29 Haziran 2015 Pazartesi

ÖZGÜR'ÜN "İZLENİMLERİ" ÜZERİNE...



         Son zamanlarda Kıbrıs Türk toplumuna mensup siyasilerin kişisel nedenlerle de olsa Moskova’yı ziyaret ettiklerini sevinçle öğreniyoruz. Kıbrıslı Türkler ile Sovyetler Birliği arasındaki bu ilişkilerin, kişisel düzeyde de olsa, her iki taraf açısından çok yararlı olduğu kuşkusuzdur. Hatta sosyalist ülkelerle ilgili bazı önyargıların yıkılması için bu ziyaretlerin zorunlu olduğu söylenebilir.

         Bir süre önce İçişleri ve İskan Bakanı Onay Demirciler’in bir deniz kazası geçiren oğlu Sovyetler Birliği’ne tedavi amacıyla gitmiş ve orada uzun süre tedavi gördükten sonra, iyileşme umutları artarak geri dönmüştü. Bu yaz da, Toplumcu Kurtuluş Partisi Genel Başkanı İsmail Bozkurt, 15 yaşındaki yürüyemeyen oğlunun sağlık durumunu inceletmek için eşiyle birlikte SSCB Sendikalarının konuğu olarak Moskova’da 45 gün kaldı. Bozkurt’un kaleminden Moskova İzlenimleri’ni Ortam gazetesinde zevkle izledik. Moskova kenti, Sovyet insanları, Sovyet Sendikacılığı, Fabrika-Sovhoz gezileri, Moskova’da Kıbrıslılar vb ilginç konularda değerlendirmelerini okuduk.

         Cumhuriyetçi Türk Partisi Genel Başkanı Özker Özgür de bu yıl Sovyetler Birliği’ne giden ikinci muhalefet partisi liderimiz oldu. 10 Temmuz-5 Ağustos 1987 tarihleri arasında, Sovyet Barışı Koruma Komitesi’nin çağrılısı olarak ilk kez SSCB’de tatil yapan, ya da görüş değiş-tokuşunda bulunan Özgür de, izlenimlerini üç hafta süreyle Yeni Düzen gazetesinde tefrika etti. Kendisini davet eden Sovyetler Birliği Barışı Koruma Komitesi’ne sunduğu yazılı görüşlerinde CTP Genel Başkanı şöyle diyordu: “İki toplumun eşitliğine bağlı kalınması ve Kıbrıs Türklerinin güvenlik konusundaki duyarlılıklarının gözardı edilmemesi koşulu ile Sovyet önerileri Kıbrıs’taki çözümsüzlüğün önünü açacaktır.”  Özgür’ün öne sürdüğü koşullardan “iki toplumun eşitliğine bağlı kalınması” ifadesiyle neyi kastettiği pek anlaşılamadı. Yoksa Özgür, KKTC adı verilen ve kuruluşuna Sovyetler Birliği’nin açıkça karşı çıktığı “devlet”in, Kıbrıs Cumhuriyeti ile eşit kabul görmesini ve tanınmasını mı talep ediyordu? Bu konuya pek açıklık getirilmedi. SSCB’nin Kıbrıs Türk toplumunu, Kıbrıs Rum toplumu ile eşit tuttuğu ve ada halkı arasında herhangi bir ayrım gözetmediği yıllardır bilinen bir politikadır. Bu ilkeli politikanın geçmişi, Şubat 1962’de ilk uzay adamı Yuri Gagarin’in Lefkoşa’daki Çetinkaya Kulübü’nde şerefine verilen çay partisine katılmasına kadar dayanmaktadır. Günümüzde de SSCB, KKTC’yi bir “devlet” olarak tanımamakla beraber, Güney’deki Elçilik mensupları aracılığıyla Kıbrıs Türk toplumunun bütün siyasi partileri, yayın organları ve hatta Müftülüğü ile bile ilişkilerini sürdürmektedir. O halde değişen bir tutum mu var ki Özgür bu koşula bağlı kalınmasını istiyor? Yoksa resmi politikanın istemleriyle paralellik kurma çabası mı güdülüyor?

         CTP Genel Başkanı’nın 22 gün süren yazılarının izlenimden çok, elde ettiği basılı yayınlardan derlediği bir çeviri olduğunu belirtmeliyiz. 4 gün perestroika (ki yenilenme olarak yanlış çevirmiştir, aslı yeniden yapılanma, reorganizasyon anlamına gelen reconstruction’dır), 12 gün glasnot (açıklık) konusunda yapılan peşrevden sonra, gazetenin okuyucuları 6 günlük sonuç bölümünde Özgür’ün kişisel gözlem ve izlenimlerinin pek azını öğrenebildi. Anlaşılan Özker Özgür, yeniden yapılanma ve açıklık politikalarının özünü henüz kavrayamamış. Çünkü yazı dizisinde dile getirilen izlenimlerde yeterli “açıklık” yok. Moskova’da görüşme olanağı bulduğu SBKP MK Kıbrıs Danışmanı Karl Afanasyeviç, SSCB Dışişleri Bakanlığı Güney Avrupa Ülkeleri Bölüm Başkanı G. Smirnof, Sovyet Barış Komitesi Sekreteri İgor P. Filin, acaba Kıbrıs sorunu ve bu konudaki Kıbrıs Türk görüşleri hakkında neler düşünüyorlar? Bilinen resmi devlet görüşünden de öte, onlardan edinebildiği kişisel izlenimler ne olmuştur? Ne yazık ki bu önemli noktalar, çekilen 2-3dostluk resminin ardında saklı kaldı. Moskova’dan başka Kırım’ı da ziyaret ederek, Yalta’da bir süre kalan CTP Genel Başkanı, Hindistan, Bangladeş, Kanada ve Sri Lanka’dan konuklarla da tanışmış. Bu ülkelerin hepsinde de etnik-ulusal sorunlar yaşanmakta. Özgür bu kişilerle sadece selamlaştı mı, yoksa onlarla bu konularda görüş alış-verişinde bulundu mu? Belki de bulunmuştur, ama henüz daha benimseyemediği anlaşılan “açıklık” politikası gereği, bunları anlatmak yerine, kendisine saklamayı yeğlemiştir herhalde.

Yazı dizisi içinde Özgür “Sovyetleri baştan başa gezmek olanağını bulamadık” diye serzenişte bulunuyor. İnşallah bu olanak kendisine bir başka defa sağlanır. Ancak kendisinden ricamız “yediğin içtiğin senin olsun, bu defa bize gördüklerini-duyduklarını anlat” şeklinde olacak. Özgür, yazı dizisi nedeniyle Birlik gazetesince kendisine yöneltilen eleştirileri yanıtlarken, UBP genel Sekreteri Olgun Paşalar’ın da ABD’ye çağrılı olarak gittiğini, ama gördüklerini anlatmamayı yeğlediğini yazıyor ve ekliyor: “İki kez New York’a gitmek olanağı buldum. BM binası ile kaldığımız otel arasında mekik dokuduk. Amerikalılarla tanışamadık.” Herhalde bunu okuyan ABD Elçiliği mensupları artık bir an önce Özgür’e bir davetiye ileterek, “yaşam biçimleri, sosyal, ekonomik, politik sistemlerini yakından göremedik” dediği ABD’nin değişik yörelerini gezdirmekte gecikmeler. Bu arada CTP Genel Başkanının denge politikası da yerine oturmuş olur, değil mi?

Özgür’ün Sovyetler Birliği İzlenimleri’ne geri dönecek olursak, onun da bu konuda yeterince bilgilenemediği kanısına vardığımızı belirtmeliyiz. Çünkü 2 Eylül günkü yazısında “Sovyetlerde sosyal sınıflar yoktur” demektedir. Oysa bizim bildiğimiz Sovyetlerde “sömürücü” sosyal sınıflar yoktur, ama henüz hedeflenen komünist toplum aşamasına varılmadığından ve şimdiki gelişmiş sosyalist toplum aşamasında bulunulduğundan işçi sınıfı ve köylüler birer sosyal sınıf olarak varlıklarını sürdürmektedirler. Özgür, 70’li yılların sonu ile 80’li yılların başlarında SSCB’de görülen ve yaygın olarak eleştirilen bazı aksaklıklar konusunda da farklı şeyler söylemektedir. 24 Ağustos tarihli yazısının bir yerinde “emekçilerin yönetime katılmaktan alıkonulduğunu” söylerken, biraz daha altta bu aksamaların temel nedenini “halkın kontrol hak ve yetkisini kullanmasına” bağlamaktadır. Acaba hangisi doğru? Bu konuda, “geçmişten çıkarılan dersler”in neler olduğunu açıklayan M. Gorbaçov’un 27 Ocak 1987 tarihli MK Plenumuna sunduğu raporu okumasını salık vereceğiz. Gorbaçov bunu nasıl ortaya koyuyordu? “Kıdemli yönetici konumundaki birçok Parti üyesi denetim ya da eleştiri dışındaydı; bu durum çalışmada başarısızlıklara, Partili ahlak açısından ciddi riayetsizliklere yol açtı… Üst düzeyde yetkililerin davranışları karşısında emekçilerin duyduğu haklı öfkeyi görmezden gelemeyiz.” Acaba Kıbrıs’ın kuzey ve güneyindeki emekçiler de benzeri duygular içinde değiller mi? Glasnost ve perestroika rüzgarının Kıbrıs’ta da esmesi umuduyla…

 
(“Okuyucu Mektubu: Yusuf Aydıner” imzasıyla, Söz gazetesi, 18 Eylül 1987)

    

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder