Kıbrıslı’nın son sayısında Attila Noyin tarafından kaleme
alınan “Namık Kemal Zindanı, demokrasi müzesi haline getirilmelidir” başlıklı yazıda, onun esaret
hayatı çektiğine değinilmektedir. Oysa ki Namık Kemal’in Mağusa’da sürgünde
iken kaleme aldığı 136 mektup da içinde, bütün mektuplarını üç cilt halinde
yayımlayan Fevziye Abdullah Tansel şöyle yazmaktadır:
“Hemen söyleyelim ki, Kemal, bir asra yakın zamandan beri
tekrarlandığı üzere, öyle, çürütücü bir zindan hayatı yaşamış değildir;
denebilir ki, Mağusa hayatı, sürüldükten sonra geçen kısa zaman dışında,
Avrupa’dakinden çok daha müreffehdir. 5. Murat, İstanbul’daki ailesinin rahat
rahat geçimini temin ettiği gibi, kendisine de türlü vasıtalarla para,
hediyeler gönderiyordu. (Zamanın Kıbrıs valisi) Veys Paşa Konağından yollanan
şeyler de az değildir. Kemal’in ve yakınlarının mektupları gözden geçirilince
pek çok altın, kelle kaşar peyniri, havyar, rakı , konyak, tütün, reçel ve
şuruplar, gecelik entarisi ve hırkalar, ahiretliği için (Mağusa’da iken 12
yaşında bir kız çocuğunu Namık Kemal besleme almıştı) elbiselik kumaş, odasına
serilmek üzre keçe, zarf, tomar tomar kağıt, kalem, mürekkep, kalemtraşına
kadar gönderildiği açıkça anlaşılır. Kendisi için fazla gelen bu şeyleri Kemal
oradaki dostlarına yedirip içiriyor, dağıtıyordu; mesela, gönderilen üç saatten
ikisini Avni Efendi’ye, Osman Bey’e hediye etmişti. İşte bu yüzden, sıhhatini
harab edecek derecede içkiye düşen Kemal’i israfından dolayı, babası Mustafa
Asım Bey ikaza mecbur kalmıştı. Akka ve Rodos’taki sürgün arkadaşları ise
oldukça zaruret içinde bulunuyorlardı; hatta bu sebepten Kemal, Ebuzziya
Tevfik’in çok acı sitemleriyle karşılaşmıştır. Magosa’da iken basılan kitapları
vasıtasıyle de, az çok kazanç temin etmekte idi.”(Namık Kemal’in Mektupları,
Cilt 1, Türk Tarih Kurumu, Ankara,1967,Önsöz, s.39-40)
Namık Kemal’in yayımlanmış mektupları sayesinde, onun
hemen hiç bilinmeyen Mağusa’daki yaşamı aydınlatılmış ve eserlerinin kronolojik
sıralaması da yapılabilmiş, eksik ve
yanlışlıklar düzeltilebilmiştir. Mithat Cemal Kuntay tarafından 1949’da İstanbul’da yayımlanmış olan yine 3
ciltlik “Namık Kemal” çalışmasında da benzeri bilgiler verilmektedir.
Namık Kemal, hakkındaki “tevkif-i askeri” (askeri
tutukluluk) hükmü yanlış anlaşıldığı için ilkin dar bir hücrede zor günler
geçirmiş, fakat üç gün sonra, şair Ali Ruhi ve Zeynül Abidin Reşit’in babası
olan zamanın Kıbrıs mutasarrıfı Veys Paşa’nın yardımı ile biraz daha iyi bir
odaya taşınmıştı. Veys Paşa, Kemal’e gazeteleri gönderiyor, mektuplaşmalarına,
İstanbul’dan gönderilen kitap, yiyecek, giyecek vb şeylerin sağlanmasına aracı
oluyor, her türlü kolaylığı esirgemiyordu.
Aşağıda Namık
Kemal’in Mağusa’daki yaşamını yansıtan bazı alıntılar bulacaksınız:
* 1873 yılında kızı
Feride’ye yazdığı bir mektuptan:
“Hanım Kız,
Mektubunu aldım. Ben burada o kadar rahattayım ki tarif
edemem. her akşam denize giriyorum; Magosa’da bir koca liman var; beyaz kum
içinde...İnsan Unkapanı’ndan Galata’ya kadar bir gidiyor; yine deniz, boğazına
çıkıyor...Hele bilsen, o beyaz kum, suyun içinde ne güzel görünüyor...Tıpkı
tıpkısına sizin İstanbul hanımefendilerinin yaşmak altında parlayan çehreleri
gibi...
Senden başka birşey düşündüğüm yok; herkes rahat olduğumu
biliyor; yalnız sen anlamıyorsun. ne kadar inkar etsen inanmam...” (F.A.Tansel,
agy, Cilt:2, s.288)
* Kıbrıslı yakın
arkadaşı Osman Bey’e yazdığı Ekim 1874
tarihli mektuptan:
“Ramazanda olsun birkaç gün buraya gelmez isen,
kabahatini afvetmem. Ben suçlu olsam, yine güçlü olurum; nerede kaldı ki, hem
sen haksız olsan; hem ben mağlup olayım...Yahu Ramazan üzeri bize biraz rakı
gönderiniz. Burada rakı yerine adeta zehir içiyoruz. Canım Osmancığım, Müfti
Efendi’ye git de, benim tarafımdan süret-i mahsusada ellerini öp...”
(F.A.Tansel, agy, s.314)
* Osman’a yazdığı
bir başka mektuptan:
“Birkaç akşamdır, sipsivri Cambulata çıkıyoruz, orada
içiyoruz, türkü söylüyoruz, güveçler, balıklar yiyoruz...eğlenip duruyoruz.”
(M.C.Kuntay, agy, Cilt: 2, s.594)
* Namık Kemal,
cinsel hayatına ilişkin bazı dedikoduların Mağusa halkı arasında dolaştığını
bilmekte ve bunlara kızmaktadır. Mağusa’da bulunan ve “Bu akşam meclis-i
hazretleri ile teşerrüfe cesaret edemedim” dediği bir kişiye yazdığı bir
mektupta bu dedikodulara yanıt vermeye çalışır:
“Efendimiz Hazretleri,
Galiba şair, “Güneş gammazdır; gece pezevenktir” hayaline
Magosa halkının muhaverat (konuşmalar) ve musamerattaki (akşam
eğlencelerindeki) kil-ü kalinden (dedikodusundan) intikal etmiş olmak gerek...
Güya ki fesad-ı fuad-ı Fuad (düşünce ve gönülleri
karıştırıcı biri) tecessüm etmiş (canlanmış) ve alnına bir de damga-yi la’net
veya nokta-i siyah-ı iştibah (kara leke şüphesi) vaz olunmuş da namına Magosa denilmiş.
Subhana’l Kadiri! Bu ne kadar musafeha karane (aleyhte
etki yapan) harekettir ki iki adam arasında bir musafeha (tokalaşma, el ele
tutuşma) görseler, illet-i gaiyesi
musafeha (zina)dır itikadında bulunuyorlar. Tashif-ü tahrifte bu kadar
meharet, eski Yuhud ehbarına değil, Ermeni ahbarlarına bile kolaylıkla nasib
olur şeylerden değildir.
...Bendeniz zenna imişim (zina yapıyormuşum). Galiba bu
rivayette bulunanlar ezvac-i muhadderatından (namuslu karılarından) mes’eleyi
tahkik etmek gerek. Her ne hal ise, bendeniz muhsınım (ancak nikahlı karısıyla
cinsel ilişkide bulunan bir kimseyim). Yalan yere yemin etmeyeceğimi Efendimiz
dahi tahkik ve belki kable’t-tahkik (araştırma öncesi) tasdik buyurursunuz.
Magosa’ya geldim geleli zina fi’l-i şeni’inden beriyim (zina kötü eyleminden
uzağım); her türlü yemine de hazırım. O türlü hazırım ki devlet elinde
mazlumum, şeri’at pençesinde mercum (taşlama cezası) olurum, yine ağzımı açmam.
Bendeniz Lüti (oğlancı) imişim. Galiba bu rivayette
bulunanlar da söyledikleri sözü oğullarından işitmişlerdir. Bir Hadis’ten
bahsolunurken “Nikola’dan nakledildi” (Arapça yazılmıştır) mes’elesini
Efendimiz’e de rivayet etmiştim zannederim. Her ne hal ise, Alimallah ben
Magosa’ya geldim geleli öyle bir habaset (kötülük) etmedim ve hatta tab’an (huy
bakımından) hali (yumuşak huylu) isem de, ihtilam (rüya içinde boşalma) dahi
olmadım...”(F.A.Tansel, agy, 462-465)
(Kıbrıslı Türkün Sesi dergisi, Sayı:16, 23 Kasım-23
Aralık 1996)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder