Türkiye
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün, 26 Ocak 2006'da İngiltere Dışişleri Bakanı
Jack Straw ile yaptığı görüşmede, Türkiye'nin Kıbrıs meselesinde üstüne düşen
sorumlulukları yerine getirdiğine işaret ederek, Rum tarafının hâlâ adım
atmamakta ısrarlı davranması durumunda, kendilerinin de Kıbrıs meselesini
unutup, bir köşeye koyacaklarını, ondan sonra kimsenin de kendilerini
suçlayamayacağını belirtti. Gül, sözünü
ettiği sorumluluğun, İngiliz ve Amerikalı uzmanlar tarafından hazırlanıp,
üzerine BM mührü vurulan Annan Planı'na sadece "evet" demekle
bitmediğini çok iyi bilmek durumundadır. Çünkü, Türkiye'nin Kıbrıs
meselesindeki sorumluluğu, 1959 yılında imzalanan Zürih ve Londra Anlaşmalarına
dayanmaktadır ve bu sorumluluk da, 1960'da bu anlaşmalar gereği kurulan Kıbrıs
Cumhuriyeti devletinin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünü korumakla
ilgilidir.
Gül
ve onu destekleyen emperyalist güçler, başta BM olmak üzere çeşitli
uluslararası kuruluşların aldığı kararlar hilafına, 1974’deki askeri işgalin
sonuçlarının kabul edilmesini istemektedirler. Kıbrıs'ın kuzeyinde üslenmiş
bulunan ve sayıları 40-45 bin olduğu tahmin edilen Türk askeri birliklerine ek
olarak, 150 bine yakın Türkiyelinin de yerleşimci olarak burada yaşadığı tahmin
edilmektedir. Uluslararası hukuka aykırı olan bu durumun daha kaç yıl süreceği
Kıbrıslılar açısından endişe konusu olmaya devam etmektedir.
Annan
Planı'nın Rum tarafınca reddedilmesi ardından, kuzeyde kalan Rum toprakları
üzerinde başlatılan ikinci ganimet furyası, Türk tarafının "evet"inin
de samimi olmadığını göstermektedir. Çoğunluğu Rumlara ait araziler üzerine
yapılmış inşaatların sayısındaki hızlı artış, bunun bir göstergesi olup,
sorunun çözümünü daha da karmaşıklaştırmaktadır.
Onay
alan yıllık inşaat dosyası sayısı,
ortalama 1,200 iken, bu sayı Annan Planı'nın oylandığı yıl olan 2004'de 3 kat
artarak, 3,226'ya yükselmiş ve 2005'de eklenen 3,015 yeni dosya ile yapım
aşamasında olan bina sayısı 5 kat artmıştır. Rumlara ait tapulu mallar üzerine
inşa edilen binaların satışından elde edilen milyonlarca sterline ek olarak,
çoğunluğu İngiliz ve AB yurttaşı olan yabancı uyruklulara satılan evlerden elde
edilen tatlı kârlar, KKTC ekonomisine doping etkisi yapmış görünmektedir. Bu
arada Rum kesimine çalışmak için günü birlik geçen Kıbrıslı Türklerin kuzeye
getirdikleri yıllık yaklaşık 450 milyon dolar da unutulmamalıdır.
KKTC'de
kişi başına düşen milli gelir 2005'de 10 bin doları aşmıştır, ama 2004 yılı
sonuna göre, KKTC'deki kamu borcu da 2.2 milyar dolara yükselmiştir. Bunun %72
kadarı iç borç olup, %48 kadarı da Türkiye'den alınan borcun karşılığıdır.
KKTC'nin
dış ticaret açığı da artmaya devam etmektedir. 2005 yılındaki 66 milyon 523 bin
dolarlık ihracata karşılık, 1 milyar 178 milyon dolarlık ithalat yapılmış ve
2004'de 791 milyon 565 bin dolar olan dış ticaret açığı, 2005'de %40 artarak, 1
milyar 111 milyon dolara yükselmiştir. İthalat artışı %38 oranında olurken,
ihracattaki artış %8'de kalmıştır. Son yıllarda olduğu gibi, 2005 yılında da en
fazla para, taşıt aracı ithaline giderken (175 milyon dolar), bunu yakıt,
inşaat demiri, sanayi tipi makineler ve konfeksiyon izlemiştir. Son iki yıl
içinde 10 binden fazla araç, trafiğe çıkmıştır.
Yapılan
bir araştırmaya göre, inşaat ve turizm kesiminde çalışmak üzere adanın kuzeyine
Türkiye'den getirilen işçilerin %53 kadarı ilkokul mezunu olup, %20'si de
ailesiyle birlikte gelmektedir ve bunların %52 kadarının geri dönüş planı
yoktur. Çalışan kadınlar arasındaki
okuma yazma bilmeyenlerin oranı, 1996’da %3.3 iken, 2004’de %3.8’e ve ücretsiz
aile işçisi olarak çalışanların oranı da %3.9’dan %8.7’ye yükselmiştir.
Türkiyeli
yerleşimcilerin örgütlerinden biri olan Hataylılar Kültür ve Dayanışma Derneği
Başkanı, yaptığı bir açıklamada, 8 bini KKTC vatandaşı olmuş olan yaklaşık 20
bin Hataylının KKTC'yi yaşatacağından söz etmiştir. Türk Barış Kuvvetleri
Gaziler Derneği de, KKTC vatandaşlığına hak kazanmak için gerekli ikamet
süresinin 5 yıldan 15 yıla çıkarılmasına yönelik çalışmalara karşı çıkarak,
kuzeydeki nüfusun daha da artırılması gerektiğini belirtmiştir. Kayıt altına
alındığı açıklanan 40-45 bin Türkiye kökenli işçiden ancak 6 bininin Sosyal
Sigorta yatırımlarının yatırıldığına bakılacak olursa, çarpık düzenin nasıl
çalıştığı anlaşılabilir.
Henüz
kayıt altına alınamamış işçi sayısının da 50 binden fazla olduğu tahmin
edilmektedir. Bunlar, inşaat yerlerinde veya kalabalık işçi yatıevlerinde,
insanlık dışı koşullarda yaşamakta ve herhangi bir güvencesi olmadan
çalışmaktadırlar. Ortalama ücretleri 1.000 YTL olan bu kayıt dışı işçilerden
%87 kadarı, KKTC'de aldıkları ücretlerin, Türkiye'dekinden daha fazla olduğunu
belirtmektedirler. Kazançlarının yarısını Türkiye'deki ailelerine gönderdikleri
var sayılırsa, yılda yaklaşık 500 milyon dolarlık bir paranın Türkiye'ye işçi
geliri olarak aktarıldığı söylenebilir.
Turizm
kesiminde ise, sayıları 7 bin kadar olan çalışanlar arasında en önemli pay,
yine Türkiye'den gelen yöneticilere ve turizm emekçilerine aittir. Türkiyeli
yatırımcıların, bu kesimde çalışacak kişileri beraberlerinde getirmeleri de bir
başka ilginç durumdur.
KKTC’deki
toplam 21 adet kumarhanenin büyük bir kısmı, Türkiyeli işletmecilere aitken,
müdavimleri ise genellikle, her hafta sonu Türkiye'den eğlendiricileri ile birlikte
gelen belirli bir kesimdir. Kıbrıslı Türkler, daha çok futbol maçı tahminlerinde bulunan ve Kıbrıslı
Türklere ait 81 bahis evinde kumar oynamaktadırlar. Geçmiş yıllarda az sayıda
kumar bağımlısı, yardım almak için uzmanlara koşarken, 2005 yılında çok sayıda
Kıbrıslı Türk kumar belasından kurtulmak için psikiyatrik yardıma başvurduğu
açıklanmıştır. Yapılan araştırmalar, KKTC'de, 30-40 yaş diliminde bulunanların
kumar dünyasında kendilerini kaybettiğini göstermektedir. Aralarında
öğrencilerin de bulunduğu birçok gencin, her geçen gün sayısı artan bahis
evlerinde büyük miktarlarda para harcadığı belirtilmektedir.
Kuzey
Kıbrıs'ta halen 24 banka vardır ve bunlardan 16'sı özel bankalardır. Bir
Kalkınma Bankası, kamu denetimi altında bir banka ve yabancı bankaların altı
şubesi faaliyettedir. Ayrıca çok sayıda döviz bürosu ile 18 tane de offshore
banka faaliyettedir.
2000
yılında yaşanan bankacılık krizi sonucu 12 banka kapanmış ve toplam 89,185
mevduat sahibi bundan etkilenerek, 720 kişi işini kaybetmişti. Finans kesiminin
%25'ini oluşturan bu bankalarda hortumlanan toplam 244 milyon 59 bin 791
dolarlık mevduat, Türkiye'nin yardımlarıyla 5 Kasım 2004 itibariyle tamamen
ödenmiştir. (Bugünkü koalisyon ortaklarından CTP'ye yakın Everest Bankası'ndan
38 milyon dolar, DP'ye yakın Kıbrıs Kredi Bankası'ndan da 66 milyon doların
buharlaştığını anımsatalım! Ne var ki, devlet bankaları eliyle iktidara yakın
bazı kimselere, karşılıkları olmadığı halde hâlâ daha büyük krediler
verilmesine devam edilmektedir.)
Dünya
Bankası'nın Kıbrıs'ın kuzeyindeki bankacılık kesimiyle ilgili olarak
yayımladığı bir rapora göre, TC kökenli bankalar, 2.5 milyar dolarlık toplam
mevduatın %56'sına sahip iken, verdikleri kredi ancak %4 oranındadır. Geriye
kalan para, Türkiye'ye aktarılmakta ve bölgenin ekonomik kalkınmasına hiçbir
katkıda bulunmamaktadır. Dahası TC bankalarının şubeleri, KKTC'nin verdiği
tapuları da tanımamaktadırlar.
ABD Dışişleri
Bakanlığı'nın 2002'de kaleme aldığı bir rapora göre, Kuzey Kıbrıs'taki
kumarhaneler, kara paranın aklandığı ana araçtır. Ağırlıkla Türkiyeli
işletmecilerin sahibi olduğu Kuzey Kıbrıs'taki kumarhaneler, Kuzey Kıbrıs
bankacılık sistemine girmeksizin, akladıkları paraları doğrudan Türkiye'ye
göndermenin yollarını bulmuşlardır. Kuzey Kıbrıs'taki offshore bankacılık
kesimi de kaygı vericidir. ABD Maliye Bakanlığı, 2004 yılında Kuzey Kıbrıs'taki
First Merchant Bankası'nın birinci önceliği kara para aklamak olan mali bir
kurum olduğunu açıklamıştır.
Basın
haberlerine göre, “gece kulübü” altında çalışan kerhanelerden yılda 25 milyon
dolar gelir elde edilmektedir. Kerhane sahipleri, kadınları bir geceliği 175
milyona kiralarken, kadınlara sadece 30 milyon vermekte; bir saatliği 80
milyona kiraladıklarında da kadınlara sadece 15 milyon vermektedirler. Fuhuş
suç olmasına rağmen, CTP-DP hükümeti buna seyirci kalmakta ve üstüne üstlük
fuhuştan vergi almaktadır.
1996'da
%5.5 olan herhangi bir madde deneme oranı, 2004'de %8'e yükselirken, geçen 8
yıllık sürede sigara kullanma oranı azalmış, ama eroin, esrar ve “ecstasy”
kullanma oranı artmıştır. 15-16 yaş grubu arasında yapılan araştırmalarda, her
zaman sorun olan alkol kullanım oranı ise, 2004 verilerine göre %85'lere
yükselmiştir.
Bazı
polislerin adının karıştığı insan kaçakçılığı olayları da devam etmektedir.
Taksim çizgisi üzerinden AB üyesi Kıbrıs Cumhuriyeti’nin topraklarına geçen
kaçak mülteci sayısı, 2004'de 5 bin 280 iken, bu sayı 2005’de 5,175’e
yükselmiştir. Bu durum, AB yetkililerini de endişelendirmektedir.
Kıbrıs
Türk Öğretmenler Sendikası, Şubat 2006’da yayımladığı bir bildiride, son 10
ayda Resmi Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararları çerçevesinde iktidar
yanlılarına dağıtılan 55 trilyon TL’nin dökümünü yayımlarken, Bakanlar
Kurulu’nun “Turizm Fonu”ndan da birçok medya kuruluşu ve gazeteciye dağıttığı
paraların miktarı basında yer almıştır. KTÖS, aynı ay yayımladığı bir başka
bildiride şu değerlendirmeyi yapmaktaydı:
“Gelmiş geçmiş
bütün hükümetlerin ekonomik sıkıntıları çözmek için nereden geldiğine
bakılmaksızın, maddi kaynak yaratmak anlayışları ülkemizde her türlü manevi
değerin alınıp satılmasını getirmiştir.
Kumarın ve
fuhuşun devlet tarafından teşvik edildiği, gazete reklamları ile kerhane
açıldığı, günlük gazetelerin kumar için bedava kupon dağıttığı, medyanın her
gün şiddete dayalı yayın yaptığı bir ülkede, toplumdaki ahlaki ve manevi
değerler hızla erozyona uğramaktadır.
Kıbrıs
Türkünün kimliği, kültürü, manevi değerleri hızla yok edilerek, soysuz bir
toplum yaratmak için yönetenler çanak tutmaktadır. Boşanmaların hızla arttığı,
aile kavramının yok olduğu, saygının sevginin, hoşgörünün ortadan kalktığı, her
şeyin para ile ölçüldüğü bir anlayışı toplumumuz hak etmemiştir."
(soL dergisi, Sayı:246, Nisan 2006 ve Afrika gazetesi, 27
Mart 2006)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder