29 Aralık 2015 Salı

Dr. AHMET CAVİT İLGİNÇ AÇIKLAMALAR YAPTI: “MİLYONLARCA LİRA VERGİ KAÇIRILIYOR.”

Röportaj: Ahmet Okan

Soru: Sayın Dr. Ahmet Cavit, siz Serbest Çalışan Hekimler Birliği Genel Sekreterisiniz. Bildiğiniz gibi, gazetemiz özel kesimde çalışan hekimlerin aç olduğunu vurgulamış ve konunun üzerine gitmişti. Gerçekten, özel kesimdeki hekimlerin durumunu bize aydınlatır mısınız?
Dr. Ahmet Cavit: Ülkemizde özel kesimde hizmet veren hekimler olarak çok ağır ekonomik koşullar altında çalıştığımız bir gerçektir. Her ne kadar da özel çalışan hekimlerin açlık çekmekte olduğunu söylemek bir abartma olacaksa da, bu kesimde çalışan meslektaşlarımızın ekonomik zorluklar içinde olduğu açıktır.  Kamu kesiminde çalışan hekimlerin Devlet Sağlık Hizmetlerini gerek hasta celbetme ve gerekse parasız tahlil yaptırma ve yatılı tedavi olanağı açısından istismarı, bizim için büyük bir dezavantaj oluşturmaktadır.

Soru: Buna karşı ne öneriyorsunuz?
Dr. Ahmet Cavit: Derneğimizin buna karşı önerisi tektir. Bu da devlet kamu hizmetlerinde çalışan gerek hekim, gerekse diş hekimlerinin özel kesimde de çalışmalarına bir an önce son vermektir. Bilindiği gibi Kamu Görevlileri Yasası’nın 41. maddesi aynen şöyle demektedir: “Kamu görevlileri, tüm zamanlarını kamu hizmetlerinin yürütülmesinde ve görevlerinin yerine getirilmesine ayırmakla yükümlü olup, çalışma saatleri içinde veya dışında ücretli veya ücretsiz bir iş tutamazlar ve serbest meslek yapamazlar. 27. ve 82. madde kuralları saklıdır.”

Soru: Ama bu maddeye karşın hükümet ters bir uygulama içindedir. Bu uygulama da yıllardır durdurulamadı.
Dr. Ahmet Cavit: Evet, ne yazık ki bir serbest çalışan hekim olan ve uzun süre Yönetim Kurulu üyeliğimizi yapan bugünün Sağlık Bakanı Dr. Erbilen, bu konuda ilkesiz davranarak, daha önce savunduğu fikirleri Bakan olduktan sonra terk etmiştir.

Soru: Bu kaos içerisinde serbest çalışan hekimler ne gibi başka sorunlar içerisindedirler?
Dr. Ahmet Cavit: Biz serbest çalışan hekimler olarak, yeterli olmayan iş güvencesi, iş görememezlik ve emeklilik güvencemizin iyileştirilmesi için bugüne kadar yetkili devlet yöneticileri nezdinde çeşitli girişimlerde bulunduk. Fakat ne yazık ki her türlü girişimimiz, katı bir duyarsızlıkla karşılanmıştır. Milyonlarca lira borç ve kredi sağlayarak, kurmak zorunda olduğumuz özel kliniklerde hasta azlığı nedeni ile rasyonel bir gelir sağlayamama durumu ile karşı karşıyayız. Toplumumuzun içinde bulunduğu ekonomik bunalım, hastaları özel klinik yerine, devlet hastahanesi kapılarına yığmaktadır. Saat 9.00 ile 12.00 arasında kısıtlı sayıda devlet hekiminin yapmakta olduğu poliklinikler, ihtiyacı karşılayamadığından, kuyruktaki hastalar öğleden sonraları aynı devlet hekimlerinin özel kliniklerinde yerini almaktadır.

Soru: Tabii dışarıdaki vizite, tahlil parasını vermemek için devlet hekimini tercih ediyor, değil mi?
Dr. Ahmet Cavit: Evet, dışarıda pahalıya mal olan ameliyatlar, devlet hastahanesinde yarı fiyatına verilen rüşvetlerle yapılabilmektedir. İşin en acı tarafı, bu durumun Sağlık Bakanı Dr. Erbilen tarafından “Alan memnun, veren memnun” şeklinde onay görmesidir.

Soru: Serbest çalışan hekimlerin hiç mi sosyal güvencesi yok?
Dr. Ahmet Cavit: Ağır ekonomik koşullar altında sürdürebildiğimiz mesleğimizde sağladığımız gelirle, çoğu meslektaşımız geçimini güçlükler içerisinde sürdürebilmektedir. Tatil yapma olanağımız çok sınırlıdır. İşsiz kaldığımız veya hasta olmamız durumunda sosyal sigortadan elimize geçecek 50 bin TL para ile geçinmek durumundayız. Yine emekli olduğunuz zaman bu 50 bin TL ile nasıl geçineceğimiz şimdiden birçok arkadaşımın kafasını meşgul etmektedir.

Soru: Genç hekimlerin adadan göç etmesi hakkında ne dersiniz?
Dr. Ahmet Cavit: Halem ülkemizde özel kesimde 170’e yakın hekim ve diş hekimi bulunmaktadır. Bunun yanında devlet sağlık hizmetlerinde 130 hekim ve diş hekimi görev yapmaktadır. Son yayınlanan telefon rehberinden saptadığımıza göre, kamu görevinde çalışan 130 hekimin 100’den fazlası, özel kesimde de çalışmaktadır. Bu durumda özel hekimlerin iş sahasına devlet hekimleri tarafından bir müdahale söz konusudur. Hem de Kamu Görevlileri Yasası’nın 41. maddesine aykırı olarak yasa dışı özel klinik çalıştıran devlet hekimlerinin milyonlarca lira vergi kaçırdıkları da bir gerçektir. Yeni gelen hekimler, en başta yeni bir muayenehane kurmak için milyonlarca liraya ihtiyaç duymaktadır. Bu gün bir diş hekimliği kliniğinin teknik olarak kurulması 10 milyon lirayı gerektirmektedir. Cerrah veya kadın-doğum uzmanının mali gereksinimi bunun kat kat üzerindedir. Klinik olarak kullanılabilen apartman daireleri veya dükkanların kirası, 100 binden başlamaktadır. Ailenin mali durumu iyi olmayan veya kredi alabilmek için çalacak kapısı olmayan genç hekim arkadaşlar, ülkeyi terk etmeyi tek çıkış yolu olarak görmektedirler. Bu arada yeni klinik açmış olan, fakat klinik kirası çıkaramadığı için yeni açtığı kliniği kapatmakla karşı karşıya gelen meslektaşlarımızın da varlığı bilinmektedir. Oysa, ülkemizde resmi makamların iddia ettiğinin aksine, her dalda hekim açığı bulunmaktadır.  Ayrıca Birliğimiz genç hekim arkadaşların özel kesim yerine, hizmetlerine muhtaç duyulan devlet kesiminde görevlendirilmelerinden yanadır. Çünkü tek tek özel klinikler yerine, tam teçhizatlı büyük devlet klinikleri halkımıza hem daha iyi hizmet verecek, hem de ülke ekonomisinde rasyonel bir tutum olacaktır.

Soru: Sosyal sigorta kurumu ile ilişkileriniz ne düzeydedir?
Dr. Ahmet Cavit:  Bu konuda yaptığımız bütün girişimler sonuçsuz kalmıştır. Sosyal sigortalar kurumu çalışanlardan yılda 700 milyon TL sağlık primi toplamasına rağmen, bunun ancak 175 milyonunu sağlık amacı ile kullanmaktadır. Sosyal Sigortalılara sağlık hizmeti veren tek kuruluş, devlet hastahanesidir. Bir yandan devlet sağlık primlerini geç yatırırken, öte yandan sosyal sigorta kurumu da muayene ve tedavi ücretlerini çok düşük tutmaktadır. Burada da “Alan memnun, satan memnun”! Halbuki sendikalarımız, üyelerinin seri ve çağdaş sağlık hizmeti görmeleri için çok daha etkin olabilirler. Sağlık primini düzenli olarak veren memur, niçin bunun karşılığını kolaylıkla almasın? Niçin buna rağmen kuyruklarda beklemek veya vizite ve tedavi ücreti ödeyerek, dışarıda özel veya devlet hekimine muhtaç olsun?

Soru: Serbest çalışan hekimlerin devlet hastahanesinde hasta yatırma veya tahlil yaptırma kolaylıkları hakkında neler düşünüyorsunuz?
Dr. Ahmet Cavit: Bu konuda ne yazık ki devlette çalışan meslektaşlarımızdan hiç bir kolaylık görmemekteyiz. Hatta meslek ahlâkına sığmayan davranışlar içinde olan arkadaşlarımız bile vardır. Devlet hastahanesine havale ettiğimiz hastaların yüzüne karşı “Niye dışarıdaki hekime gittin de  bize gelmedin?” diye hastaları azarlayan meslektaşlarımız vardır. Dışarıda yapılan tahlilleri bile kabul etmeyip, tekrarlatmakta veya bunları gereksiz görmektedirler! Oysa tıbbi deontolojiye göre, havale eden hekim ile konuşarak, hasta hakkında bilgi alış-verişi yapılması gerekir. Hastahaneye havale ettiğimiz hastalardan hiç bir haber alamamaktayız. Yapılan teşhis ve tedaviden bizi haberdar etmemektedirler. Hastanın ondan sonraki takibi ise devlet hekiminin özel kliniği aracılığı ile yürütülmektedir.

Soru: Sonuç olarak ne dersiniz?
Dr. Ahmet Cavit: Ülkemizdeki sağlık çıkmazının tek çözüm yolu vardır. O da sağlık hizmetlerinde bir an önce sosyalizasyona gidilmesidir. Yasalar buna uygundur. Yeni bir düzenlemeyle bu amaca kısa sürede ulaşılabilir. Yeter ki bilimsel çalışma ve halk sağlığına saygı ön planda tutulsun. Böylece hasta ile hekim arasında para sorunu da ortadan kalkacaktır. Zaten çalışan halkımızın büyük çoğunluğu sosyal sigortalı değil mi?

(Kıbrıs Postası gazetesi, 23 Ağustos 1987)



26 Aralık 2015 Cumartesi

KIBRIS’IN RUM VE TÜRK KESİMLERİNDE SAĞLIK SİGORTASI ÇALIŞMALARINDA GELİNEN AŞAMA


Hekimce dergisinin 1. ve 3. sayıların­da yer alan yazılarımızda, Kıbrıs’ın Rum kesiminde “Genel Sağlık Sigor­tası”na geçiş için yapılan çalışmalar hakkında aydınlatıcı bazı bilgiler aktarmıştık. Yine 1. sayı ile 4. sayıda da, Kıbrıs’ın Türk kesimindeki sosyal sigortalıların, özel kesimden de sağlık hizmeti almaya başlamasıyla ilgili çalışmaları özetleyerek, özel eczanelerden yararlanma uygulamasının ilerlemesinden sonra, tekrar kaleme sarılıp bir durum değerlendirmesi yapacağımızı belirtmiştik. İşte bu yazımızın konuları, bu şekilde belirlendi ve sırayla ele alıyoruz:

“GENEL SAĞLIK SİGORTASI”NA TEPKİLER
Kıbrıs’ın Rum kesiminde Vasiliu hü­kümeti tarafından hazırlanıp, Kleridis hükümeti tarafından yeniden gözden geçirilen “Genel Sağlık Sigortası Projesi”, son şeklini alıp, Ekim 1994’te Temsilciler Meclisi’ne sunulacaktı. Bu projeye göre, her yurttaşa doktorunu ve nerede muayene olmayı istediğini seçme hakkı verilecek ve “aile doktoru” sistemi getirilecekti. (Cyprus Weekly, 16.9.1994)
Konuyla ilgili olarak 1993 yılında bir oylama yapan Tüm- Kıbrıs Tıp Derneği, derneğin koyduğu bazı temel ilkeler bütünüyle uyuştuğu takdirde, projeyi destekleyece­ğini açıklamış ve proje Temsilciler Meclisi’ne sunulma aşamasına geldiğinde, daha ayrıntılı görüşlerini duyuracağını açıklamıştı. Ama özel kesimde çalışan hekimler ile işveren­lerin projeye karşı çıkması sonucu, proje Bakanlar Kurulu’na sunma aşamasına bile ulaşamadı. Tüm-Kıbrıs Tıp Derneği, Ekim 1994’de Lefkoşa’da yapılan 12. sempozyu­munda konuyu etraflıca tartıştı. Kıb­rıs’taki tıbbi ve farmasötik bakım düzeyini yükseltmeyi amaçlayan 32 araştırma bildirisinin sunulduğu top­lantıda, projenin iyi çalışabilmesi için nelerin gözetilmesi gerektiği ortaya kondu. (Cyprus Mail, 2.11.1994)
Hükümet tarafından hazırlanan ta­sarının özel kesimde çalışan hekim­ler ve işverenlerce reddedilmesi üze­rine, eczacılar, hekimler ve işveren­lerle bir tur görüşme daha yapılması kararlaştırıldı. Sunulduğu şekliyle “çalışamayacak bir sistem” olarak nitelendirilen projenin işverenler açı­sından yarattığı ana tedirginlik, “Genel Sağlık Sigortası” için sağla­nacak mali katkının nasıl yapılaca­ğıydı. İşverenler, bu sistemin kendi­lerine pahalıya mal olmasını istemiyorlardı. Sağlık Bakanı Hristofidis’in yaptığı açıklamaya göre, yılda 3 bin KL kazanan bir kişi ayda 5 KL ödeye­cek, 20 bin KL’dan fazla kazananlar ise ayda 33 KL ödeyeceklerdi. Bakan şöyle diyordu:
“Bunlar mantıki miktarlardır. Bu şekilde prim ödeyen kişinin bütün ailesi kapsama alınmış olacaktır. Şimdiki sistem için devlet yılda 56 milyon KL harcamaktadır.” (Cyprus Mail, 10.12.1994)

PROJENİN MALİYETİ
“Genel Sağlık Sigortası”nın uygu­lanmaya konmasıyla, yıllık mali­yetin 108 ile 153 milyon KL arasında, bir başka kaynağa göre 126 milyon KL’na mal olacağı, bunun da sigorta prim gelirlerinin %10.5’ine, ya da gsmh’nın %5’ine tekabül edeceği açıklanmıştır. Yukarıda da belirtildiği gibi, devlet zaten halen var olan yürürlükteki aksayan sistem için 60 milyona yakın KL harcamaktadır. (Cyprus Mail, 19.2.1993 ve 19.12.1993 ve Cyprus Weekly, 28.1.1994)

UZMAN HEKİMLER İŞSİZ KALACAK
Yine Kıbrıs Rum basınından elde ettiğimiz bilgilere göre, özel kesim­de çalışmakta olan uzman hekimlerin yeni sisteme karşı çıkış­ları da mali gerekçelerledir.
“Genel sağlık Sigortası”na geçildiği zaman, prim ödeyen çalışanlar ve aileleri, bir “aile doktoru”na bağlanacak ve ancak gerektiği zaman uzman hekimlere havale edilebilecek.
Acil durum, kaza ve gebelik durumları bunun dışında tutulmuştur. Uzman hekimlere göre, sistem yerleştikçe, hastalar uzman hekim yerine “aile doktoru”na, giderek daha çok sayıda başvuracağı için iyi kazanç sağlayan özel hekimler hasta kaybedeceklerdir. Yeni sistem, aile doktoru, yani genel pratisyenlik eğitimi almış olan birçok doktora iş imkanı sağlarken, uzmanlık dallarına olan talebi azaltacak. (Cyprus Mail, 13.12.1994)
Özel kesimde çalışan hekimlerin öne Kıbrıs Rum toplumu içinde aile doktoru olabilecek ve genel pratisyenlik alanında uzmanlık almış kişilerin çok yetersiz olduğu şeklindedir.

PRATİSYENLERE DAYALİ YENİ SİSTEM
1992 yılında, kamu kesiminde (51’i kentlerde, 36’sı da kırsal bölgelerde olmak üzere) 87 pratisyen hekim çalışmakta olup, yeni sisteme göre kırsal bölgelerde 34 yeni sağlık ocağı açılacak ve 145 pratisyen hekim (106’sı kentlerde, 39’u kırsal bölgelerde) sözleşmeli statüde istih­dam edilecekti. (Cyprus Weekly, 12.6.1992)

SENDİKALAR PRİM ARTIŞINA KARŞI
Sendikalı işçilerin de, yeni sisteme geçildiği takdirde ücretlerinden her ay küçük oranda bir miktarın kesil­mesine rıza göstermeleri gerekmek­tedir. Halen, bazı sendikalar, kendi işçilerine sağlık bakımı sağlamakta, yeni sisteme ayrı bir katkıda bulunmama yanlısıdırlar. En büyük kamu görevlisi sendikası olan PASİDİ, yeni sisteme karşı çıkmıştır. PASİDİ üyeleri zaten halen küçük bir katkıyla devlet sağlık hizmetle­rinden bedava yararlanabilmekte­dir. PASİDİ, “Genel Sağlık Sigorta­sına geçilmesi halinde, üyelerine parasız hizmet verilmesi ve ek ödeme yapılmaması için mücadele vereceğini açıklamıştır. (Cyprus Mail, 7.12.1994 ve 13.12.1994)
Devlet hastanelerinde parasız bakım göre­bilen tek iyi maaşlı çalışan grubu olan kamu görevlilerinin bu ayrıcalı­ğını bir tarafa bırakacak olursak, diğer sendikalı çalışanların itirazlarının anlaşılabilir olduğu kabul edil­mektedir. Çünkü onlar halen, ileride vereceklerinden çok daha az bir primle, zaten sağlık hizmetini sendi­kaları aracılığıyla alabilmektedirler. (Başyazı, Cyprus Mail, 13.12.1994)

PROJE OLAĞANÜSTÜ TOPLANTIDA REDDEDİLDİ
Özel kesimde çalışmakta olan uz­man hekimler ile kamu kesiminde çalışmakta olan hekimlerin üst örgü­tü durumundaki Tüm-Kıbrıs Tıp Derneği’nin 18 Aralık 1994 günü Leymosun’da yapılan olağanüstü toplantısında konu, yine “Genel Sağlık Sigortası”nı öngören yeni sis­temin tartışılmasıydı. Tartışmalar sonunda yapılan         oylamada hükümetin önerdiği sistem, “gerçekçi değil, çalışamaz” diye reddedildi.
Kıbrıs’ın Rum kesiminde kayıtlı olan bütün hekimlerin yaklaşık üçte birini temsil eden 450 kadar hekimin katıldığı oylamada, 320 red oyu kullanılırken, 70 hekim de kabul oyu verdi. Hükümetin, hekimlerin görüşünü almadan hazırladığı bu yeni projenin uygulamaya konması halinde, şimdiki sağlık bakımı düzeyinin düşeceğini, özel kesimde çalışmakta olan hekimlerin gelir dü­zeyinin düşmesi bir yana, meslekte işsizliğe yol açacağı ve çok fazla pahalıya mal olacak bu sistemin özel kesimle hükümet arasındaki ilişkileri bozacağını belirten hekim­ler, bir an önce kendileriyle ilişki kurulup, sistemin yeniden şekillendirilmesi gerektiğini açıkladılar.
Tüm-Kıbrıs Tıp Derneği’nin red kararı üzerine bir bildiri yayımlayan Sağlık Bakanlığı, derneğin red kararını ağır bir şekilde eleştirerek, devletin çökmeye mahkum olan şimdiki sistem yerine, doktorlar için değil, halk için yararlı olacak yeni bir sis­tem getirmekteki kararlılığını yine­ledi. (Cyprus Mail, 20.12.1994)
18 Aralık 1994 günü yapılan olağan­üstü toplantıda hekimler tarafından kabul edilen bir karar tasarısında, hükümetin kendileriyle derhal gö­rüşmelere başlaması ve Kıbrıs’ın gerçeklerine daha uygun yeni bir program hazırlanması talep edil­mekteydi. Çünkü Kıbrıs’ta hekimler daha çok uzman olarak yetişmiş olup, genel pratisyenlik pek rağbet görmemekteydi.

SUÇLAMALARA YANITLAR
Sağlık Bakanlığı’nın özel kesimde çalışmakta olan doktorları sadece kendi ceplerini düşünmekle suçlamasına yanıt veren Tüm-Kıbns Tıp Derneği Başkanı Dr. Nikos Yuannu şöyle dedi: “Bakanlık, bizim sadece para düşündüğümüzü öne sürüyor. Bu doğru değildir. Biz kendi mesleki haklarımızı korumak için mücadele veriyoruz.”
Kıbrıs Kadın-Doğum Uz­manları Derneği ise yayımladığı bil­diride, Bakan’ın özel kesimde ge­reksiz yere sezaryan doğum yapıldı­ğı iddialarını kanıtlamasını isteye­rek, şöyle konuştu: “Kanıt gösteril­meden sahtekârlıkla suçlanıyoruz. Ya Bakan suçlamasını geri alsın, ya da istifa etsin!”
Sağlık Bakanı’nın bu konuyla ilgili değerlendirmesi ise şöyleydi: “Sigor­ta fonunun gösterdiğine göre, be­beklerin %80’i sezaryanla doğurulmaktadır. Oysa bunun kabul edilebi­lir oranı %18’dir. Ayrıca Avusturya, Belçika, Danimarka, İngiltere, Fin­landiya, Fransa, Almanya, Hollan­da, İtalya, Norveç ve İsveç de içinde, Avrupa ülkelerinin çoğunda aile doktorluğu kurumu yerleşmiştir. Nasıl oluyor da bu kadar çok ülke, aile doktoru sistemini başarıyla yürütüyor ve Kıbrıs gibi küçük bir ülkede bu sistem uygun bulunmuyor?”(Cyprus Weekly, 23.12.1994)
Hipokrat (Lefkoşa-Girne) Tıp Derneği ise bakanlığın açıklamasını, hedef şaşırtıcı ve tıp mesleğine, özellikle özel kesim hekimlerine hakaret olarak değerlendirmiş ve şöyle demiştir: “Bakanlık, hekimler tarafından demokratik bir şekilde oyla­ma sonucu reddedilmiş olan kendi diktatörce görüşlerini ve konumunu zorla kabul ettirmek çabasındadır. Bakan Hristofidis, hekimlere çamur atmakta, hakaret edip şantaj yapmaktadır.” (agy)
Serbest Çalışan Hekimler Derneği de Sağlık Bakanı’nın istifa etmesini ta­lep eden bir bildiri yayımlamıştır.
Tüm-Kıbrıs Tıp Derneği’nin bildirisindeki değerlendirme ise şöyleydi: “Bakan, karşı görüşte olan hekimleri tehdit etmektedir. Kötü tıbbi uygulamalar var, şeklindeki yanlış suçlamaları yersizdir ve doktorların aldığı kararı bozmaya yöneliktir. Bakan, kanıtı varsa ortaya koysun, yasadışı çalışan biri varsa, hemen kovuşturma açsın. Başka bir ülkede bu suçlamayı yapan bir bakanın isti­fa etmesi gerekir. Bakan’ın tutarsız­lığı ve verdiği sözlerden dönmesi, doktorların nihai konumunda belirleyici olmuştur.” (agy)

DERNEK BAŞKANI DA ELEŞTİRİLDİ
Bu arada Tüm-Kıbrıs Tıp Derneği Başkanı Dr. Nikos Yuannu’nun kendisi de, olağanüstü toplantıda ağır şekilde eleştirilmiş ve Yönetim Kurulu ile birlikte istifaya çağrılmıştır. Yönetim Kurulu üyesi ve Lefkoşa Şube Başkanı Dr. Mihalis Voniatis, Cyprus Mail’e şöyle konuşmuştur:
“Sanırım Başkan Yuannu istifa et­melidir. Çünkü doktorların çoğunlu­ğu onun “proje desteklenmelidir” görüşüne karşı oy kullanmıştır. Bu ona güvensizlik anlamına gelmekte­dir. Ben de Yönetim Kurulu üyesiyim, hepimiz istifa etmeliyiz. Ben bedava bakıma karşı değilim, ama aile doktoru sistemi çalışmayacak. Hükümet bu öneriyi doktorlarla ayrıntılı olarak tartışmamıştır..”
Leymosun Şube Başkanı ve yine yönetim kurulu üyesi olan Dr. Hristodulos Mesis de, yeni bir Yönetim Kurulu oluşturulmasından yana olduğunu söyleyerek, Yönetim Kurulu’nun yamalı bohça bir öneriye destek verdiğini vurgulamıştır. (Cyprus Mail, 21.12.1994)
Tüm-Kıbrıs Tıp Derneği Başkanı Dr. Nikos Yuannu ise yayımladığı bir açıklamada, kendisini seçmiş olan Yönetim Kurulu’ndan, gelecek top­lantıda güven oyu isteyeceğini duyurmuş ve olayları çarpıtarak, Sağlık Bakanı ile “komplo” içine girdiği şeklindeki iddiaları reddetmiştir. Yuannu, “Genel Sağlık Sigortası” tartışmalarında Yönetim Kurulu’nun görüşlerini temsil ettiğini, kendi kişisel görüşlerini ifade ettiği şeklindeki iddiaların da yalan olduğunu ve doktorların oybirliğiyle projeyi reddettiği konusunda Bakan’ı derhal bilgilendirdiğini söylemiştir. (Cyprus Weekly, 30.12.1994)
Sonunda geçen Ocak ayı içinde yapılan Dernek Yönetim Kurulu toplantısında Başkan Dr. Yuannu, 19 oyla güven tazeledi. Yönetim Kurulu Aralık 1994’de projenin reddedilmesi kararını onayladı ve 5 kişilik bir komite oluşturarak, hükümet tarafından hazırlanmış olan “Genel Sağlık Sigortasının bütün ayrıntılarıyla incelenmesini kararlaştırdı.
Bu durumda, önce doktorların ve ilaç şirketlerinin farklı görüş­leri dinlenecek ve proje Bakan­lar Kurulu’na sunulmazdan önce yeniden görüşülecek. (Cyprus Mail, 13.1.1995)

PROJEYİ DESTEKLEYENLER NE DİYOR?
“Genel Sağlık Sigortası” projesinin reddedilmesinden sonra, “Vima” gazetesiyle bir söyleşi yapan Baf Tıp Derneği eski Başkanı Dr. Stathis Turvas, şu görüşleri savunmuştu:
 “Tüm-Kıbrıs Tıp Derneği’nin bu pro­jeyi reddetme kararı, Kıbrıs tıbbini 20 yıl geriye götürmüştür ve Kıbrıs’ın tıp mesleği tarihinde kara bir sayfadır. Projeyi reddedenler kliniklerini yapıp, rahat bir yaşam sü­ren “büyük doktorlar”dır. Red oyu kullanan doktorlar, projenin kendi­leri için ne sunduğunu anlamamış­lardır. Dernek Başkanı’na yapılan saldırılar, tıp camiası tarafından kabul edilemez ve camiayı temsil edemez. Önerilen projenin elbette ki bazı zayıflıkları vardır, ama bunlar, projenin kendisinin tümden reddedilmesi için yeterli neden olamaz.”(aktaran Cyprus Weekly, 30.12.1994)
Olağanüstü toplantıda hükümetin projesine destek oyu veren Leymo­sun hastanesi doktorlarından Frikos Çolakis ise şöyle demiştir:
“Red oyu veren çoğunluk, kendi kişisel çıkar­larının zarar göreceğinden endişeli­dir. Yeni bir sağlık projesine ihtiyacı olan kesimleri neden düşünmeye­lim? Sağlık Bakanı’na devlet hasta­nelerinin düzeyini yükseltmemeli­siniz demek ve yüz çevirmek utanç verici bir durumdur.” (Cyprus Mail, 20.12.1994)

BİRBİRİMİZDEN  FARKIMIZ  YOK
Görüldüğü gibi, farklı düzeylerde de olsa, Kıbrıs’taki Rum ve Türk kesimlerindeki devlet hastaneleri ile tüccar hekimlerin durumu, örgüt­lü çıkar gruplarının redci tavırları büyük benzerlikler arzetmektedir. Bu şekilde, konumuzun ikinci kısmına geçebiliriz artık.
Anımsanacağı gibi, 1994 yılı başında DP-CTP Koalisyon hükümeti göreve başladıktan birkaç ay sonra, CTP’li Sağlık Bakanı Ergin A. İlktaç, yıllardır çıktı-çıkacak denen “Sağlık Hizmetleri Yasa Tasarısının hazır olduğunu açıklamış ve Devlet Bakanı Başbakan Yardımcısı Özker Özgür’e sunmuştu. Özgür, Tasarı’yı kısa sürede hazırlamaları nedeniyle Bakanlık yetkililerini ve katkısı bulunanları kutlamış ve yaptığı konuşmada “sağlık hizmetlerinde sistemsizliğin sistem olarak kabul edilmesi nedeniyle geçmişte büyük sorunlar yaşandığını” belirterek, yasanın çıkmasıyla bu olumsuzluğun giderileceğini vurgulamıştı. Sağlık Bakanı İlktaç ise, tasarının önemli bir yasal boşluğu dolduracağını vurgulayarak, full-time esasına dayanan tasarıda etkin ve verimli bir sağlık hizmeti için sağlık çalışanlarının çalışma şartları ve haklarının düzenlendiğini, tasarının yasalaşması ile sağlık hizmetlerinde­ki belirsizlik ve sistemsizliğin orta­dan kalkacağını açıklamıştı. (Kıbrıs, 29.4.1994)
Başbakan Hakkı Atun’un bu konudaki değerlendirmesi de şöyleydi: “Konu son derecede ciddi ve önemlidir. Hükümetimiz  bu konuda süratle adım atacaktır... Verimli, etkili ve huzurlu bir sağlık hizmeti için gereken süratle yapılacak ve yerel seçimlerden sonra yasa ivedilikle Meclis’e gönderilecektir.” (Ortam, 14.6.1994)
Seçimler yapılıp 1994 yılı sonuna gelindiğinde, ortada somut herhan­gi bir şey yine yoktu ve Başbakan Atun şöyle konuşmaktaydı: “Sağlık hizmetlerinde verimlilik artırılacak, personelin tayin-terfileri süratlendi­rilecek, personel sıkıntısı aşılacak, hizmetlerde arzulanan düzeyde di­siplin sağlanacaktır.”
Atun, hasta­nelerde idari sorunlar bulunduğunu, doktorların mesai saatlerine uyma­ları dahil, birçok konuda çalışmalar yapılması gerektiğine parmak bası­yor, ama çözüm ortada görünmüyordu. (Kıbrıs, 5.11.1994)
Sadece özel kesimde çalışan hekim­lerin mağduriyetini getiren kamu görevlisi hekimlerin, hem kamuda, hem özel kesimde çalışmaları soru­nuna DP-CTP hükümetinin de bir çö­züm getiremeyeceği ortaya çıkmış bulunuyor. Devlet olanaklarının bazı nüfuzlu hekim kesimine peşkeş çekilmesinin önüne henüz set çekil­miş değildir. “Maliyet hesabı”na göre çalışacak bir sağlık sisteminin uygulamaya konacağına ilişkin herhangi bir gelişme yoktur. Sosyal si­gortalı hastalara sağlık hizmeti ve­ren tek kurum olarak devlet hasta­neleri, sudan ucuz muayene ve tedavi ücreti almayı sürdürmekte, kuyrukta muayene olamayanlar, öğleden sonra kamu görevlisi hekimin dışarıdaki kliniğine kanalize edilmektedir.
“Sağlıkta yeni uygulama: Memura sağlık paralı” diye basına yansıtılan projenin 1994 yılı sonlarına doğru hayata geçirileceği Sağlık Bakanı İlktaç tarafından açıklanmış olması­na rağmen, 1995 yılının ortasına yaklaşırken, konu ne tartışmaya açılmış, ne de gerekli planlama ya­pılmıştır.
Bu projeye göre, bugüne kadar sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanan yaklaşık 13 bin kamu görevlisinden de, sigortalı çalışan­larda olduğu gibi bu hizmetler karşı­lığında %20’sinin kişi tarafından ödenmesi, geriye kalanının da çalı­şanlardan kesilecek prim fonundan ödenmesi öngörülmekteydi. (Kıbrıs, 1.7.1994)
Yukarıda da değinildiği gibi, Rum kesimindeki kamu görvlilerinin sen­dikası olan PASİDİ’nin reddettiği paralı sağlık hizmetine, Kıbrıs Türk memur sendikalarının nasıl bir tepki göstereceği, genel sağlık sigortası içinde bunun nasıl bir yer alması gerektiği konuları hep tartışılmalı ve topluma yararlı sonuçlar üretil­melidir.

ÖZEL KESİMDEN ALINAN SİGORTALI REÇETELERİ
Sadece kamu görevlisi hekimlerin maaş düzenlemesini öngören ve ge­nel sağlık sisteminin nasıl olmasına yönelik kapsamlı bir yapı getirme­yen “Sağlık Hizmetleri Yasası”nın bile hâlâ daha geçirilemediği bir başıbozukluk içinde, bir de sosyal sigortalıların reçetelerini özel ecza­nelerde yaptırmaları uygulamasının nasıl yürüdüğüne bakalım:
Uygulamanın başladığı 7 Haziran 1994’ten itibaren, özel kesimde ça­lışan hekimler tarafından sosyal si­gortalılar için yazılan reçete sayısı ve bunların tutarı, 26 Ocak 1995 günü yapılan Sosyal Sigortalar Dairesi’nin ilgili toplantısında şöyle açıklanmıştır:

Haziran 1994
  160 reçete
45 milyon TL
Temmuz 1994
  381 reçete
120 milyon TL
Ağustos 1994
  543 reçete
182 milyon TL
Eylül 1994
  806 reçete
273 milyon TL
Ekim 1994
  879 reçete
275 milyon TL
Kasım 1994
1033 reçete
357 milyon TL
Aralık 1994
1307 reçete
424 milyon TL
TOPLAM
5109 reçete
1.676 milyonTL

Görüldüğü gibi sosyal sigortalılar, zamanla bu uygulamadan haberdar olmuş ve giderek artan sayıda reçe­telerini özel kesimdeki eczanelerde yaptırmışlardır. Fakat yine de 27 bin aktif sigortalıdan, ancak 1,300 tane­sinin bu hakkını kullandığı ortaya çıkmıştır. (Bazıları birkaç reçete yaptırmıştır). Öte yandan sözü edi­len süre sonunda, yani Aralık 1994’te sosyal sigortalıların sadece sağlık primi olarak yatırdıkları para miktarının 9 milyar 181 milyon TL’ye ulaştığını öğrenebildik. Bu durum­da, geriye kalan ve sağlık amaçlı olarak toplanmış olan 7.5 milyarlık paranın hangi kalemlere harcandığı, ya da başka fonlara aktarılıp akta­rılmadığı konusunda herhangi bir bilgi edinemedik.
Çok korkulan istismar konusunda ise saptanabilenler şunlar: Bazı hekim­ler bir tek yatılı hasta için 15-16 kalem ilaç yazarak, bütün klinik gereksinmesini bu yoldan karşılama yoluna tevessül edebilmiştir. Özel­likle Mağusa bölgesinde fazla ilaç yazıldığı saptanmıştır: Reçete başı­na 420 bin TL düşen Mağusa’ya karşılık, Lefkoşa’da reçete başına 290 bin TL’lik ilaç düşmüştür. Sosyal sigorta emeklilerine, ki insan en çok ilaca bu dönemde ihtiyaç duyabilir, bu hak tanınmadığından, bazı sigortalıların, kendileri adına baba­larının ilaçlarını yazdırarak alma yoluna gittikleri de saptanmıştır. Sadece hastalık oranı düşük olan genç ve orta yaş grubuna tanınan reçete yaptırma hakkının, yaşlılar için de tanınması halinde istismarla­rın engellenebileceği düşünül­mektedir.
Öte yandan Sosyal Sigortalar Dairesi, 1994 yılı içinde, 152 milyarı devletten olmak üzere 593 milyar Tl’yi aşan prim tahsilatı yaptığını açıklamıştır. (Kıbrıs. 7.2.1995) Sözün kısası, sosyal sigortalı hastalar, bolluk içinde yokluk yaşamakta ve plansız, programsız çalışan Sosyal Sigortalar Dairesi ve Sağlık Bakanlığı’nın yönetim beceriksizliği yüzünden, haklarını layıkiyle kullanamamaktadırlar. Burada tabii ki en büyük sorumluluk, çalışanların örgütlerinde ve by hakları elde etmek için yeterli bir kavga vermemelerindedir. Birçok sosyal sigortalının da haklarından bihaber olduğu bilin­mektedir ve kendilerine herhangi bir bildirim yapılmamıştır.

SONUÇ
Kamu kesiminde çalışan hekimlerin sendikası olan TIP-İŞ, hem içeride, hem de dışarıdaki muayenehane ve kliniklerinde çalışan üyelerine ek gelir sağlamakta olan bugünkü çarpık düzenin yerine, halk yararına yeni bir sistemin gelmemesi için grev yapma dahil, elinden geleni ardına koymazken, Serbest Çalışan Hekimler’in üçte birinin örgütlendiği Birlik ise, Başkanı’nın CTP yöneticisi olması nedeniyle pasif davranmakta ve aynı partiye mensup olan ne Sağlık Bakanı’nı, ne de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nı eleştirmeye yanaşmaktadır. Bir yıla yakın bir süredir, sadece birkaç defa toplantıya çağrılan SÇHB Yönetim Kurulu çalışamaz haldedir.
Oysa 1994 Haziran’ında sosyal sigortalar eczanelere açıldığı zaman. Sosyal Güvenlik Bakanı Özkan Murat, 3 ay sonra da serbest çalışan hekimlere açılacağı sözünü vermişti. Sosyal Sigortalar Dairesi’nin sadece devletten değil, özel kesimden de sağlık hizmeti satın alması için yıllar önce SÇHB tarafından başlatılmış olan mücadele, Birlik Başkanı’nın işleri kapalı kapılar ardında, partili Bakan arkadaşlarıyla tek başına, ya da partili hekimlerle birlikte yürütmeye çalışması nedeniyle sonuç alıcı olamamıştır.
Öte yandan K.T.Tabibler Birliği’nin konuyla ilgili görüş ve uyarılarına kulak tıkama geleneğini sürdüren CTP’li Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanları, UBP’nin 18 yıl sürdürdüğü “Biz yaparız, olur” zihniyetinin devamcısı olmuşlardır. Sözün kısası, sağlıksız sağlık ortamımızda hamam ve taslar aynı, yalnız tellaklar değişmiştir. (22.2.1995, Lefkoşa)

(Hekimce, Sayı:6, Mart 1995)


SOSYAL SİGORTALILAR ÖZEL KESİMDEN DE SAĞLIK HİZMETİ ALMAYA BAŞLIYOR, AMA...


31 Mayıs 1976 tarihli Kıbrıs Türk Sosyal Sigortalar Yasası’nın yürürlüğe girmesinden sonra, “bu yasa dolayısı ile halkın ve serbest çalışan hekimlerin haklarının korunması için çalışmak” amacıyla Kıbrıs Türk Serbest Çalışan Hekimler Birliği 9 Ocak 1978 tarihinde oluşturulmuştu. 24 Mart 1984’de yeniden canlandırılan Birliğin Başkanlığına seçilen Dr. Altan Yavuz, yeni Yönetim Kurulu adına hazırlayıp, zamanın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Hasan Özbaflı’ya gönderdiği 17 Mayıs 1984 tarihli mektupta, sosyal sigortalı hastaların sağlık sorunlarının çözümü için şu önerilerde bulunmuştu:
“1. Sosyal Sigortalar Kurumu, Serbest Çalışan Hekimler Birliği ile yapacakları, görüşmeler sonunda tesbit edilecek koşullarda, sigortalı hastaların özel hekimler ve özel kliniklerde de muayene ve tedavilerinin yapılmasına olanak verecek yasal düzenlemelerin yapılması,
2. Sosyal Sigortalar Kurumu’nun Sağlık Kurulunu kendi bünyesinde oluşturması ve bu sağlık kurulunda serbest çalışan hekimlerin de görev yapması,
3. Serbest Çalışan Hekimlerin verdikleri reçete, tıbbi rapor ve izinlerin Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından kabul edilmesi.”
Aynı öneriler, 11 Kasım 1985 tarihinde, yeni Birlik Başkanımız Dr. Mustafa Hami tarafından, zamanın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Mehmet Altınay’a da iletilmiş, ama hiçbir yanıt alınamamıştı.
22 Mart 1986 günü toplanan Serbest Çalışan Hekimler Birliği’nin Genel Kurulu, UBP-TKP koalisyon hükümetinin programında da belirtilmiş olan, sosyal sigortaların özel kesime de açılacağı hususunda, aradan 8 ay geçmesine rağmen hiçbir şey yapılmadığından şikayetle, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Dr. Mustafa Erbilen’e ilettiği yazıh çağrıda su soruna da parmak basmıştı:
“Kamu görevlisi olup da dışarıda özel klinik çalıştıran hekimlerle ilgili olarak alınan ve bu kliniklerin 30 Kasım 1985’den itibaren kapatılacağına ilişkin hükümet kararı, henüz yerine getirilmemiştir. Bu konuda gerek hükümeti, gerekse Sağlık Bakanlığını daha ciddi ve kararlı olmaya, koalisyon protokolunda yazılı olan tam-gün ilkesini uygalamaya çağırırız.”
          “Tam-gün” çalışma ilkesini benimseyecek bir “Tabiblik Hizmetleri Yasası”nın hazırlanmasına karşı çıkan kamu görevlisi hekimlerin kuruluşu olan Tıp-İş’in 7 Ekim 1985’de başlattığı grev eylemi, 16 Ekim 1985’de “tam-gün konusu ertelenecek, hükümet yeni yasa yapacak” vaadiyle sona erdirilmişti! Böylece, bakanlık tarafından yayımlanan “30 Eylül 1985’e kadar muayenehane ve klinikler kapatılsın, tam-gün uygulanacak” genelgesi geri alınıyor ve sürenin 30 Kasım’a kadar uzatılmış olmasına rağmen, serbest çalışan hekimlerin zararına ve yasalara aykırı olarak sürdürülen çarpık yapı korunuyordu.
Kamu görevlisi olup da dışarıda özel klinik çalıştıran hekimlerle ilgili olarak alınan ve bu kliniklerin 30 Kasım 1985’den itibaren kapatılacağına ilişkin hükümet kararı henüz yerine getirilmemiştir.
Devlet Başkanı Rauf Denktaş, bu tartışmada Sağlık Bakanlığına karşı ve Tıp-İş’in yanında yer almış, 20 Şubat 1986’da Tıp-İş’le görüştükten sonra verdiği bir demeçte, tarafların iyi niyetle davranarak ihtilafın kökünden çözümlenmesi ümidini dile getirmişti.
Aradan geçen süre içinde, Tıp-İş’in “Tabiblik Hizmetleri, Kamu Görevlileri Yasası içinde yürütülemez, ayrı yasa yapılmalıdır” şeklindeki talepleri hayata geçirilememiş ve sağlık hizmetlerindeki sistemsizlik nedeniyle, sadece özel kesimde çalışan hekimlerin uğradıkları haksızlık ve ayrımcılık, hem kamuda, hem özelde çalışan hekimler lehine sürdürülmüştür.
Sosyal Sigortalıların, devlet sağlık hizmetleri yanında özel kesimden de sağlık hizmeti almalarına ilişkin talepler ise, 1990 Genel Seçimlerinden sonra, zamanın Sağlık ve Çalışma Bakanı Dr. Ertuğrul Hasipoğlu tarafından verilen bir sözle yeniden güncelleştirildi:
“1 Ocak 1991’den itibaren sosyal sigortalı olan hastalar, dilediği doktora giderek, muayene olabilecek ve ilaçlarını piyasadaki eczanelerden alabilecek.” (Kıbrıs, 20 Ağustos 1990)
“Tabiblik Hizmetleri Yasasını da çıkarmaya soyunan yeni Bakan, gerçekleştirmezsem istifa ederim” diyecek kadar, büyük konuşacaktı. Ama görevinin bittiği 1993 yılı sonuna kadar ne yasayı çıkarabilecek, ne de sosyal sigortalılara verdiği sözü yerine getirebilecekti.
12 Temmuz 1990 günü Serbest Çalışan Hekimler Birliği ile ilk toplantısını yapan Dr. Hasipoğlu, “Yasa, Ekim 1990’a kadar çıkacaktır” demesine rağmen, 1 Ocak 1991’de hiçbir uygulama emaresi yoktu.
Ağustos 1992’de bazı ilerlemeler oldu. Sosyal sigortalı hastaların özel hekimler tarafmdan yazılan röntgen ve laboratuvar tetkikleri, 2 Ağustos’tan itibaren devlet hastanelerinde ücretsiz olarak yaptırılabilecekti. Ama bu uygulamanın nasıl bir sonuç verdiğine ilişkin herhangi bir döküm yayımlanmamıştır. Sosyal Sigortalar Yönetim Kurulu, aynı ay içinde aldığı bir kararla, “serbest hekimlik ve serbest eczacılık sistemine geçişe katkı sağlamak” amacıyla, 1 Temmuz 1992 tarihinden itibaren sosyal sigorta primlerine %3’lük bir artış getirdi. (Kıbrıs, 10 Ağustos 1992)
“Gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra, 1993’ün ilk üç ayı içinde sosyal sigortalar özele açılacak” (Halkın Sesi, 27 Aralık 1992) sözü ardından, 1993’ün Ocak ve Şubat ayları içinde Serbest Çalışan Hekimler Birliği’nin Sosyal Sigorta Müdürlüğü ve Bakanlıkla yaptığı görüşmeler, Tıp-İş’i tekrar harekete geçirdi ve her zaman olduğu gibi, “Tabiblik Hizmetleri Yasası’nın çılarılması konusu ardına saklanılarak, 24 Şubat 1993 günü grev başlattı.
Sağlık ve Çalışma Bakanı Dr. Hasipoğlu’nun grevin ilk günü “Sigorta işini rafa kaldıralım, grev yapmayın” demiş olmasına rağmen, greve devam edildi. Kamu görevlisi hekimler dışında kalan sağlık çalışanlarının verilmemiş haklarını ön plana çıkaran sendika yetkilileri, aslında “devlet hekimlerine de kendi özel kliniklerinde sosyal sigortalı hastalara bakma hakkının kendilerine verilmesini” talep ediyorlardı. (Kıbrıs, 9 Mart 1993)
18 Mart 1993’de Tıp-İş ile bakanlık arasında bit protokol imzalanarak, greve son verilmiş, ama daha sonra sağlık çalışanlarına bazı haklar verilmiş olmasına rağmen, hekimlerin çalışma koşullarını düzenleyecek olan “Tabiblik Hizmetleri Yasası” bir başka bahara kalmıştı.
Sağlık ve Çalışma Bakanı Dr. Hasipoğlu, yaklaşık üç buçuk yıllık görevinden ayrılırken varılan aşamayı şöyle özetlemişti:
“Sosyal sigortaların özel hekim ve eczanelere de açılması Sosyal Sigortalar Dairesi İdare Medisi’nce uygun görülmüş ve bu yönde gerekli işlemler başlatılmıştır... Sağlık Hizmetleri Yasası ile küçük bir gruba çıkar sağlanması hiçbir zaman düşünülmemiş, Tıp-İş’in yapmış olduğu ve Kuzey Kıbrıs’taki tüm barem ve ücret sistemini tamamen alt-üst edecek öneriler yüzünden tasarıya son şekli verilememiş ve haliyle Cumhuriyet Meclisi’ne sunulamamıştır. Ne yazık ki Bakanlığımızın bu yöndeki iyi niyetli girişimleri de istenilen sonucu verememiştir. 1980 yılından beri bu ülkede “Sağlık Yasası” tartışılır ve çıkmaz. Neden? Çünkü sizler gibi, kuruluşları eline geçirmiş ve siyasi kanaatlerinizle, şahsi çıkarlarınızı öne çıkaran 5-10 kişi hep bunu engellemiştir. Benim hatam, sizlere güvenmek ve niyetlerinizi geç farketmektir... Sağlık personelinin büyük bölümüne iaşe ve ibate, kirlilik tahsisatı verilmesini öngören yasal düzenlemeler, Tıp-İş’in muhalefetine rağmen hazırlanmış ve 3.9.93 tarihinde uygulanmaya konmuştur. On-call (icapçı) ödeneği verilmesi amacıyla hazırlanan Tüzük ise, Bakanlar Kurulunun gündemindedir. Onu da engelleyen yeni Yönetim Kurulunuzdur.” (Kıbrıs, 1 Ocak 1994, Tıp-İş’e Açık Mektup)
Dr. Hasipoğlu ile Serbest Çalışan Hekimler Birliği olarak yaptığımız bir görüşmede, sosyal sigortaların özele açılması konusunda greve kadar varan bir direniş gösteren Tıp-İş’in tavrı karşısında bakanlığın taktik olarak sorunları parça parça çözümleme yöntemini benimsediği bize söylenmişti. O nedenle, kamu görevlisi olarak kendilerinin dışarıda özel hasta bakmalarına yasaların uygun olmamasından hareketle, karmu hekimlerinin kesinlikle dışarıda sigortalı hasta göremiyecekieri, bizzat Dr. Hasipoğlu tarafından dile getirilmiş ve sırf sosyal sigortaların özele açılması işlemi yürürlüğe girsin diye, bu işe doktorlardan değil de eczanelerden başlanmasının uygun görüldüğü söylenmişti.
1994 yılı başında göreve başlayan DP-CTP Koalisyon Hükümeti’nin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Özkan Murat, 21 Mart 1993 günü yaptığı bir açıklamada, Sigortalar’ın Mayıs ayı sonuna kadar özele açılacağını ve ilk etapta özel eczanelerden başlanacağını ve bunu daha sonra özel hekimlerin izleyeceğini duyurdu. Haberi veren Kıbrıs gazetesi “Sigortalar 1 yıllık rötarla özele açılıyor” manşetini kullanmıştı. (22 Mart 1994)
Yeni bakan da Tıp-İş’in serbest çalışan hekimler aleyhine yürütmekte olduğu. çalışmalardan haberdardı. Nitekim Kıbrıs gazetesine yaptığı bir açıklamada şöyle konuştu:
“Sistemde bir tıkanma yok... Ancak kamu kesiminde çalışan hekimlerden itirazlar var. Sisteme karşıdırlar. Sağlık Bakanlığı’na bazı talepleri oldu. Kamu hekimleri, Sağlık Yasası’nın bir an önce çıkarılarak sistemde yer almak istiyor. Ancak bu şu anda mümkün değil. Biz özele açılırken, kamu hekimleri dışındaki hekimlerle sisteme başlamak zorundayız. Sağlık Yasası çıktıktan sonra, kamu kesimi hekimlerinin de sistemden yararlanması söz konusu olabilir. Sistemden öncelikle eczacılar, 3 ay sonra özel hekimler ve daha sonra da diş hekimleri yararlanacaktır.” (20 Şubat 1994)
Bilindiği gibi Sosyal Sigortalılar Yasası’nın çıktığı 1976 yılından beri, sigortalı hastalar sadece devlet sağlık hizmetlerinden yararlanabilmektedir. Ve kamu görevlisi hekimler, bu hastalara verdikleri hizmetin karşılığını, halen tam-gün çalışırmış gibi %40 ek tahsisat ve aylık maaş olarak almaktadırlar. Her türlü sosyal hak, hayat pahalılığı, yıllık izin, devlet güvencesi gibi haklara sahip olan kamu hekimleri, dışarıda da yasadışı olarak özel klinik ve muayenehane çalıştırabilmekte ve ilgili Bakanlıklar buna göz yummaktadırlar. Yani devletin mali gücünün, kamu hekimlerinin istediği maaşı veremeyecek durumda olduğu gerekçesiyle, onların “dışarıdan ek kazanç” sağlamalarına göz yumulmaktadır. Bu durum öğretmen, mühendis ve benzeri meslekler için de söz konusu olmakla beraber, giderek artan ekonomik sorunlar ve geçim sıkıntısı, serbest çalışan hekimlerin işyerlerinden asgari geçimlerini yürütecek kadar gelir sağlamalarına engel olmaktadır.
Kamu çalışanlarına kıyasla, sosyal hakları çok kısıtlı ve devlet güvencesinden mahrum olan serbest çalışan hekimlerin adil olmayan yürürlükteki sağlık hizmetlerinden şikayetçi olmaları doğal karşılanmalıdır. İşte bu nedenledir ki, yıllardır sürdürülen mücadele sonucu, sosyal sigortalı hastalara özel kesimden de hizmet verme ve özel hekimlik kesimini çökmekten kurtarma gündemdeki önemini korumaktadır.
Ama ne yazık ki, kamu kesiminde çalışan hekimleri temsil eden Tıp-İş Sendikası, Dr. Hasipoğlu’nun dediği gibi, “Nalıncı keseri gibi hep kendinize yontmayın, mevcudiyetinizin nedeninin hastalar olduğunu unutmayın” uyarısına hiç aldırış etmemekte ve bir taraftan kamu görevlisi hekimlerin görev ve sorumluluklarını düzenleyecek olan “Tabiblik Hizmetleri Yasası”nın çıkmasına engel olup, konuyu maaş baremi bazına indirgerken,öte yanda da serbest çalışan hekimlerin aleyhine olan bugünkü “Hem içerde, hem dışarıda hasta bakma” uygulamasının devamı için elinden geleni ardına koymamaktadır.
Son olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Sosyal Sigortalar Dairesi yetkilileri tarafından yapılan bir açıklamada, 7 Haziran 1994’den itibaren, primlerini yatıran sosyal sigortalıların, reçetelerini özel eczanelerde yaptırabilecekleri duyuruldu. Uygulamanın bu ilk adımı ardından sigortalıların, serbest çalışan doktorlar ile laboratuvar hizmetlerinden yararlanması uygulamasının başlayacağı açıklandı. Bakanlık müsteşarı H. Sarıca iki konuda da çalışmaların devam ettiğini ve çok kısa bir süre sonra sonuç alacaklarına inandığını söyledi. (Kıbrıs, 4 Haziran 1994)
Bu haberin hemen ardından Tıp-İş’in yine grev dahil bir dizi eyleme hazırlandığı basına manşet oldu:
“Sağlık servislerinde greve doğru. Sağlık Yasası’nın bir türlü çıkarılamaması ve hastanelerdeki acil servis sorunları nedeniyle, doktorlar eyleme hazırlanıyor.”(Kıbns, 9 Haziran 1994)       
Sağlık Bakanlığı’nın da tutarlı ve kararlı davranmadığı yine basına yansıyan haberlerden anlaşılmaktadır:
“13 Mayıs 1994 tarihli ve Sağlık Bakanı Ergin Abdullah İlktaç’ın imzasını taşıyan bir genelgeden huzursuz olan sağlık merkezi hekimleri, “Bu genelge hastanelerdeki hekimlerin hafta sonları kendi kliniklerinde çalışmasına imkan yaratırken, bizim yollarda bellerde perişan olmamıza yol açıyor” dediler... Hastane hekimleri yerine, hafta sonları hastanelerin acil servislerinde nöbet tutmaları istenen sağlık merkezi hekimleri, bu genelgeyi “sürgün” genelgesi olarak nitelendiriyor.” (Kıbrıs, 8 Haziran 1994)
DP- CTP Koalisyon Hükümeti’nin CTP’li olan iki bakanının birbirleriyle çelişen görüşleri ise dikkat çekiyor. Sağlık Bakanı İlktaç, ülkede çok büyük miktarlarda ilaç israfı ve savurganlığı bulunduğunu belirterek, ilaç kullanımının daha bilinçli hale getirilmesi gerektiğini söylerken (Kıbrıs, 31 Mart 1994), Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat ise, sosyal sigortaların özele açılması işleminin eczanelerden başlatılmasını kararlaştırıyor. Kaldı ki gerek K.T.Tabibler Birliği, gerekse Serbest Çalışan Hekimler Birliği yıllardır reçetesiz ilaç satılmasının durdurulması için mücadele etmekte, ama Bakanlık yetkilileri konuya gereken önemi vermemektedir.
Öte yandan K.T.Eczacılar Birliği, konuyla ilgili olarak görüş belirten İşadamları Derneği’nin “reçete ile satılıp satılmayacak olan ilaçlar sınıflandırılsın” şeklindeki açıklamasına şu cevabı verebilmiştir:
“Sosyal Sigortalar Dairesi’nin özel hekimlere ve eczanelere açılmadan “ilaca reçete” getirilmesine karşı olduğumuzu yineleriz.” (Kıbrıs, 13 Ekim 1993)
Ülkemizdeki ilaç israfı ve özellikle devlet sağlık hizmetlerindeki durum üzerinde ayrıca durmak gerekmektedir. Yataklı Tedavi Kurumları Dairesi’nin 1992 yılına ait faaliyet raporunda belirtildiğine göre, 1992 yılı içinde devlete ait 5 hastaneye 189,320 poliklinik hastası, 13,874 yatılı hasta, 92,942 ilkyardım hastası ve 28,443 diş hastası başvurarak tedavi görmüştür. Bu hastalar için toplam 152,083 adet reçete yazılmış ve 346,447 adet ilaç verilmiştir. (s.4) Demek ki hastaların yarısı sosyal sigortalıdır. Parasız sağlık hizmeti alan diğer kişilerin dökümü ise şöyle verilmektedir: Memur 19,423 kişi (%35), asker 7,381 kişi (%13), sivil 1,181 kişi (%2) ve personel 684 kişi (%1). Ne yazık ki bütün devlet hastaneleri ve sağlık ocaklarını kapsayan ve güvenilir istatistiki bilgiler elde bulunmamaktadır.
Sosyal sigortalı kişilerle ilgili sınıflandırılmış bilgiler, ilginçtir, Sosyal Sigortalar Dairesi’nin elinde bile bulunmamaktadır. Bize söylenen, Daire’nin kurulduğu 1977’den beri 104 bin sigortalının bulunduğu ve prim ödeyenlerin sayısının 32 ile 22 bin arasında değiştiğidir! (24.3.1994 tarihli görüşme)
1994 yılı için aktif (prim ödeyen) sigortalı sayısı 32 bin olarak tahmin edilirken, bunların sağlık yardımı alan yakınlarının sayısı 44,500 olarak verilmektedir. 1994 yılı içinde 61 milyar 28 milyon TL sigorta primi toplanacağı ve bunun 30 milyar 882 milyonunun harcanacağı öngörülmüştur. Bu harcamanın 9 milyar 238 milyonu daire çalışanlarının maaşı olarak ayrılmıştır. Yani sosyal sigortalılar ve yakınları için 1994 yılı içinde hastalık sigortası gideri olarak yaklaşık22 milyar TL harcanacaktır. Geriye kalan 30 milyar 146 milyon’luk para, fazlalık, yani kâr olarak gösterilmektedir!
Bu durumda, sosyal sigortalı hastaların varlık içinde yokluk çekmekte olduğu ortaya çıkmaktadır. Plansız, programsız, herhangi bir bilimsel projelendirmeden yoksun ve gelişigüzel çalışmakta olan Sosyal Sigortalar Dairesi’nin içler acısı bu durumuna bir an önce bir çare bulunması kaçınılmazdır.
Öte yandan devletin, Sosyal Sigortalar Dairesi’ne 1977 yılından bu yana olan birikmiş prim borcu miktarı 151 milyar TL’yi aşmış durumdadır. Bugünkü değerler üzerinden bunun 800 milyar TL’yi bulan bir meblağa ulaştığı hesaplanmıştır. (Birlik, 23 Mart 1994) Daire özel kesimden ise 23 milyar TL alacaklıdır.
Özerk bir kuruluş olması gereken Sosyal Sigortalar Dairesi’ni denetimi altında tutan  bakanlık ve hükümetler, Daire’ye olan prim borçlarını zamanında yatırıp, kayıpları önlemezken, daire de sadece Devlet Sağlık Kurumlarından sağlık hizmeti alarak, sigortalı çalışanların zararına ve tatmin edici olmayan bir hizmet sunmaktadır.
1990 yılı içerisinde Sağhk Bakanlığı’nın Daire’den talep ettiği sağlık hizmetleri karşılığı olan meblağ, sadece 1 milyar 513 milyon TL idi. (Sağlık Bakanlığı’nın 1990 yılı Faaliyet Raporu, s.5) 1992 yılına ait raporda bu konuyla ilgili herhangi bir bilgi verilmemektedir. Ama 19 Ocak 1993 tarihinde Sosyal Sigorta Dairesi yetkilileriyle yaptığımız görüşmede bize söylenen, 1993 yılı içinde devlete ilaç ve tedavi gideri olarak yaklaşık 8 milyar 400 milyon TL’nin ödeneceğiydi.
Bu rakamın sağlıklı olup olmadığı hakkında kuşkularımız vardır. Çünkü Daire’nin  “1993 yılı tahmini masraf listesi”nde şu kalemler yer almaktadır: 31.400 aktif sigortalı için  1.3 milyar hastalık sigortası gideri, 1.1 milyar ilaç gideri, toplam 2.5 milyar TL. sigortalıların eş ve çocukları kaleminde 2.4 milyar TL hastalık için, 386 milyon TL ilaç için, toplam 2.8 milyar TL de 44 bin sigortalı yakınları için harcanması öngörülmüştür. Özetle 75.400 kişi için 1.5 milyarı ilaç olmak üzere toplam 5.3 milyar TL harcanacaktır. Masrafı 8.8 milyara çıkaran, bu rakama eklenmiş olan ve Malüllük, yaşlılık ve ölüm aylığı almakta olan 43 bin kişi için ödenen 2.7 milyarlık hastalık ve 717 milyonluk ilaç harcaması olmak üzere 3.4 milyar tutan meblağdır.
Bu harcamalara ek olarak 2 milyar TL yurtdışı tedavi, 3.5 milyar geçici iş görememe ödeneği ve 1 milyar da diğer giderler (protez, araç gereç vb) konduğunda, 30.8 milyarlık 1994 yılı tahmini giderlerin toplamına ulaşır.
Sosyal sigortalı hastaya ve yakınlarına, devlet yanında özel kesimden de sağlık hizmeti sunulacağı gerekçesiyle, 1 Temmuz 1992’den beri %3 yerine %6 olarak toplanan hastalık sigortası prim oranlarının iki yıla yakın süre içinde ne kadar tuttuğu ise açıklanmamıştır. Kaldı ki 1994 yılı için öngörülen 30 milyar TL’lik prim fazlasının, sosyal sigortalı çalışanlara vergi iadesi gibi geri ödenmesi, ne düşünülmekte, ne de talep edilmektedir.
Vatandaş yasal zorunluluk olarak sigorta primini Daire’ye yatırıyor, ama bunun karşılığında alması gereken hizmetleri gerektiği şekilde alamıyor. Nitekim bü konudaki çarpıklığa dikkati çeken Türk-Sen’e bağlı 450 üyeli Turizm Emekçileri Sendikası (TES) Başkanı Bayram Karaman şöyle konuşmuştur:
“Çalışanın birikimlerinin toplandığı Sosyal Sigortalar’da büviik bir sömürü yaşanmaktadır. Devlet, Sigortalara yıllardır yüzde 4’lük katkısını yerine getirmiyor ve borcu 167 milyara ulaştı. Ancak bu gerçek rakam değildir. Devlet borcuna sadık kalmış olsaydı bu rakam bugünkü koşullarda 500 milyara ulaşacaktı. Dolayısıyla Sigortalar Fonu’nun faizleriyle birlikte 500 milyar TL parası olacaktı. Bu bir sömürü ve soygundur. Bu fonun hiçbir devlet garantisi de yoktur. Aynı sorun İhtiyat Sandığı’nda da yaşanmaktadır.” (Kıbrıs, 10 Şubat 1994)  
Kıbrıs gazetesi muhabiri “Sigortalı üvey evlat mıdır?” başlıklı haberinde bize şu bilgileri vermektedir:
“Ülkemizde 32 bini Sosyal Sigortalar Dairesi’ne prirn yatıran yaklaşık 60 bin özel sektör çalışanı, devlet güvencesi altında bulunan 12 bin 500 civanndaki kamu görevlisinin hak ve menfaatlerinden yararlanamıyoı.” (agy)
Görüldüğü gibi, kamu görevlisi hekimler de dahil olmak üzere, devlet çalışanları her türlü sosyal güvence, maaş ve ücretler açısından ayrıcalıklı bir konumda iken, özel kesim çalışanları, serbest çalışan hekimler de içinde üvey evlat muamelesi görmekte ve kendi yağıyla kendi ciğerini kavurma durumuyla başbaşa kalmaktadır. Özel kesimde büyük sağlık kuruluşlarının kurulamamış olmasının en büyük nedeni de, devletin böylesi yatırımları rasyonel kılabilecek hiçbir kolaylığı sağlamamış olmasıdır.
Gizli işsizlik içinde olan bir çok serbest çalışan hekimin muayenehanelerinin kapanmasını engelleyecek ve  onların adadan göçüne çare olabilecek olan, sosyal sigortalı hastaların, özel hekimlerden de hizmet alabilmesi uygulaması, devlet sağlık hizmetlerinin yeniden örgütlenmesi çerçevesinde birlikte ele alınırsa, yararlı sonuçlar getirebilecektir. Fakat bu amaca ulaşma doğrultusunda, ne Sağlık Bakanlıği’nın, ne de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın herhangi bir bilimsel araştırma veya proje çalışması bulunmamaktadır. Başka ülkelerdeki uygulamalardan örnekler vererek, yıllardır yaptığımız uyarılara kulak tıkanmakta ve “Ben yaparım, olur” düz mantığıyla hareket edilmektedir.
            Sosyal sigortalılar özel kesimden de sağlık hizmeti almaya başlıyor, ama ortaya çıkacak olan sorunlara nasıl çözüm bulunacağını kimse bilmemektedir. Uzman insana ve bilgiye yatırım yapmadan, siyasal kazanç sağlamaya dönük kararlarla nereye kadar gidilebileceğini birlikte yaşayıp, göreceğiz.
6 Haziran 1994 günü Sosyal Sigortalar Dairesi’ne giderek, sigortalılar için kullanılacak reçeteleri alırken, dikkatimi çeken ilk aksaklıklar şöyleydi: Reçete yazılırken doktorların nelere dikkat etmesi gerektiğine ilişkin herhangi bir bilgi broşürü hazırlanmamıştı. Reçeteyi yazacak hekimle ilgili bilgiler verecek kaşeler hazırlanmamıştı. Reçeteyi alan hekime imza attırılmıyordu. En önemli husus da milletvekili, yani kamu görevlisi olan hekimlere üstten gelen emirle reçete blokları verilmişti!.. Hele uygulama daha da ilerlesin, o zaman tekrar kaleme sarılacağız. Şimdilik bu kadar. (10 Haziran 1994)


(Hekimce dergisi, Sayı:4, Temmuz-Ağustos-Eylül 1994)