
Denktaş’tan devralınması planlanan “KKTC Cumhurbaşkanlığı” makamı için yumuşak
geçişe ortam hazırlandı.
Öte yandan CTP gibi statüko karşıtı olarak bilinen
BDH (Toplumcu Kurtuluş Partisi, Birleşik Kıbrıs Partisi ve Kıbrıs Sosyalist
Partisi’nce desteklenmekteydi), Genel Başkan Mustafa Akıncı’nın liderlik
tutkusu yüzünden referandum sonrasında, kendini oluşturan bileşenlerine
ayrıldı. Bu muhalif partinin dördü de,
CTP’den farklı bir politika geliştiremedikleri için, 20 Şubat 2005
seçimlerinde oy kaybına uğradılar.
BDH, %5.81 oranındaki oyu ile ancak Akıncı’yı
Meclis’e gönderebilirken, BKP ile yaptığı ittifakla %2.41’lik oy toplayan TKP,
tarihinde ilk kez meclise adam sokamadı. Böylece “Kıbrıs Türk solunun en güçlü
partisi” haline gelen CTP, kendi dışındaki çözüm ve AB yanlısı güçlerin
yitirdiği 5 sandalyeyi de toplayarak, Meclis’teki temsiliyetini 19’dan 24
sandalyeye yükseltmiş oldu.
17 Nisan 2005’de yapılacak olan KKTC
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar, aynen devam etmesi kararlaştırılan CTP-DP
koalisyon hükümeti, “KKTC’ye uygulanan izolasyonların kaldırılması” ve “ABD’den
gelecek yatırımcıların ekonomiyi canlandırması” aldatmacaları ile zaman kazanmaya
ve yıkacağına dair söz verdiği statükonun devamına çalışmaktadır.
Kıbrıs Türk tarafının 23 Nisan 2003’de yeşil
hattın her iki tarafına geçişleri serbest bırakması ve 10 bine yakın Kıbrıslı
Türkün güneyde çalışmaya başlaması ile kuzey ekonomisine akan milyonlarca
Kıbrıs lirası, Kıbrıs’ta Türk askerinin işgali altında tutulan bölgeye doping
etkisi yapmaktadır. Annan Planı’nın Rumlar tarafından reddinden sonra başlayan,
Rum arazileri üzerindeki “inşaat furyası”
da ekonomiye belli bir hareketlilik kazandırmıştır. 1976’dan beri kuzeyde
kullanılmakta olan Türk lirası yüzünden yaşanan enflasyondaki düşüşün de
katkısı bunlara eklendiğinde, referandumdan sonra azınlığa düşen CTP-DP
koalisyonunun, seçimler sonrasında ortaya çıkan 30 sandalyelik destek ile
istikrara kavuşacağı açıktır.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerini belki de ilk turda
kazanacağı kesin olan Mehmet Ali Talat’ın, Başbakanlıktan Cumhurbaşkanlığına
geçmesi ile, CTP’nin Genel Başkanlık sandalyesine ve dolayısıyla CTP-DP
koalisyon hükümetinin başbakanlığına,
halen CTP Genel Sekreteri olan
Ferdi Sabit Soyer’in getirileceği sanılmaktadır. CTP-DP koalisyonunun da,
DP’nin Çalışma Bakanlığını CTP’ye vermesi ile sürdürüleceği açıklanmıştır.
Kuzeydeki iki seçimin bitmesinden sonra, Annan
Planı’nda Rum tarafının istediği bazı değişiklikleri yapmak üzere harekete
geçmesi beklenen BM Genel Sekreterinin, bunu nasıl gerçekleştireceği ise, çok
bilinmeyenli bir denklemi anımsatıyor. Rum kesimindeki bütün partiler,
istedikleri değişiklikleri yazılı olarak Ulusal Konsey’e iletmiş olmalarına
karşın, Cumhurbaşkanı Tassos Papadopulos, kendi görüşlerini (genel bazı ilkeler
dışında) ayrıntılı olarak henüz açıklamış değildir.
Komünist AKEL partisinin, Kıbrıs Rum liderinin
ikircikli politikasına çanak tutması, geçen yılki referandumda Annan Planı’na
“evet” diyerek, Kıbrıslı Türklerle yeni bir ortaklık denemesinden yana tavır
koyan gerek AKEL içindeki muhalefeti, gerekse ana muhalefetteki DİSİ partisini
endişelendirmeye devam ediyor.
1963 Aralık ayından beridir, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni
tek başına yöneten Kıbrıslı Rumlar, 1974 yazından beridir, adanın kuzeyindeki
Türk işgali nedeniyle devlet otoritesini oralarda geçerli kılamamaktadırlar. BM
şemsiyesi altında onyıllardır sürdürülmekte olan toplumlararası görüşmelerde ulaşılan
anlaşma noktalarının, nihai bir anlaşma ile kabulü için son bir denemenin daha
yapılması beklenmektedir: Ya iktidar bölüşülecek, ya da adanın taksimi
onaylanacaktır. Başka çıkış yolu görülmemektedir.
Son iki yıldır kuzey ile güney arasında serbest
dolaşım bazı kısıtlamalar olsa bile sürmektedir, ama gerek Türk ordusunun geri
çekilmesi, gerekse adaya taşınan TC’li nüfusun geleceği konusunda herhangi bir
ilerleme sağlanamamıştır. Oysa bu iki husus, Kıbrıs’ta silah zoru ile
yaratılmış olan yasadışı KKTC devletçiğinin esas dayanak noktalarını
oluşturmaktadır. Kıbrıslı Türkler, ancak kendi başlarına kaldıkları zaman,
demokratik ve federal bir çözümün nasıl olması gerektiği konusunda kendi
iradelerini serbestçe dile getirebilecekler. Bunun için de ortak vatan
doğrultusunda, ortak mücadele yolunu açacak, ortak siyasi örgütlenmeler
kaçınılmazdır. Bu aşamaya geçilmedikçe, adanın taksimi gittikçe kemikleşecek ve
genç kuşaklar arasında gerek siyasal, gerekse ekonomik işbirliği
kurulamayacaktır.
Adanın taksiminin ekonomik ve politik alt yapısını
yıllardır hazırlamış olanlar, adanın AB (Kıbrıs Cumhuriyeti) ve ABD (Türkiye
Cumhuriyeti) arasındaki taksimini sürdürmek için yeni “Denktaş”lar bulmakta
zorlanmadıklarını kanıtlamışlardır.
(soL dergisi, Sayı:235, Nisan 2005 ve Afrika gazetesi, 4 Nisan 2005)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder