Son
zamanlarda Kıbrıs Türk toplumuna mensup siyasilerin kişisel nedenlerle de olsa
Moskova’yı ziyaret ettiklerini sevinçle öğreniyoruz. Kıbrıslı Türkler ile
Sovyetler Birliği arasındaki bu ilişkilerin, kişisel düzeyde de olsa, her iki
taraf açısından çok yararlı olduğu kuşkusuzdur. Hatta sosyalist ülkelerle
ilgili bazı önyargıların yıkılması için bu ziyaretlerin zorunlu olduğu
söylenebilir.
Bir
süre önce İçişleri ve İskan Bakanı Onay Demirciler’in bir deniz kazası geçiren
oğlu Sovyetler Birliği’ne tedavi amacıyla gitmiş ve orada uzun süre tedavi
gördükten sonra, iyileşme umutları artarak geri dönmüştü. Bu yaz da, Toplumcu
Kurtuluş Partisi Genel Başkanı İsmail Bozkurt, 15 yaşındaki yürüyemeyen oğlunun
sağlık durumunu inceletmek için eşiyle birlikte SSCB Sendikalarının konuğu
olarak Moskova’da 45 gün kaldı. Bozkurt’un kaleminden Moskova İzlenimleri’ni
Ortam gazetesinde zevkle izledik. Moskova kenti, Sovyet insanları, Sovyet
Sendikacılığı, Fabrika-Sovhoz gezileri, Moskova’da Kıbrıslılar vb ilginç
konularda değerlendirmelerini okuduk.
Cumhuriyetçi
Türk Partisi Genel Başkanı Özker Özgür de bu yıl Sovyetler Birliği’ne giden
ikinci muhalefet partisi liderimiz oldu. 10 Temmuz-5 Ağustos 1987 tarihleri
arasında, Sovyet Barışı Koruma Komitesi’nin çağrılısı olarak ilk kez SSCB’de
tatil yapan, ya da görüş değiş-tokuşunda bulunan Özgür de, izlenimlerini üç
hafta süreyle Yeni Düzen gazetesinde tefrika etti. Kendisini davet eden
Sovyetler Birliği Barışı Koruma Komitesi’ne sunduğu yazılı görüşlerinde CTP
Genel Başkanı şöyle diyordu: “İki toplumun eşitliğine bağlı kalınması ve Kıbrıs
Türklerinin güvenlik konusundaki duyarlılıklarının gözardı edilmemesi koşulu
ile Sovyet önerileri Kıbrıs’taki çözümsüzlüğün önünü açacaktır.” Özgür’ün öne sürdüğü koşullardan “iki toplumun
eşitliğine bağlı kalınması” ifadesiyle neyi kastettiği pek anlaşılamadı. Yoksa
Özgür, KKTC adı verilen ve kuruluşuna Sovyetler Birliği’nin açıkça karşı
çıktığı “devlet”in, Kıbrıs Cumhuriyeti ile eşit kabul görmesini ve tanınmasını
mı talep ediyordu? Bu konuya pek açıklık getirilmedi. SSCB’nin Kıbrıs Türk
toplumunu, Kıbrıs Rum toplumu ile eşit tuttuğu ve ada halkı arasında herhangi
bir ayrım gözetmediği yıllardır bilinen bir politikadır. Bu ilkeli politikanın
geçmişi, Şubat 1962’de ilk uzay adamı Yuri Gagarin’in Lefkoşa’daki Çetinkaya
Kulübü’nde şerefine verilen çay partisine katılmasına kadar dayanmaktadır.
Günümüzde de SSCB, KKTC’yi bir “devlet” olarak tanımamakla beraber, Güney’deki
Elçilik mensupları aracılığıyla Kıbrıs Türk toplumunun bütün siyasi partileri,
yayın organları ve hatta Müftülüğü ile bile ilişkilerini sürdürmektedir. O
halde değişen bir tutum mu var ki Özgür bu koşula bağlı kalınmasını istiyor?
Yoksa resmi politikanın istemleriyle paralellik kurma çabası mı güdülüyor?
CTP
Genel Başkanı’nın 22 gün süren yazılarının izlenimden çok, elde ettiği basılı
yayınlardan derlediği bir çeviri olduğunu belirtmeliyiz. 4 gün perestroika (ki
yenilenme olarak yanlış çevirmiştir, aslı yeniden yapılanma, reorganizasyon
anlamına gelen reconstruction’dır), 12 gün glasnot (açıklık) konusunda yapılan
peşrevden sonra, gazetenin okuyucuları 6 günlük sonuç bölümünde Özgür’ün
kişisel gözlem ve izlenimlerinin pek azını öğrenebildi. Anlaşılan Özker Özgür,
yeniden yapılanma ve açıklık politikalarının özünü henüz kavrayamamış. Çünkü
yazı dizisinde dile getirilen izlenimlerde yeterli “açıklık” yok. Moskova’da
görüşme olanağı bulduğu SBKP MK Kıbrıs Danışmanı Karl Afanasyeviç, SSCB
Dışişleri Bakanlığı Güney Avrupa Ülkeleri Bölüm Başkanı G. Smirnof, Sovyet
Barış Komitesi Sekreteri İgor P. Filin, acaba Kıbrıs sorunu ve bu konudaki
Kıbrıs Türk görüşleri hakkında neler düşünüyorlar? Bilinen resmi devlet
görüşünden de öte, onlardan edinebildiği kişisel izlenimler ne olmuştur? Ne
yazık ki bu önemli noktalar, çekilen 2-3dostluk resminin ardında saklı kaldı.
Moskova’dan başka Kırım’ı da ziyaret ederek, Yalta’da bir süre kalan CTP Genel
Başkanı, Hindistan, Bangladeş, Kanada ve Sri Lanka’dan konuklarla da tanışmış.
Bu ülkelerin hepsinde de etnik-ulusal sorunlar yaşanmakta. Özgür bu kişilerle
sadece selamlaştı mı, yoksa onlarla bu konularda görüş alış-verişinde bulundu
mu? Belki de bulunmuştur, ama henüz daha benimseyemediği anlaşılan “açıklık”
politikası gereği, bunları anlatmak yerine, kendisine saklamayı yeğlemiştir
herhalde.
Yazı dizisi
içinde Özgür “Sovyetleri baştan başa gezmek olanağını bulamadık” diye
serzenişte bulunuyor. İnşallah bu olanak kendisine bir başka defa sağlanır.
Ancak kendisinden ricamız “yediğin içtiğin senin olsun, bu defa bize
gördüklerini-duyduklarını anlat” şeklinde olacak. Özgür, yazı dizisi nedeniyle
Birlik gazetesince kendisine yöneltilen eleştirileri yanıtlarken, UBP genel
Sekreteri Olgun Paşalar’ın da ABD’ye çağrılı olarak gittiğini, ama gördüklerini
anlatmamayı yeğlediğini yazıyor ve ekliyor: “İki kez New York’a gitmek olanağı
buldum. BM binası ile kaldığımız otel arasında mekik dokuduk. Amerikalılarla
tanışamadık.” Herhalde bunu okuyan ABD Elçiliği mensupları artık bir an önce
Özgür’e bir davetiye ileterek, “yaşam biçimleri, sosyal, ekonomik, politik
sistemlerini yakından göremedik” dediği ABD’nin değişik yörelerini gezdirmekte
gecikmeler. Bu arada CTP Genel Başkanının denge politikası da yerine oturmuş
olur, değil mi?
Özgür’ün Sovyetler
Birliği İzlenimleri’ne geri dönecek olursak, onun da bu konuda yeterince
bilgilenemediği kanısına vardığımızı belirtmeliyiz. Çünkü 2 Eylül günkü
yazısında “Sovyetlerde sosyal sınıflar yoktur” demektedir. Oysa bizim
bildiğimiz Sovyetlerde “sömürücü” sosyal sınıflar yoktur, ama henüz hedeflenen
komünist toplum aşamasına varılmadığından ve şimdiki gelişmiş sosyalist toplum
aşamasında bulunulduğundan işçi sınıfı ve köylüler birer sosyal sınıf olarak
varlıklarını sürdürmektedirler. Özgür, 70’li yılların sonu ile 80’li yılların
başlarında SSCB’de görülen ve yaygın olarak eleştirilen bazı aksaklıklar
konusunda da farklı şeyler söylemektedir. 24 Ağustos tarihli yazısının bir
yerinde “emekçilerin yönetime katılmaktan alıkonulduğunu” söylerken, biraz daha
altta bu aksamaların temel nedenini “halkın kontrol hak ve yetkisini
kullanmasına” bağlamaktadır. Acaba hangisi doğru? Bu konuda, “geçmişten
çıkarılan dersler”in neler olduğunu açıklayan M. Gorbaçov’un 27 Ocak 1987
tarihli MK Plenumuna sunduğu raporu okumasını salık vereceğiz. Gorbaçov bunu
nasıl ortaya koyuyordu? “Kıdemli yönetici konumundaki birçok Parti üyesi
denetim ya da eleştiri dışındaydı; bu durum çalışmada başarısızlıklara, Partili
ahlak açısından ciddi riayetsizliklere yol açtı… Üst düzeyde yetkililerin
davranışları karşısında emekçilerin duyduğu haklı öfkeyi görmezden gelemeyiz.”
Acaba Kıbrıs’ın kuzey ve güneyindeki emekçiler de benzeri duygular içinde
değiller mi? Glasnost ve perestroika rüzgarının Kıbrıs’ta da esmesi umuduyla…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder