17 Haziran 2015 Çarşamba

KIBRIS’TA YA İKTİDAR, YA DA TOPRAK BÖLÜŞÜLECEK


İngiliz-Amerikan emperyalizminin yarattığı Kıbrıs sorunu, hâlâ daha çözüm bekliyor. 1 Mayıs 2004’de Avrupa Birliği’ne katılan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, 1974’den beri Türk Silahlı Kuvvetlerinin işgali altında tutulan %37’lik kuzey bölgesinde, AB müktesebatının uygulanması askıya alındı. İngiliz ve Amerikalı uzmanların gözetiminde BM tarafından hazırlanan Annan Planı ile ilgili olarak 24 Nisan 2004’de yapılan referandum, kuzeyde “kabul”, güneyde de “red” şeklinde sonuçlandığı için, “mükemmel” diye pazarlanan çözüm planı uygulamaya konamadı.
AKP’nin ustalıkla uyguladığı “görüşme masasına dönecek ve kaçan taraf biz olmayacağız” politikası ile “çözümsüzlük çözümdür” görüşünün avukatı olan Rauf Denktaş, büyük bir yenilgiye uğratıldı. Kıbrıs sorununun çözümlenerek, adanın AB’ye, tek bir merkezi devlet çatısı altında girmesi için verilen çabalar, çözüm yanlısı Kıbrıs Türk partileri tarafından büyük ölçüde desteklendi. Burada en büyük rolü, Genel Başkanlığını Mehmet Ali Talat’ın yaptığı Cumhuriyetçi Türk Partisi oynadı.
1990’lara kadar sol sosyal demokrat bir politika güden CTP, 2000’li yıllarda ABD ve AB yanlısı yeni yapısıyla, kitlelerin umudu haline getirildi. Genel seçim sonuçlarına bakılacak olursa, oy oranı 6 Aralık 1998’de %13.35 olan CTP,  14 Aralık 2003’de %35.18’e ve 20 Şubat 2005’te de %44.45’e yükseltildi. 1998 seçimlerinden sonra “seçmen yapısı değişiyor” diyen Talat, adanın demografik yapısını önemli ölçüde değiştirmiş olan Türkiyeli yerleşiklere de hitap etmeye başlayarak, daha sağ ve milliyetçi politikaları benimsedi. Adanın yeniden birleştirilmesinden söz etmekle beraber, bunun gerektirdiği politikalara yönelmedi.   
“Sivil toplum örgütü” denen öğretmen ve memur sendikalarının desteği ile Kıbrıs Türk toplumu lideri Rauf Denktaş’ın uzlaşmaz politikalarına karşı tavırlar geliştiren “Bu Memleket Bizim Platformu”nda siyaset olarak etkin olan CTP, Kıbrıs sorunu ile ilgili belli kritik tarihler öncesinde, Lefkoşa’da yapılan büyük mitinglerde, halkı çözüm ve AB için heveslendirdi. Bu yeni politika, ABD ve AB tarafından maddi ve manevi olarak desteklendi.
14 Aralık 2003 seçimlerinden sonra, %13.20’lik bir oy oranı ile 6 milletvekili çıkaran “Barış ve Demokrasi Hareketi” ile işbirliğinden kaçınan CTP, 7 milletvekili çıkarmış olan statükocu Serdar Denktaş’ın “Demokrat Parti”si ile koalisyona gitmeyi tercih etti. Böylece, Rauf Denktaş’tan devralınması planlanan “KKTC Cumhurbaşkanlığı” makamı için yumuşak geçişe ortam hazırlandı.
Öte yandan CTP gibi statüko karşıtı olarak bilinen BDH (Toplumcu Kurtuluş Partisi, Birleşik Kıbrıs Partisi ve Kıbrıs Sosyalist Partisi’nce desteklenmekteydi), Genel Başkan Mustafa Akıncı’nın liderlik tutkusu yüzünden referandum sonrasında, kendini oluşturan bileşenlerine ayrıldı. Bu muhalif partinin dördü de,  CTP’den farklı bir politika geliştiremedikleri için, 20 Şubat 2005 seçimlerinde oy kaybına uğradılar.
BDH, %5.81 oranındaki oyu ile ancak Akıncı’yı Meclis’e gönderebilirken, BKP ile yaptığı ittifakla %2.41’lik oy toplayan TKP, tarihinde ilk kez meclise adam sokamadı. Böylece “Kıbrıs Türk solunun en güçlü partisi” haline gelen CTP, kendi dışındaki çözüm ve AB yanlısı güçlerin yitirdiği 5 sandalyeyi de toplayarak, Meclis’teki temsiliyetini 19’dan 24 sandalyeye yükseltmiş oldu.  
17 Nisan 2005’de yapılacak olan KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar, aynen devam etmesi kararlaştırılan CTP-DP koalisyon hükümeti, “KKTC’ye uygulanan izolasyonların kaldırılması” ve “ABD’den gelecek yatırımcıların ekonomiyi canlandırması” aldatmacaları ile zaman kazanmaya ve yıkacağına dair söz verdiği statükonun devamına çalışmaktadır.
Kıbrıs Türk tarafının 23 Nisan 2003’de yeşil hattın her iki tarafına geçişleri serbest bırakması ve 10 bine yakın Kıbrıslı Türkün güneyde çalışmaya başlaması ile kuzey ekonomisine akan milyonlarca Kıbrıs lirası, Kıbrıs’ta Türk askerinin işgali altında tutulan bölgeye doping etkisi yapmaktadır. Annan Planı’nın Rumlar tarafından reddinden sonra başlayan, Rum arazileri üzerindeki  “inşaat furyası” da ekonomiye belli bir hareketlilik kazandırmıştır. 1976’dan beri kuzeyde kullanılmakta olan Türk lirası yüzünden yaşanan enflasyondaki düşüşün de katkısı bunlara eklendiğinde, referandumdan sonra azınlığa düşen CTP-DP koalisyonunun, seçimler sonrasında ortaya çıkan 30 sandalyelik destek ile istikrara kavuşacağı açıktır. 
Cumhurbaşkanlığı seçimlerini belki de ilk turda kazanacağı kesin olan Mehmet Ali Talat’ın, Başbakanlıktan Cumhurbaşkanlığına geçmesi ile, CTP’nin Genel Başkanlık sandalyesine ve dolayısıyla CTP-DP koalisyon hükümetinin başbakanlığına,  halen CTP Genel Sekreteri  olan Ferdi Sabit Soyer’in getirileceği sanılmaktadır. CTP-DP koalisyonunun da, DP’nin Çalışma Bakanlığını CTP’ye vermesi ile sürdürüleceği açıklanmıştır.
Kuzeydeki iki seçimin bitmesinden sonra, Annan Planı’nda Rum tarafının istediği bazı değişiklikleri yapmak üzere harekete geçmesi beklenen BM Genel Sekreterinin, bunu nasıl gerçekleştireceği ise, çok bilinmeyenli bir denklemi anımsatıyor. Rum kesimindeki bütün partiler, istedikleri değişiklikleri yazılı olarak Ulusal Konsey’e iletmiş olmalarına karşın, Cumhurbaşkanı Tassos Papadopulos, kendi görüşlerini (genel bazı ilkeler dışında) ayrıntılı olarak henüz açıklamış değildir.
Komünist AKEL partisinin, Kıbrıs Rum liderinin ikircikli politikasına çanak tutması, geçen yılki referandumda Annan Planı’na “evet” diyerek, Kıbrıslı Türklerle yeni bir ortaklık denemesinden yana tavır koyan gerek AKEL içindeki muhalefeti, gerekse ana muhalefetteki DİSİ partisini endişelendirmeye devam ediyor.
1963 Aralık ayından beridir, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tek başına yöneten Kıbrıslı Rumlar, 1974 yazından beridir, adanın kuzeyindeki Türk işgali nedeniyle devlet otoritesini oralarda geçerli kılamamaktadırlar. BM şemsiyesi altında onyıllardır sürdürülmekte olan toplumlararası görüşmelerde ulaşılan anlaşma noktalarının, nihai bir anlaşma ile kabulü için son bir denemenin daha yapılması beklenmektedir: Ya iktidar bölüşülecek, ya da adanın taksimi onaylanacaktır. Başka çıkış yolu görülmemektedir.
Son iki yıldır kuzey ile güney arasında serbest dolaşım bazı kısıtlamalar olsa bile sürmektedir, ama gerek Türk ordusunun geri çekilmesi, gerekse adaya taşınan TC’li nüfusun geleceği konusunda herhangi bir ilerleme sağlanamamıştır. Oysa bu iki husus, Kıbrıs’ta silah zoru ile yaratılmış olan yasadışı KKTC devletçiğinin esas dayanak noktalarını oluşturmaktadır. Kıbrıslı Türkler, ancak kendi başlarına kaldıkları zaman, demokratik ve federal bir çözümün nasıl olması gerektiği konusunda kendi iradelerini serbestçe dile getirebilecekler. Bunun için de ortak vatan doğrultusunda, ortak mücadele yolunu açacak, ortak siyasi örgütlenmeler kaçınılmazdır. Bu aşamaya geçilmedikçe, adanın taksimi gittikçe kemikleşecek ve genç kuşaklar arasında gerek siyasal, gerekse ekonomik işbirliği kurulamayacaktır.
Adanın taksiminin ekonomik ve politik alt yapısını yıllardır hazırlamış olanlar, adanın AB (Kıbrıs Cumhuriyeti) ve ABD (Türkiye Cumhuriyeti) arasındaki taksimini sürdürmek için yeni “Denktaş”lar bulmakta zorlanmadıklarını kanıtlamışlardır.     

(soL dergisi, Sayı:235, Nisan 2005 ve Afrika gazetesi, 4 Nisan 2005)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder