1990’lı
yıllar boyunca, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri halkları arasında farklı
düşünceler olmasına karşın, büyük bir çoğunluk, Avrupa Birliği (AB) üyesi
olmayı bir ulusal öncelik olarak görmekteyken, şimdilerde, bu isteklilikte bir
azalma olduğu görülmektedir. 8 eski sosyalist ülkenin hükümet yetkilileri, 2004
yılında AB’ye katılabileceklerinin açıklamasını memnunlukla karşılamışlardı,
ama şimdi AB üyeliği için halk desteği önemli ölçüde azalmış bulunuyor.
AB üyeliğinin ne getirip, ne götüreceği konusunda halka
yeterli bilgiler verilmediğinden, Orta Avrupa halkları pastadan eşit pay
alamayacakları korkusuna kapılarak, yavaş yavaş AB’nin genişlemesi fikrine
sıcak bakmamaya başladılar. AB üyesi ülkelerde genişleme yanlılarının sayısı
belki fazladır, ama Aralık 2001’de yapılmış olan “Eurobarometer”in son
araştırmasına göre, Orta Avrupa’da AB’nin genişlemesinden yana olan kamuoyu
desteği azalmış bulunuyor.
Estonya ve Letonya’da %41’lik “hayır” oyu varken, bu oran
Polonya’da %33, Litvanya’da %29, Slovenya’da %28, Çek Cumhuriyeti’nde %25’dir.
AB üyeliğine karşı olanların oranı, sadece Macaristan (%13) ve Slovenya’da
(%14) düşüktür.
Bir zamanlar AB üyeliği uzak bir olasılık iken, şimdi
yakından yapılan gözlemlerde, üyeliğin meziyetlerinin daha az inandırıcı olduğu
ortaya çıkmıştır. Çünkü AB, 1. Üyeliğin yararlarından faydalanmayı
geciktirmektedir. 2. Yapısal fonlar ve tarım sübvansiyonları ile ilgili
tartışmalar başlamış ve refahın yeniden bölüştürülmesi oranının düşük olacağı
görülmüştür. Bazı aday ülkelerde ise, AB üyeliği hayali, hayal kırıklığına ve
hatta pişmanlığa dönüşmüştür. Örneğin
Çek Cumhuriyeti’ndeki bazı siyaset adamları, ülkelerinin eşit olmayan bir ortak
olacağından söz ederken, Polonya’dakiler de ihmal edildiklerinden
şikayetçidirler. Ama AB üyelik görüşmelerini yürüten siyasetçiler, genelde
AB’nin genişlemesinden yana olmayı sürdürmektedirler. Üyelik görüşmelerinde
nelerin konuşulduğuna ilişkin olarak ayrıntılı bilgi sahibi olmayan halk ise,
hoşnutsuzluğunu giderek artan oranlarda dile getirmektedir.
AB’ye hem mesafe, hem de siyaset olarak uzak olan
ülkelerde, AB üyeliği için destek en yüksek oranda bulunmaktadır: Romanya’da
%97, Bulgaristan’da %95. Bu ülkelerdeki halk, bilinçli bir siyasal tercihten
çok, daha iyi bir yaşam ümidi ile AB üyeliğini istemekte olup, siyasal elitleri
arasında bu konuda bir görüş birliği vardır. Bu ülkelerin siyaset adamları da,
“refah ve güvenlik getirecek olan AB üyeliği”ni, seçmenlere bir havuç gibi
sunarak, yeniden yapılanma ile ilgili acı reçetelerini yutturmak
istemektedirler.
Ekonomik
yapıları güçlü olan ve AB üyeliği için daha fazla şansı olan ülkelerde ise,
AB’nin genişlemesi için olan destek daha güçlüdür. Avrupa Komisyonu tarafından
Haziran 2001’de açıklanan bir araştırmaya göre, Estonya, Letonya, Çek
Cumhuriyeti ve Polonya’da, AB ile ilgili görüşler, daha çok ekonomik açıdan
değerlendirilmektedir. Örneğin Çeklere göre, genişlemiş Avrupa planında söz
verilenler ile gerçek arasında önemli bir fark bulunmaktadır. Avrupa Komisyonu
ise, Polonyalıların AB’yi daha çok bir Zenginler Kulübü olarak gördüğüne
inanmaktadır. .
Genişleme bölgelerinde, AB üyeliğine artan oranda kuşku
ile bakanlar (Euroskeptikler), daha çok konu ile ilgili yeterli bilgisi olan
kesimlerdir. Ama bu kesimin oranı, Eurobarometer araştırmasına göre, ancak %2
kadardır. Bu durum fazla hayrete yol açmamalıdır. Çünkü üyelik görüşmeleri, kapalı kapılar ardında
yapılmakta olup, kamuoyuna yansıyan unsurlar çok belirsizdir ve üyelik uzak
görünmektedir. Örneğin eskiden Sovyet Cumhuriyeti olan üç Baltık ülkesinde,
NATO üyeliğinin Rusya’ya karşı önemli bir güvence olacağı bilinci egemen iken,
AB üyeliğinin kendilerine ne getireceği hakkında pek bilgili olmadıklarından,
AB’ye kuşku ile bakmaktadırlar. Üyeliğin uzakta ve karmaşık bir iş olduğu;
ortak tarım politikası, balıkçılık, ulaşım, enerji, turizm, sosyal haklar,
yurttaşlık hakları ve adalet, sağlık ve bölgesel para yardımları, para
politikası gibi hayati konularda yararların açık-seçik olmadığı düşünülmektedir.
Macaristan ile Slovakya’da ise, AB üyeliğine karşı kuşku,
çok azdır. Macaristan parlamentosunda bulunan bütün partiler (olası iki AB
karşıtı parti de içinde olmak üzere), AB üyeliğine destek veren bir anlaşma
imzalamışlardır. Slovakya’da da parlamentodaki bütün partiler (ulusal egemenlik
hakkında kuşkuları bulunan iki siyasal parti de dahil), AB üyeliğinden yanadır.
Ama henüz ortak bir belge üzerinde anlaşmamışlardır. Oysa eski Çek Başbakanı
Vaslav Klaus’un Sivil Demokratik Partisi (ODS) ve Çek Komünist Partisi, AB
üyeliğine kuşku ile bakmaktadır.
Polonya’da ise AB üyeliği tartışmaları giderek
artmaktadır. Parlamentoda, açıkça AB karşıtı olan iki parti vardır: Polonyalı
Aileler Birliği ve Özsavunma Partisi. Bu partilerin yaptığı karşı propagandalar
sonucunda, Polonya’nın AB üyeliğine karşı olanların sayısı, %33’lük bir orana
yükselerek, Çek Cumhuriyeti’ndeki oranı da geçmiştir. AB üyeliğine kuşku ile
bakan Çek siyaset adamlarının çoğu, AB üyeliğini “değerli bir hedef”ten çok,
“zorunlu bir kötülük” olarak değerlendirmektedir.
AB üyeliğine aday olan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde
önde gelen ulusal psikolojik etmenlerden biri de, sosyalist düzenden kapitalist
düzene geçişin ağır sancılarının AB üyeliği ile nasıl giderileceği hususudur.
AB tarafından yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre, AB üyeliğine kuşku ile
bakanlar daha çok orta ve alt gelir gruplarındandır. Son 10 yıl içinde, yaşam
düzeyleri önemli ölçüde düşen ve ekonomik pastanın eşit olarak dağıtılmadığını
gören bu kesimler, daha çok emekliler ve kamu kesiminde çalışan işçiler olup,
AB üyeliğinin toplumdaki sınıf farklılıklarının daha da artacağına
inanmaktadır. AB araştırmasına göre, bunların yanında bir de, genelde serbest
pazar ekonomisine karşı olan kesimler vardır. Bunlar arasında radikal solcular
olduğu gibi, aşırı milliyetçiler de vardır. AB karşıtı solcular, 1989
sonrasında yer alan sosyalizmden kapitalizme dönüşümü ve AB üyeliğini, kamu
hizmetlerinin çöküşü, sosyal güvencelerin ortadan kalkışı, sosyal dokunun
dağılması, yüksek suç işleme oranları ve yolsuzluk ile
ilişkilendirmektedirler.
Bazı gözlemciler, AB üyeliğinden yana olanlara
(Euroenthusiasts) karşı cephe almış olan kesimleri, yani AB karşıtlarını (Eurosceptics) da, iki gruba
ayırmaktadırlar: Katı tutum yanlıları (hard) ve yumuşak tutum yanlıları (soft).
Katı tutum yanlıları, radikal solcular gibi AB üyeliği projesine temelden karşı
çıkmaktadırlar. Örneğin Çek Cumhuriyeti’ndeki Vaslav Klaus’un Sivil Demokratik
Partisi (ONS). Yumuşak tutum yanlıları ise, AB üyeliğine temelde karşı
çıkmazken, karşı çıktıkları yanlarını belirtmektedirler. Bunların bir kısmı
AB’nin bazı politikalarına karşı çıkarken, öteki kısmı da ulusal çıkarların
korunmasını talep etmektedirler. Bazı politikalara karşı çıkanlar, genelde
AB’den yana olup, AB’nin daha fazla bütünleşmesine karşı çıkmakta ve Brüksel’e
daha fazla yetkiler verilmemesini istemektedirler. Uygulamada, örneğin
Maastricht Sözleşmesi’nin bazı maddelerine onay vermemekte ve ortak para birimi
“euro”ya karşı çıkmaktadırlar. Ulusal çıkarlar açısından AB’ye kuşku ile
bakanlar ise, AB içinde yapılan
tartışmalarda, ülkelerinin ulusal çıkarlarına öncelik vermektedirler.
Ama her iki yumuşak kuşkuculuk da, Avrupa Birliği’nde bütünleşme ilkesini
desteklemektedir. Örneğin İngiltere, İsveç ve Danimarka, AB ortak para birimi
euro’ya karşı olup, AB’nin bazı yetkilerinin genişletilmesine karşıdırlar.
AB’nin genişleme bölgelerindeki katı AB karşıtlığı, henüz
güçlü bir platform haline dönüştürülememiştir. AB’ye muhalefet, ılımlı düzeyde
kalmaktadır. Ama örneğin İrlanda’da Haziran 2001’de yapılan bir referandumda,
AB’nin kurumsal olarak yeniden yapılandırılmasını öngören Nis Anlaşması
reddedilmiştir. Bu arada bir AB çalışmasına göre, AB yurttaşlarının sadece
%43’ü AB’nin genişlemesinden yanadır. AB’nin genişlemesine karşı olanlar,
%35’lik bir oran oluşturmaktadır. AB’nin genişlemesine karşı olanların oranı,
AB’nin en güçlü iki üyesi olan Almanya’da %42, Fransa’da da %47’dir. Orta ve
Doğu Avrupa ülkelerinde ise, AB üyeliği için yapılacak olan referandumlarda,
hep olumlu sonuç çıkacaktır. Macaristan’da bu oran %87 iken, Estonya ve
Letonya’da bile %59 olacaktır.
AB’nin genişleme bölgelerindeki AB karşıtlığı, her şeye
rağmen artmaktadır. Katı bir AB karşıtı olan Çek Komünist Partisi, 1998
seçimlerinde ülke parlamentosuna %11’lik oy oranıyla girmişti. Polonya Aileler
Birliği de, AB üyeliğine karşı katı bir tutuma yönelmiştir. AB’ye kuşku ile
bakanların oranı, bu ülke halklarının AB üyeliği hakkında birinci elden
bilgilerle donanmaları ile artacaktır. AB üyeliğinin getireceği yarar ve
zararların ortaya çıkmasından sonra bu ülkelerde ciddi AB karşıtı platformların
oluşması beklenmelidir.
AVRUPA ANTİ-KAPİTALİST SOLU’NUN
“ALTERNATİF AVRUPA” PROGRAMI
İlk defa
Mart 2000’de Lizbon’da düzenlenen Avrupa Anti-kapitalist Solu’nun ilk
konferansı, daha sonra sırasıyla Paris, Brüksel ve son olarak geçtiğimiz
aylarda Madrid’de yapıldı. Avrupa’da kapitalizme karşı olan sol partilerin
eylem ve güç birliği yaptıkları bu toplantılara, 11 Avrupa ülkesinden çeşitli
sol siyasal parti ve akımlar katıldı.
Bunlar arasında İngiltere’den Socialist Alliance, İskoçya
Sosyalist Partisi, Fransa’dan Ligue Communiste Revolutionnaire,
Portekiz’den Sol Blok, İspanya’dan
Espacio Alternativo, Danimarka’dan Kızıl-Yeşil İttifağı, İtalya’dan Rifondazione
Comunista, Norveç’ten Kızıl Seçim İttifağı, Hollanda’dan Sosyalist Parti gibi
siyasal hareketler yer almaktaydı.
Madrid’de yapılan konferansta üzerinde anlaşmaya varılan
“Avrupa’nın alternatif programı”nın ilkeleri şöyle belirlenmiş bulunuyor:
* Bush-Blair’in bizi savaşa
sürükleyen yoluna ve Avrupa Ordusu’na
hayır- İrak’ta savaşa hayır, Afganistan’dan geri çekilinsin, İsrail birlikleri
Filistin’den dışarı çıksın.
* Avrupa Kalesi’ne hayır-
herkes için seyahat özgürlüğü ve eşit haklar
* Avrupa büyük sermayesinin
doğrudan emrinde olacak, küçük ve güçlü bir AB yürütme organı ile ilgili
antidemokratik planlara ve halka karşı savaş makinesi hayır
* Halkların ve işçi
sınıflarının, nasıl bir Avrupa’da yaşamak istediklerine ilişkin olarak, doğru
bir karar almalarına izin verecek olan, aşağıdan yukarıya radikal demokratik
kurucu bir süreçten yanayız
* Kârı insandan önce düşünen
neo-liberal saldırıya karşıyız
* Alternatif bir Avrupa’nın
olası olduğundan emin olan konferans katılımcıları, uzun bir zamandan beri sosyal-liberal
solun daha da solunda yer alan siyasal bir kutuplaşmanın ilk defa başlamış
olduğuna dikkat çekerek, işbirliklerini gelecekte de derinleştirmeye
çalışacaklar. Özellikle 2004’de yapılacak olan Avrupa Parlamentosu
seçimlerinde, ortak bir Avrupa Platformunun hazırlanmasının olanaklı olup
olmadığı tartışılacak.
(“AB DOSYASI, Hazırlayan:
Hüseyin Erdoğan” imzasıyla, Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek dergisi, Sayı:81, Ekim
2002)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder