İngiliz
ve Amerikan emperyalizmi, Doğu Akdeniz’de batmayan bir uçak gemisi olarak
gördüğü Kıbrıs adası üzerindeki stratejik ve askeri hedeflerinden hâlâ daha
vazgeçmemiştir. ABD Başkanı Eisenhover, Haziran 1956’da kendi Dışişleri Bakanı
Dulles ile görüşürken, “Adanın taksim edilmesi ve Kıbrıs Türklerinin kuzeye
kaydırılmasıyla uyuşmazlığın sona verilmesi mümkün mü?” sorusunu ortaya atmış
ve Mart 1957’de Bermuda adasında buluştuğu İngiliz Başbakanı Macmillan ile
yaptığı 4 günlük görüşmede Kıbrıs’ı da konu ederek, “bizim için üsler yeterli,
geri kalanı aralarında taksim etsinler” demişti.
18
Temmuz 1957 tarihli ABD Ulusal Güvenlik Kurulu tarafından kaleme alınan Kıbrıs
uyuşmazlığı ile ilgili ilk andırıda da şunlar belirtilmekteydi: Adadaki askeri
tesisler korunacak ve komünistlerin etkisi kırılarak, huzur ve güven ortamı
yaratılacak. İngiltere Sömürgeler Bakanı Lennox-Boyd da Aralık 1957’de ünlü
“ikili self-determinasyon” görüşünü ortaya atarak, adanın taksimi politikasını
hayata geçirmek için yeşil ışığı yakmıştı.
Kıbrıs
Türk liderliği ise, Kasım 1957’de resmen faaliyete geçirdiği Türk Mukavemet
Teşkilatı aracılığı ile, taksimin önkoşullarını gerçekleştirmek üzere, bir dizi
kışkırtma olaylarına girişti: Türkiye’nin Kıbrıs politikasının mimari olan
Prof. Nihat Erim, 14 Ocak 1958 günü Ankara’da yaptığı bir konuşmada, Kıbrıs’ta
120 bin nüfuslu bir Türk devletinin kurulabileceğini belirttikten sonra,
Kıbrıslı Türkler, 27/28 Ocak 1958’deki taksim amaçlı ayaklanmaları başlattı.
Rum ve Türk işçilerin birlikte yürüdükleri, taksim ve tedhiş aleyhtarı 1 Mayıs
1958 gösterisi ardından, TMT, Kıbrıslı Türk işçi ilericilere karşı ölüm,
yaralama ve diğer sindirme olaylarını gerçekleştirdi. Lefkoşa’daki TC Haberler
Bürosuna (Rauf Denktaş’ın bir “arkadaş”ı tarafından) bomba konması üzerine,
Lefkoşa’daki Rumlara karşı 6/7 Haziran olayları tertiplendi. 12 Haziran’da
İngiliz Sömürge Yönetimi ile işbirliği yapılarak kotarılan Gönyeli olayı,
Kıbrıslı Türklerin taksimi gerçekleştirmek üzere göç edebilecekleri yerlerin
tesbiti için yapılan çalışmalar, anımsanması gereken diğer önemli
gelişmelerdir.
1958
yazında, Kıbrıs Türk liderliği, adanın 35. enlem boyunca taksim edilmesini
isterken, İngiltere’nin Macmillan Planı da ada yönetiminde Rum-Türk ortaklığını
gündeme getirdi. NATO’nun uzlaşma formülü olarak öne sürdüğü “garantili
bağımsızlık”ın Rum lider Makarios
tarafından kabul edilmesi ile uzlaşmazlık geçici olarak tatlıya bağlanmıştı..
1960
yılında bağımsız bir devlet olarak kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti, adanın
Yunanistan’a bağlanmasını (enosis’i) isteyen Kıbrıs Rum liderliği ile adanın
taksim edilmesi için emperyalist güçlerle işbirliği yapan Kıbrıs Türk
liderliğinin benimsemediği bir yapıydı. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios’un Kıbrıs
Komünist Partisi AKEL’in desteğinde uyguladığı bağlantısız dış politika, yeni
devletin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünü garanti etmiş olan üç
NATO ülkesi İngiltere, Türkiye ve Yunanistan tarafından da hoş
karşılanmamaktaydı. New York Times gazetesi ise, 12 Ağustos 1961 tarihli
nüshasında “komünistlerin, dürüst ve demokratik bir seçimle Kıbrıs’ta iktidara
gelebilecekleri tehlikesi”ne dikkat çekmekteydi.
Kıbrıslı
diplomat Alaaddin Gülen’e göre, nüfusun %20’sini oluşturan Türk azınlığını
Kıbrıs devleti çatısı altında, %80 oranındaki Rum çoğunluğuna eşit hale
getirmek, normal sayılacak bir olgu değildi. Ne var ki TC Dışişleri Bakanı
Zorlu, gelmiş geçmiş en Amerikancı bakan olarak bunu kabul ettirmişti! Artık,
taksimle ilgili Türk fikri, adanın coğrafik olarak bölünmesi şartı yerine, her
iki toplumun, bir diğeri tarafından yönetilmemesi fikrinin verilmesini yeterli
buluyordu. İleride bundan hareketle taksime varılabilirdi.
Kıbrıs
Türk lideri Rauf Denktaş da, Zorlu ile yaptığı görüşmede, yeni anlaşmayı sadece
iki koşulla kabul edebileceğini açıkladı: Adaya Türk askeri gönderilsin ve
Kıbrıs Türklerine her yıl mali yardım yapılsın. Ama sorunun püf noktası da
burada şekillenecekti. Kıbrıslı Türkler, artık emperyalizmin hizmetinde
stratejik bir azınlık olarak tepe tepe kullanılacaktı.
Cumhurbaşkanı
Makarios, 1960 anayasasının uygulanmasındaki zorlukları görüşmek üzere, 22-26
Kasım 1962 tarihlerinde Ankara’ya resmi bir ziyarette bulundu, ama anlayışla
karşılanmadı. TC Dışişleri Bakanlığından Tuluy, Ekim 1963’de Ankara’daki ABD
Büyükelçiliği yetkilisi Clock’a, TC’nin taksim planı hakkında bilgi verdi ve
adanın kuzeyinde oluşacak Türk kesiminin Türkiye’ye bağlanacağını duyurdu.
Makarios’un 6 Aralık 1963’te sunduğu ve anayasanın değiştirilmesine yönelik
önerilerinin kabul edilmemesi ardından patlak veren Rum-Türk silahlı
çatışmaları, yeniden enosis ve taksim için uğraşan, dışa bağımlı yeraltı
örgütlerinin öne çıkmasına yol açtı.
ABD’li
hukuk danışmanı Donald A.Wehmeyer’in hazırladığı 11 Aralık 1963 tarihli bir çalışma
belgesinde “Kıbrıs’ın ortak egemenliğinin Yunanistan ile Türkiye arasında
paylaştırılması için bir sözleşme yapılması” önerilmekteydi. Wehmeyer, 24 Nisan
1964’de hazırladığı “Olası Kıbrıs Çözümünün Ana Hatları” adlı belgesinde de,
çözümde Türkiye için daha cazip olan önemli bir unsuru ekledi: Kıbrıs
eyaletlere ayrılmalıydı. Kıbrıslı Türkler tarafından yönetilecek bazı
eyaletlerin kurulmasıyla Türklere taksim veya federasyon hayali veren bir
enosis sağlanabilirdi.
İngiltere
Dışişleri Bakanlığında hazırlanan 3 Ocak 1964 tarihli ve “Bir federal devlet
olarak Kıbrıs’ın yeniden yapılandırılması planı” başlıklı Darwin Andırısı’nda
da, birinde Kıbrıslı Rumların, ötekisinde de Kıbrıslı Türklerin ağırlıklı
olarak yer alacağı iki devletli bir federasyonun kurulabileceği, ama Türk
devletinin oluşması için nüfus aktarması gerektiği belirtilmekteydi.
Makarios, 1964 yazında
Cenevre’de tartışılan ve Karpaz yarımadasında Türkiye’ye verilecek askeri bir
üs karşılığında enosisin kabulünü öngören Acheson Planlarını reddetti ve
1968’de enosis politikasını terk ederek, “mümkün olan çözüm” politikasına
yöneldi.
1968-1974 arasındaki toplumlararası
görüşmeler, imza aşamasına kadar gelmişti, ama bu defa da Makarios’a karşı
faşist bir darbe düzenlenerek, Türkiye’nin adayı istila ve işgaline bahane
yaratıldı. 1974 yazındaki bu kan ve acı dolu olaylar, adanın kuzey ve güney
olarak ikiye taksim edilmesi ile sonlandı.
30
yıldan fazla bir süredir, BM üyesi Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuzeydeki toprakları
Türkiye’nin işgali altında tutulmaktadır. Bu bölgeye TC’den nüfus aktarması
yapılmış ve güneye göçe zorlanan Kıbrıslı Rumların emlâki tutanın elinde
kalmıştır. Uluslararası hukuka ters olan bu durum, Annan Planı ile
kalıcılaştırılmak istendiği için, Kıbrıs Rum toplumu tarafından reddedilmiştir.
Türk tarafı, Plana “evet” dediği için kendini aklanmış addederken, yasadışı
KKTC’nin yeni lideri Talat, “Kıbrıs’ın kuzeyinde Rum yönetiminin zırnık hakkı
yoktur” diyebilmektedir.
Ne
yazık ki, TC mafyası ve derin devletinin at koşturduğu kuzey Kıbrıs’ta, AKP ile
uyum içinde hükümetçilik oynayan CTP-DP koalisyonu, “çözüm ve AB üyeliği” için
meydanları doldurmuş olan kitlelerin beklentilerini karşılayamamıştır.
Şimdilerde “izolasyonların kalkması” perdesi altında yürütülen 1950’lerin taksim
politikası, geçen 55 yıl içinde Kıbrıslı Türkleri toplumsal yok oluşun eşiğine
getirmiştir. Türkiye, emperyalizme
hizmet eden Kıbrıs politikası ile elinde bir koz tuttuğunu zannetmekte, ama
yanılmaktadır.
(soL dergisi, Sayı:245, Mart 2006 ve Afrika gazetesi, 20 Şubat
2006)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder