Bir ara
Annan Planı nedeniyle hareketlenen Kıbrıs sorununa çözüm bulma çabaları, şu
sıralar durgunluk dönemini yaşıyor. İngiliz-Amerikan emperyalizminin Kıbrıs
adasını bölme ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırma planları çerçevesinde
hazırladıkları ve BM’nin aracılığı, AB’nin onayı ile uygulamaya koymak
istedikleri konfederal çözüm, Kıbrıslı Rumların ezici çoğunluğu tarafından
reddedilince, çalışmalara ara verildi.
Kıbrıs
Rum kesimindeki çözüm yanlısı çevreler, AB üyesi, geleceğin birleşik, federal
Kıbrıs’ında iktidarın bölüşülmesi konusunun henüz netleşmemiş olması nedeniyle,
Cumhurbaşkanı Papadopulos’tan bağımsız olarak davranmakta tereddüt ediyorlar.
Kaldı ki, varılacak anlaşmanın, belirlenecek bir takvim içinde uygulanacağının güvencesini
de henüz almış değiller.
Annan
Planı’nı kendi fetihçi çıkarlarını ve ada üzerindeki vesayetini sürdüreceği
için kabul eden Türk tarafı ise, “biz planı kabul ettik, bizi ödüllendiriniz”
taleplerini sürdürüyor. Oysa ki 1974’de yaratılan yasadışı durumdan herhangi
bir geriye dönüş yok; askeri işgal ve sonuçları aynen korunuyor.
Savaş
sırasında kuzeyi terk etmiş olan Kıbrıslı Rumların mal ve mülklerini, gerek
Kıbrıslı Türklere, gerekse Cenevre Sözleşmesine aykırı olarak adaya taşıdığı
Türkiyeli nüfusa tapulayan Türk makamları, sorunun toprak mülkiyeti ile ilgili
yönünü de içinden çıkılmaz bir hale getirmiş bulunuyor. 5. Annan Planı’na
yaslanan toprak spekülatörleri, kuzeydeki Rum mallarına yönelik yeni bir
yağmayı halen sürdürüyorlar. Yabancıların mülk alımıyla ilgili başvuru sayısı
2000 yılında 208 dosya iken, Ağustos 2004’de 1,700’e ulaştı. Son üç ayda
yabancılara satılan Rum mallarından, 2 milyar dolar elde edildi.
AB’ye
katılım görüşmelerini başlatmak üzere tarih alması beklenen Türkiye, AB üyesi
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin topraklarını 40 bine yakın askeriyle işgal etmeyi
sürdürürken, kukla devletin meclisi de, uluslararası hukuka göre Rumlara ait
olan işgal altındaki mülkleri 125 yıllığına AB yurttaşlarına veya başka
yabancılara satmak için yasa tasarısı hazırladı!
Bütün
bunlar, “Çözüm ve AB” sloganı ile Aralık 2003 seçimlerini kazanan sözümona
çözüm yanlısı CTP’nin iktidarda olduğu bir dönemde gerçekleşiyor. Ankara’nın
talimatı üzerine müttefiki BDH’yı dışlayıp, Serdar Denktaş’ın DP’si ile koalisyona
girmeyi tercih eden CTP, aylardır “izolasyonların kaldırılması” adı altında,
yasadışı KKTC’yi aklama çabalarını yürütmekle meşgul.
Anımsanacaktır,
Rauf Denktaş’ın “Annan Planı’nı görüşmeyiz” politikası karşısında, AKP’nin “biz
geri görüşme masasına döneceğiz, masadan kaçan taraf olmayacağız” politikası,
ABD’nin onayı ve Türk basın-yayın organlarının alkışları arasında ustaca
yürürlüğe konmuştu. CTP Genel Başkanı Talat, ABD tarafından “yeni Kıbrıs Türk
lideri” olarak onay alırken, şimdilik kızağa çekilen Rauf Bey’in rolü de,
“barışçı imajı” ile Talat’a devredilmiş oluyordu.
30
yılın kirini temizleyecek bir iktidar değişikliği için yollara düşürülen Kıbrıs
Türkleri, sendika ve “sivil toplum kuruluşları”nı bir araya getiren “Bu
Memleket Bizim Platformu” aracılığıyla, bir dizi yığınsal protesto mitingleri
düzenlemişti. Bu hareketlilik, genel seçimlerin sonrasında Annan Planı’nın
kabul edilmesi için kullanıldı.
Liberalleşmiş
eski sosyal demokrat CTP’nin, kendi siyasal görüşlerine sempati duyan bazı
sendikacı ve işadamını, “CTP-Birleşik Güçler” adı altında toplaması sonucu,
meclisteki koltuklara oturan dünün muhalifleri, bugün, kitleleri “bekle-gör”
politikası ile pasifleştirmiştir. “KKTC”ye direkt uçuşlar başlıyor”,
“ambargolar kalkıyor”, “izolasyondan kurtuluyoruz” safsataları ile kandırılan
kitleler, halen bir kafa karışıklığı içinde bocalamaktadır.
AB
Parlamentosuna gönderilecek Kıbrıslı temsilcilerin belirlenmesi için yapılan ve
ilk kez ortak seçmen listesi ile gerçekleştirilen seçimlere katılan Kıbrıslı
Türk seçmen sayısının, sadece 97 (doksan yedi) olması, ortak devlete sadakat
bilincinin oluşması için verilmesi gereken mücadelenin ne kadar zor olacağını
göstermektedir. Çünkü Kıbrıslı Türklerin sözümona solcu partilerinin hemen
hemen hepsi, Annan Planı temelinde, etnik ayrıma dayalı bir Kıbrıs Türk
devletini, şu veya bu şekilde benimsemektedir.
Öte yandan karşılıklı geçişlere izin verildiği
son bir buçuk yılda, “Kıbrıslı Türklerle Rumlar bir arada yaşayamaz”
safsatasının ne kadar yersiz olduğu kanıtlanmıştır. Güneyde çalışan binlerce
Kıbrıslı Türk işçisinin kuzeye getirdiği gelirlerde, %123.5 oranında bir artış
olmuştur. Kuzeydeki Rum otellerini elinde bulunduran yeraltı dünyası da, cebi
dolu Kıbrıslı Rumların kumarhane, kerhane ve meyhanelerde bıraktıkları Kıbrıs
liralarından çok memnun görünmektedir. Ekonomik krizin bir süre daha bu yolla
savuşturulması uygun bulunmuştur. Hele bir İncirlik ve Irak’taki ABD askerleri
de KKTC’de rahatlatılsaydı, ne iyi olurdu!
2003’de
5,949 dolar olan kişi başına gelirin, 2004 sonunda 7,350 dolara yükselmesi
beklenmektedir. Yağma Yanni’nin malları, uluslararası hukuk ve insan haklarının
ayaklar altına alınması pahasına elde edilen bu “başarılar” bakalım daha ne
kadar zaman sürecek!
(soL dergisi, Sayı:229, Ekim 2004
ve Afrika gazetesi, 19 Ekim 2004)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder