Kıbrıslı’nın 8. sayısında çıkan “Kıbrıs Türk toplumunda
düşünce özgürlüğü” başlıklı makaleme aynı sayıda “Karşı görüş” başlığı altında
yanıt veren Yılmaz Sarper’in yazdıklarından hareketle, konuya yeniden dönmek
ihtiyacını duydum. Sarper yazısında şöyle diyor: “Bu çetin şartlarda, olmak ya
da ölmek çizgisinde, bir zorlu ulusal kurtuluş mücadelesi veren bir toplumun,
ulusal mücadelenin hedeflerine aykırı hareketlerde bulunanları, yani toplumun
“yaşama hakkına” kastedenleri, “yaşama hakkını koruma hakkı”nı kullanarak
cezalandırılması çok mu anormal? Atatürk’ün liderliğinde gerçekleşen istiklal
harbinde böyle olaylar hiç mi yaşanmadı?”
1958, 1962 ve 1965’de öldürülen Kıbrıslı Türk
demokratların Kıbrıs Türk toplumunun yaşama hakkına kastettiklerine (!) ilişkin
bu görüşü ilk defa duyuyoruz. Bu kişiler toplumumuza karşı bir katliam mı
planlamışlardı, yoksa sadece Kıbrıs Türk liderliğinin taksim politikalarına
karşı oldukları ve farklı düşündükleri
için mi öldürülerek susturulmuşlardı? Yargısız infazla “cezalandırılma”nın adı
ne zamandan beri “yaşama hakkını koruma hakkı” oldu? Kaldı ki, 1962 cinayetini,
yeraltı örgütünün merkezinden habersiz olarak işletenlerin bir süre o örgütten
atılmış olduğunu yazarın bilmesi gerekmiyor mu?
Doğrudur, “vatan
hainliği”nin ne olduğunun tarif edilmesine acilen ihtiyaç vardır. Çünkü tek
suçları (!), vatanlarının taksim edilmesi fikrinin, Kıbrıs insanına dayanılmaz
acılar getireceğini daha o günlerde savundukları için “yaşam hakları” ellerinden alınan bu
yurtseverlerin haklılığı artık kamu vicdanında da onaylanmıştır.
Atatürk’ün yaptıklarına sığınmaya çalışanlar, günümüz
Türkiye’sinde o dönemin yanlışlarının da artık tartışılmakta olduğunu bilmelidirler.
Teşkilat-ı Mahsusa geleneğine bağlı olan İttihat ve Terakki’nin, muhaliflerini
kanla yok etme politikasının, Cumhuriyet döneminde de sürdürülmesi, yapılanları
haklı kılar mı? Kemalist tarih yazımı, tek kişiyi kahraman yapabilmek için Türk
tarihinin bütün kahramanlarını ortadan kaldırmışsa, bunda bir anormallik yok
mu? Bizde de tarih kitapları, birkaç
kişinin üzerine kurularak, toplumsal varoluş mücadelesini onlardan önce
yürütenler unutturulmak istenmiyor mu? Ama gün gelecek, herkes yerli yerine
oturtulacaktır.
Yazar Mehmet Altan, Birinci Meclis’te liderliği
eleştiren“İkinci Grup”un önderlerinden
Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in Mart 1923’de M.Kemal’in muhafız komutanı
Topal Osman ve arkadaşları tarafından öldürüldüğüne değinirken, aynı gruptan
Cumhuriyet’in ilk demokratı diye nitelendirdiği Erzurum milletvekili Hüseyin
Avni Ulaş’ın 27 Ekim 1945’de şöyle konuştuğunu aktarmaktadır: “Bu milletin
meclisinde yirmi seneden beri hürriyet ifade eden bir tek kelime söylenmedi.
Bizde demokrasinin en büyük noksanı budur. Cumhuriyet ancak hürriyetle olur.
Hürriyete istinad etmeyen bir cumhuriyet iğfalkardır. Evet, ben 25 senedir
muhalifim. Ama kime? Haksızlığa, kanunsuzluğa ve istibdata muhalifim.” (Sabah,
22.2.1996)
Bizdeki Kıbrıs Türk liderliğinin muhaliflerinden olan
Dr.İhsan Ali ise şöyle diyordu: “Bu emperyalistlerin kirli bir
taktiğidir.Taksim şeytanca bir çözüm şeklidir!...1957’de sömürge hükümetinin
politikası yavaş yavaş Kıbrıslı Türkler ile Rumlar arasında ayrılık yaratmaya
doğru geliştikçe, ben görevimden ayrıldım...Terör politikasının nereye doğru
gittiğini biliyordum. Bu, korkunç kardeş katline doğru bir gidişti.” Ama
karşıtları hala daha “Bir ihanetin belgeseli: Dr.İhsan Ali” diye kitaplar
yayınlatıp,ileri görüşlü bu demokratı kötülemeye çalışmaktadırlar. Bir insan
olarak Dr.İhsan Ali’nin de hataları olabilir. Ama onun oğlu ve ilk Kıbrıslı
Türk kardiolog olan Dr.Savaş Yakıner’i,
10 yıl kadar önce, KKTC’ye yerleştikten sonra, ülkeden kaçırtmak için dövüp, arabasının lastiklerini delik deşik edenler,
neden o yarayı kazımak istemişlerdi? Hani “Vatan hainliği kanıtlanan”ların
aileleri de bizim insanlarımızdı? Kaldı ki kimin hain olduğu veya olmadığı,
ancak özgür ortamlarda tartışılabilir.1962’de öldürülen Avukat Ayhan Hikmet’in
eşine, 1963 olaylarından sonra cinsel tacizde bulunan ve onu Rum kesimine
sığınmaya zorlayan yine aynı çevreler değil miydi? Bu konuların “kaşınması”nı
her zamanki gibi, “yıkıcı faaliyet”, ya da “Rum’a hizmet” diye niteleyenler,
külahlarını önlerine koyup, iki kez düşünmelidirler.Gün gelir, varoluş
mücadelemizle ilgili bütün gerçekler, Türkiye’deki gibi bütün çıplaklığıyla
yazılılabilir. Toplumun çağdaş ilkeler
doğrultusunda oluşacak olan gerçek birlik ve beraberliğini bozanlar, böylesi
çağdışı düşünceleri savunanlardan başkası olamaz.
(Kıbrıslı dergisi, Sayı:10, 20 Mayıs-20 Haziran 1996)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder