17 Mayıs 2015 Pazar

AB ÜYELİĞİNE KUŞKU İLE BAKANLARIN SAYISI ARTIYOR


            1990’lı yıllar boyunca, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri halkları arasında farklı düşünceler olmasına karşın, büyük bir çoğunluk, Avrupa Birliği (AB) üyesi olmayı bir ulusal öncelik olarak görmekteyken, şimdilerde, bu isteklilikte bir azalma olduğu görülmektedir. 8 eski sosyalist ülkenin hükümet yetkilileri, 2004 yılında AB’ye katılabileceklerinin açıklamasını memnunlukla karşılamışlardı, ama şimdi AB üyeliği için halk desteği önemli ölçüde azalmış bulunuyor.
            AB üyeliğinin ne getirip, ne götüreceği konusunda halka yeterli bilgiler verilmediğinden, Orta Avrupa halkları pastadan eşit pay alamayacakları korkusuna kapılarak, yavaş yavaş AB’nin genişlemesi fikrine sıcak bakmamaya başladılar. AB üyesi ülkelerde genişleme yanlılarının sayısı belki fazladır, ama Aralık 2001’de yapılmış olan “Eurobarometer”in son araştırmasına göre, Orta Avrupa’da AB’nin genişlemesinden yana olan kamuoyu desteği azalmış bulunuyor.
            Estonya ve Letonya’da %41’lik “hayır” oyu varken, bu oran Polonya’da %33, Litvanya’da %29, Slovenya’da %28, Çek Cumhuriyeti’nde %25’dir. AB üyeliğine karşı olanların oranı, sadece Macaristan (%13) ve Slovenya’da (%14) düşüktür. 
        Bir zamanlar AB üyeliği uzak bir olasılık iken, şimdi yakından yapılan gözlemlerde, üyeliğin meziyetlerinin daha az inandırıcı olduğu ortaya çıkmıştır. Çünkü AB, 1. Üyeliğin yararlarından faydalanmayı geciktirmektedir. 2. Yapısal fonlar ve tarım sübvansiyonları ile ilgili tartışmalar başlamış ve refahın yeniden bölüştürülmesi oranının düşük olacağı görülmüştür. Bazı aday ülkelerde ise, AB üyeliği hayali, hayal kırıklığına ve hatta  pişmanlığa dönüşmüştür. Örneğin Çek Cumhuriyeti’ndeki bazı siyaset adamları, ülkelerinin eşit olmayan bir ortak olacağından söz ederken, Polonya’dakiler de ihmal edildiklerinden şikayetçidirler. Ama AB üyelik görüşmelerini yürüten siyasetçiler, genelde AB’nin genişlemesinden yana olmayı sürdürmektedirler. Üyelik görüşmelerinde nelerin konuşulduğuna ilişkin olarak ayrıntılı bilgi sahibi olmayan halk ise, hoşnutsuzluğunu giderek artan oranlarda dile getirmektedir.
            AB’ye hem mesafe, hem de siyaset olarak uzak olan ülkelerde, AB üyeliği için destek en yüksek oranda bulunmaktadır: Romanya’da %97, Bulgaristan’da %95. Bu ülkelerdeki halk, bilinçli bir siyasal tercihten çok, daha iyi bir yaşam ümidi ile AB üyeliğini istemekte olup, siyasal elitleri arasında bu konuda bir görüş birliği vardır. Bu ülkelerin siyaset adamları da, “refah ve güvenlik getirecek olan AB üyeliği”ni, seçmenlere bir havuç gibi sunarak, yeniden yapılanma ile ilgili acı reçetelerini yutturmak istemektedirler.
           Ekonomik yapıları güçlü olan ve AB üyeliği için daha fazla şansı olan ülkelerde ise, AB’nin genişlemesi için olan destek daha güçlüdür. Avrupa Komisyonu tarafından Haziran 2001’de açıklanan bir araştırmaya göre, Estonya, Letonya, Çek Cumhuriyeti ve Polonya’da, AB ile ilgili görüşler, daha çok ekonomik açıdan değerlendirilmektedir. Örneğin Çeklere göre, genişlemiş Avrupa planında söz verilenler ile gerçek arasında önemli bir fark bulunmaktadır. Avrupa Komisyonu ise, Polonyalıların AB’yi daha çok bir Zenginler Kulübü olarak gördüğüne inanmaktadır. .
            Genişleme bölgelerinde, AB üyeliğine artan oranda kuşku ile bakanlar (Euroskeptikler), daha çok konu ile ilgili yeterli bilgisi olan kesimlerdir. Ama bu kesimin oranı, Eurobarometer araştırmasına göre, ancak %2 kadardır. Bu durum fazla hayrete yol açmamalıdır. Çünkü  üyelik görüşmeleri, kapalı kapılar ardında yapılmakta olup, kamuoyuna yansıyan unsurlar çok belirsizdir ve üyelik uzak görünmektedir. Örneğin eskiden Sovyet Cumhuriyeti olan üç Baltık ülkesinde, NATO üyeliğinin Rusya’ya karşı önemli bir güvence olacağı bilinci egemen iken, AB üyeliğinin kendilerine ne getireceği hakkında pek bilgili olmadıklarından, AB’ye kuşku ile bakmaktadırlar. Üyeliğin uzakta ve karmaşık bir iş olduğu; ortak tarım politikası, balıkçılık, ulaşım, enerji, turizm, sosyal haklar, yurttaşlık hakları ve adalet, sağlık ve bölgesel para yardımları, para politikası gibi hayati konularda yararların açık-seçik olmadığı düşünülmektedir. 
            Macaristan ile Slovakya’da ise, AB üyeliğine karşı kuşku, çok azdır. Macaristan parlamentosunda bulunan bütün partiler (olası iki AB karşıtı parti de içinde olmak üzere), AB üyeliğine destek veren bir anlaşma imzalamışlardır. Slovakya’da da parlamentodaki bütün partiler (ulusal egemenlik hakkında kuşkuları bulunan iki siyasal parti de dahil), AB üyeliğinden yanadır. Ama henüz ortak bir belge üzerinde anlaşmamışlardır. Oysa eski Çek Başbakanı Vaslav Klaus’un Sivil Demokratik Partisi (ODS) ve Çek Komünist Partisi, AB üyeliğine kuşku ile bakmaktadır.
            Polonya’da ise AB üyeliği tartışmaları giderek artmaktadır. Parlamentoda, açıkça AB karşıtı olan iki parti vardır: Polonyalı Aileler Birliği ve Özsavunma Partisi. Bu partilerin yaptığı karşı propagandalar sonucunda, Polonya’nın AB üyeliğine karşı olanların sayısı, %33’lük bir orana yükselerek, Çek Cumhuriyeti’ndeki oranı da geçmiştir. AB üyeliğine kuşku ile bakan Çek siyaset adamlarının çoğu, AB üyeliğini “değerli bir hedef”ten çok, “zorunlu bir kötülük” olarak değerlendirmektedir. 
            AB üyeliğine aday olan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde önde gelen ulusal psikolojik etmenlerden biri de, sosyalist düzenden kapitalist düzene geçişin ağır sancılarının AB üyeliği ile nasıl giderileceği hususudur. AB tarafından yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre, AB üyeliğine kuşku ile bakanlar daha çok orta ve alt gelir gruplarındandır. Son 10 yıl içinde, yaşam düzeyleri önemli ölçüde düşen ve ekonomik pastanın eşit olarak dağıtılmadığını gören bu kesimler, daha çok emekliler ve kamu kesiminde çalışan işçiler olup, AB üyeliğinin toplumdaki sınıf farklılıklarının daha da artacağına inanmaktadır. AB araştırmasına göre, bunların yanında bir de, genelde serbest pazar ekonomisine karşı olan kesimler vardır. Bunlar arasında radikal solcular olduğu gibi, aşırı milliyetçiler de vardır. AB karşıtı solcular, 1989 sonrasında yer alan sosyalizmden kapitalizme dönüşümü ve AB üyeliğini, kamu hizmetlerinin çöküşü, sosyal güvencelerin ortadan kalkışı, sosyal dokunun dağılması, yüksek suç işleme oranları ve yolsuzluk ile ilişkilendirmektedirler.   
            Bazı gözlemciler, AB üyeliğinden yana olanlara (Euroenthusiasts) karşı cephe almış olan kesimleri, yani  AB karşıtlarını (Eurosceptics) da, iki gruba ayırmaktadırlar: Katı tutum yanlıları (hard) ve yumuşak tutum yanlıları (soft). Katı tutum yanlıları, radikal solcular gibi AB üyeliği projesine temelden karşı çıkmaktadırlar. Örneğin Çek Cumhuriyeti’ndeki Vaslav Klaus’un Sivil Demokratik Partisi (ONS). Yumuşak tutum yanlıları ise, AB üyeliğine temelde karşı çıkmazken, karşı çıktıkları yanlarını belirtmektedirler. Bunların bir kısmı AB’nin bazı politikalarına karşı çıkarken, öteki kısmı da ulusal çıkarların korunmasını talep etmektedirler. Bazı politikalara karşı çıkanlar, genelde AB’den yana olup, AB’nin daha fazla bütünleşmesine karşı çıkmakta ve Brüksel’e daha fazla yetkiler verilmemesini istemektedirler. Uygulamada, örneğin Maastricht Sözleşmesi’nin bazı maddelerine onay vermemekte ve ortak para birimi “euro”ya karşı çıkmaktadırlar. Ulusal çıkarlar açısından AB’ye kuşku ile bakanlar ise, AB içinde yapılan  tartışmalarda, ülkelerinin ulusal çıkarlarına öncelik vermektedirler. Ama her iki yumuşak kuşkuculuk da, Avrupa Birliği’nde bütünleşme ilkesini desteklemektedir. Örneğin İngiltere, İsveç ve Danimarka, AB ortak para birimi euro’ya karşı olup, AB’nin bazı yetkilerinin genişletilmesine karşıdırlar.
          AB’nin genişleme bölgelerindeki katı AB karşıtlığı, henüz güçlü bir platform haline dönüştürülememiştir. AB’ye muhalefet, ılımlı düzeyde kalmaktadır. Ama örneğin İrlanda’da Haziran 2001’de yapılan bir referandumda, AB’nin kurumsal olarak yeniden yapılandırılmasını öngören Nis Anlaşması reddedilmiştir. Bu arada bir AB çalışmasına göre, AB yurttaşlarının sadece %43’ü AB’nin genişlemesinden yanadır. AB’nin genişlemesine karşı olanlar, %35’lik bir oran oluşturmaktadır. AB’nin genişlemesine karşı olanların oranı, AB’nin en güçlü iki üyesi olan Almanya’da %42, Fransa’da da %47’dir. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde ise, AB üyeliği için yapılacak olan referandumlarda, hep olumlu sonuç çıkacaktır. Macaristan’da bu oran %87 iken, Estonya ve Letonya’da bile %59 olacaktır.  
            AB’nin genişleme bölgelerindeki AB karşıtlığı, her şeye rağmen artmaktadır. Katı bir AB karşıtı olan Çek Komünist Partisi, 1998 seçimlerinde ülke parlamentosuna %11’lik oy oranıyla girmişti. Polonya Aileler Birliği de, AB üyeliğine karşı katı bir tutuma yönelmiştir. AB’ye kuşku ile bakanların oranı, bu ülke halklarının AB üyeliği hakkında birinci elden bilgilerle donanmaları ile artacaktır. AB üyeliğinin getireceği yarar ve zararların ortaya çıkmasından sonra bu ülkelerde ciddi AB karşıtı platformların oluşması beklenmelidir.     

AVRUPA ANTİ-KAPİTALİST SOLU’NUN “ALTERNATİF AVRUPA” PROGRAMI
            İlk defa Mart 2000’de Lizbon’da düzenlenen Avrupa Anti-kapitalist Solu’nun ilk konferansı, daha sonra sırasıyla Paris, Brüksel ve son olarak geçtiğimiz aylarda Madrid’de yapıldı. Avrupa’da kapitalizme karşı olan sol partilerin eylem ve güç birliği yaptıkları bu toplantılara, 11 Avrupa ülkesinden çeşitli sol siyasal parti ve akımlar katıldı.           
        Bunlar arasında İngiltere’den Socialist Alliance, İskoçya Sosyalist Partisi, Fransa’dan Ligue Communiste Revolutionnaire, Portekiz’den  Sol Blok, İspanya’dan Espacio Alternativo, Danimarka’dan Kızıl-Yeşil İttifağı, İtalya’dan Rifondazione Comunista, Norveç’ten Kızıl Seçim İttifağı, Hollanda’dan Sosyalist Parti gibi siyasal hareketler yer almaktaydı.
            Madrid’de yapılan konferansta üzerinde anlaşmaya varılan “Avrupa’nın alternatif programı”nın ilkeleri şöyle belirlenmiş bulunuyor:
* Bush-Blair’in bizi savaşa sürükleyen  yoluna ve Avrupa Ordusu’na hayır- İrak’ta savaşa hayır, Afganistan’dan geri çekilinsin, İsrail birlikleri Filistin’den dışarı çıksın.
* Avrupa Kalesi’ne hayır- herkes için seyahat özgürlüğü ve eşit haklar
* Avrupa büyük sermayesinin doğrudan emrinde olacak, küçük ve güçlü bir AB yürütme organı ile ilgili antidemokratik planlara ve halka karşı savaş makinesi hayır
* Halkların ve işçi sınıflarının, nasıl bir Avrupa’da yaşamak istediklerine ilişkin olarak, doğru bir karar almalarına izin verecek olan, aşağıdan yukarıya radikal demokratik kurucu bir süreçten yanayız
* Kârı insandan önce düşünen neo-liberal saldırıya karşıyız
* Alternatif bir Avrupa’nın olası olduğundan emin olan konferans katılımcıları, uzun bir zamandan beri sosyal-liberal solun daha da solunda yer alan siyasal bir kutuplaşmanın ilk defa başlamış olduğuna dikkat çekerek, işbirliklerini gelecekte de derinleştirmeye çalışacaklar. Özellikle 2004’de yapılacak olan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde, ortak bir Avrupa Platformunun hazırlanmasının olanaklı olup olmadığı tartışılacak. 


(“AB DOSYASI, Hazırlayan: Hüseyin Erdoğan” imzasıyla, Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek dergisi, Sayı:81, Ekim 2002)            

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder