17 Mayıs 2015 Pazar

AB’nin genişleme süreci ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üyeliği neler getirecek?


Tekelci Avrupa kapitalizmi, uyguladığı neoliberal politikanın bir gereği olarak, Doğu Avrupa yönünde genişlemeyi planlamaktadır. Bu genişleme, ABD’den sonra gelen dünyadaki emperyalist güç odaklarından biri olarak Avrupa Birliği (AB)’nin siyasal ve askeri açıdan bütün Avrupa kıtasını etkisi altına almasına yöneliktir. Emperyalist güçlerin kendi aralarındaki iç kavgada öne çıkan küreselleşmiş dünya pazarlarının, bölgesel ve dünya çapındaki egemenlik alanlarının yeniden paylaşımı ve ileri konumlar elde etme yarışmasında, AB bir açılım içine girme çabasındadır.
            Nis zirvesinde de görüldüğü gibi, AB’nin temel eksenini oluşturan Almanya ve Fransa, siyasal ve stratejik açıdan AB’yi bir devletler topluluğundan çok, federal bir devlete doğru yöneltirken, öte yandan da  Euro’nun tek para birimi olarak uygulanması projesi ile bu merkezileşme eğilimlerini öne çıkarmaktadır. Avrupa Ordusu’nun kurulması da, AB’nin ekonomik yapısı üzerinde siyasal ve askersel bir üst örgütün oluşturulmasıyla açıklanabilir. ABD bu açıdan hâlâ daha tek egemen güç olarak yerini korumaktaysa da, AB’yi oluştural farklı ülkelerin farklı stratejik çıkarları, Doğu ve Güneydoğu Avrupa ülkeleri ile Rusya’ya karşı farklı değerlendirmelerde bulunmalarına yol açmaktadır. Bu da AB’nin doğu yönündeki genişleme politikasında, merkez ve çevre ülkeler arasındaki ilişkileri, tarımsal ve yapısal fonların genişleme ile birlikte nasıl dağıtılacağı sorununu gündeme getirmektedir. 
            AB’nin Doğu Avrupa’ya açılımının ana itici gücü olan Alman sermayesi, AB’yi kendi emperyalist çıkarlarına uygun bir kılıf olarak görmekte ve bunda da herhangi bir direnişle karşılaşmamaktadır. Bu şekilde yeni işgücü potansiyeli, yatırım alanları ve pazar yaratma ve AB sermayesinin eylem alanını genişletmeyi hedeflemektedir. Bu durum ise, ABD ile AB arasındaki emperyalist çıkarların çatışmasına yol açmaktadır. Almanya, Fransa ile birlikte AB’nin genişlemesini zorlarken, Avrupa’nın “Merkezi” ile “Çevre”si arasında farklı iki birleşme hızı öngörülmektedir.
            1999 Helsinki Zirvesinde de vurgulandığı gibi, Doğu’ya doğru genişleme süreci, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini AB üyeliğine katarken, bu ülkelerin ekonomik, siyasal ve askeri açıdan da AB’ye katılmasını hedeflemektedir. Bu süreç, ABD ile AB’nin güçlü ülkelerinin NATO’nun doğu yönünde genişlemesi planlarından ayrı düşünülmemelidir. Nis ve Helsinki Zirvelerinden çıkan sonuçlar birlikte değerlendirilirse görülecektir ki, AB, yakın gelecekte, farklı güç ve yetkileri olan merkez, merkeze yakın ve çevre ülkeleri şeklinde örgütlenecektir.
            Öte yandan Avrupa emek güçleri, bugünkü AB, ya da genişlemiş AB’den daha büyük bir kesimin çıkarlarını savunmaktadır. Avrupa emekçilerinin birliği kavramı, bütün Avrupa halklarının dayanışma içinde ve eşit haklara sahip olarak, birbirleri üzerinde egemenlik kurma emelleri taşımayan bir işbirliği içinde olmalarını öngörmektedir. Batı Avrupa Ordusu’nun kurulması yerine, başta Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü olmak üzere, tüm Avrupa’yı kapsayan kurumların güçlendirilmesini ve çatışmaların askeri olmayan yollardan çözümlenmesini talep etmektedir. AGİÖ, kuruluşundaki asli görevini, yani çatışmaların barışçı yollardan çözümünü hedeflemeli ve son yıllarda yapılmaya çalışıldığı gibi, NATO ve BAB’ın başka ülkelere doğru uzamış kolları olmaktan uzak durmalıdır. Avusturya ve Kuzey Avrupa ülkeleri gibi birçok Avrupa ülkesinin uyguladığı bağlantısız veya tarafsız ülke statüsü benimsenebilir ve barışçı, demokratik bir Avrupa’nın kurulması ancak bu yolla sağlanabilir. 
            Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin AB’ye tam üye olması acaba Kıbrıs halkına ne getirecek? Bu soruya yanıt bulmaya çalışırken, şu sorulara yanıt bulmak gerekecek:
            AB’nin şimdiye kadar olan genişleme süreçlerinde, katılım kararının alınmasında demokrasi açısından önemli eksiklikler görülmüştür. AB’ye katılımın getireceği yararlar ve zararlar, kamuoyu oluşturan organların şimdiye kadar yansıttığına göre, yeterince tartışılmamakta ve genişleyen AB içinde elde edilecek ekonomik ve sosyal kazanımların ne olacağına ilişkin tek yanlı ve çarpık bir tablo yansıtılmaktadır. Sonuçta bu konuda alınan kararlarda, daha çok o ülkedeki siyasal ve ekonomik seçkinlerin çıkarları açısından konuya yaklaşılmakta ve yapılan sözümona halkoylamalarında da, halkın gerçek çıkarları yansıtılamamaktadır.
            Kıbrıs’ın AB’ye katılması halinde ada ekonomisi, AB ekonomisine bağımlı hale gelecektir. Bunun sonucunda Kıbrıs’taki sanayi ve tarım zarar görürken, nüfusun daha çok az gelirli işçi-köylü kesimi, sosyal ve ekonomik açıdan olumsuz yönde etkilenecektir.
            1960 yılındaki kuruluşundan beri Bağlantısız Ülkeler Topluluğu’nun önde gelen üyeleri arasında yer almış olan Kıbrıs Cumhuriyeti, Batı yanlısı dış politikası ile bağlantısız ülkelerin destek ve dayanışmasını yitirecektir. 40 yıldan fazla bir süredir, NATO’nun ve genelde emperyalizmin Doğu Akdeniz’deki saldırgan politikasının içine çekilmek istenen Kıbrıs Cumhuriyeti, emperyalist güçlerin insafına terkedilecektir.
            Kıbrıs sorununun AB’ye üyelik yoluyla çözümlenmesi projesinin ne derecede olumlu sonuçlar getireceği belirgin değildir. AB’ye girildiği zaman, yıllardır adanın %37’lik bir kısmını askeri işgali altında tutan Türkiye Cumhuriyeti tarafından ayaklar altına alınmış olan uluslararası hukuk ve insan haklarına saygı ilkelerine hemen uyulacak ve adanın dış müdahalelerden uzak bir şekilde kendi iç dinamikleri ile gelişip kalkınmasına izin verilecek mi?
            AB ülkelerinin, Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak alınan BM kararlarının hayata geçirilmesinde yeterli desteği vermediği bilinmektedir ve AB, Türkiye üzerinde bu amaca yönelik olarak belirgin bir baskı kurmamıştır. Sadece Avrupa Parlamentosunda alınmış bazı kınama kararları vardır. AB, kendi toprakları arasına katılmış Kıbrıs adasının kuzey bölümünün, aday bir ülke tarafından işgal edilmiş olmasına tahammül etmeyi sürdürecek midir? İşgal altındaki topraklar üzerine aktarılmış olan ve sayıları bugün Kıbrıslı Türklerin sayısını aşmış olan taşıma nüfus, çözüm ve AB üyeliğinde söz sahibi kılınırsa ve egemenliği, hayatın her alanında hissedilen asker-sivil güçler, kamuoyunun belirlenmesinde olumsuz rol oynamayı sürdürürse, bu karar Kıbrıslı Türkler açısından ne derecede demokratik olacak?
            AB’ye giriş halinde, Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk toplumlarının ortak bir kültür ve siyaset geliştirmelerinin önündeki engeller kaldırılacak mı? “Üç özgürlükler” denen seyahat, yerleşim ve mülk edinme özgürlükleri hemen uygulamaya konacak mı, yoksa kısıtlamalara mı tabi tutulacak? Federal eyalet sınırları, idari olmanın ötesinde, ürün, sermaye ve insan dolaşımına engel oluşturacak mı? AB normları, yalnız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin denetimindeki bölgelere uygulanırsa, işgal koşulları altında yaşamlarını sürdürmek zorunda kalan Kıbrıslı Türklerin akıbeti ne olacak?
            Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB’ye katılması halinde, Kıbrıs’ın ulusal güvenliği kavramı nasıl düzenlenecek? Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk siyasal liderlikleri, politikalarını etnik değil de, sosyal ve politik ilkeler çerçevesinde yürütebilecekler mi? İktidardaki sınıfların konumu ve her toplum için yürütülen siyasal stratejiler nasıl belirlenecek? Sözümona “anavatan”lar olan Yunanistan ve Türkiye, adanın iç işlerine daha da fazla ilgi gösterip, müdahalelerini sürdürürlerse, ne olacak? 
            1960’tan beri Kıbrıs Cumhuriyeti toprakları dışında addedilen “İngiliz Egemen Üs Bölgeleri” ve diğer Amerikan dinleme tesisleri, AB’ye giriş halinde (Cebelitarık örneğinde olduğu gibi) AB topraklarının dışında mı tutulacak?
            Ada, yabancı üs ve askerlerden arındırılmazsa, yeni getirilecek BAB veya NATO üsleri, yeni askeri birlikler, durumu daha da içinden çıkılmaz bir hale getirmeyecek mi? Bu konularda son kararı veren, 1960’da olduğu gibi, yine Kıbrıs halkı değil de, dış güçler mi olacak?
            Kendi içindeki devlet ve etnik çatışmaları çözememiş olan AB, Kıbrıs’taki etnik-ulusal sorunun çözümünde ne derecede yardımcı olacak? Aşırı sağcı, ırkçı ve ayrımcı eğilimleri destekleyen unsurları en az sayıya indirmek için, her iki kesim arasındaki sosyal eşitsizlik ve artan gelişme farklılıklarını giderecek merkezi yönetim yapısı, hangi sınıfsal güçlerin ağırlığında olacaktır?
            AB’nin genişlemesiyle, Kıbrıs ile birlikte üye olacak ilk ülkeler arasında bulunan Malta’nın İşçi Partisi lideri Alfred Sant, Malta adasının AB’ye katılması halinde, örneğin uluslararası piyasalardan artık gıda alınamayacağını ve tersanelere sübvansiyonların tedricen kaldırılacağından dolayı, gıda fiyatlarının ve işsizliğin tırmanacağını, ayrıca Malta’nın tarafsız statüsünün de tehdit altında kalacağını söylemektedir.
            Şimdiye kadar her iki topluma da hitap eden sınıfsal bir politika geliştirememiş olan ve halen Rum kesimindeki oyların üçte birinden fazlasına sahip olan Kıbrıs Emekçi Halkının İlerici Partisi (AKEL) ise, son kongresinde konuyla ilgili olarak aldığı kararlarda şöyle demekteydi:
            “- AKEL için birinci ve temel konu, Kıbrıs’ın tam üyelik sürecinin Kıbrıs sorununun haklı çözüm mücadelesine katkı yapmasıdır. Partimiz tam üyelikle ilgili varılacak bir anlaşma konusunda son tavrını belirlerken, dayanacağı temel kriter, bu anlaşmanın, Kıbrıs sorununa temel ilkeler çerçevesinde, yaşayabilir bir çözüm bulunmasına ne oranda yardımcı olacağıdır. Bize göre farklı yönlere giden bir sürece veya antlaşmaya karşı tavır almada tereddüt etmeyeceğiz. Son kararımızı belirlemede, varılacak anlaşmanın sosyal ve ekonomik içeriği ile öne sürdüğümüz koşullara hangi oranda uyulduğu önemli rol oynayacaktır.
            - Yeni uluslararası koşullarda, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ve tüm halkımızın güvenliği temel kriteri ile Kıbrıslı Türklerin de AB’ye tam üyelikten yana tavrını da dikkate alarak AKEL 18. Kongresi, Avrupa Birliği’nden  yana tavır alır ve partinin bugüne kadar var olan tezini aşağıdaki gibi şekillendirmeye karar verir:
            - Avrupa Birliği’nin Kıbrıs sorununun doğru çözümüne yardımcı olacağı koşulu ile, tüm Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne katılacağı ve halkımızın önemli ekonomik ve sosyal haklarının korunması ile, AKEL, Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne tam üyeliğinden yanadır.
            - AKEL, Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne tam üyeliği konusunda son söz hakkının Kıbrıs halkında olduğuna inanır.”
            Yunanistan Komünist Partisi Genel Sekreteri Aleka Papariga, bundan birkaç yıl önce  Yunan Meclisinde yaptığı bir konuşmada, Kıbrıs’ın Avrupa tipi taksim (Euro-partition) edileceği konusunda ciddi uyarılarda bulunmuştu. Genel Sekreter, Kıbrıs sorununda yürütülen diplomatik entrikalardan ve her gün biraz daha paçavra haline gelmekte olan uluslararası hukuka değinmiş ve Kıbrıs’ın AB’ye bölünmüş olarak katılacağını belirterek, “Avrupai taksim” tehlikesine dikkat çekmişti.
            Bu tehlike bugün için de geçerliliğini ne yazık ki korumaktadır. Kıbrıs Cumhuriyeti AB’ye girdiği zaman, 1974’de zor kullanılarak gerçekleştirilen adanın taksimi, kuzeyde işgal altında tutulan toprakların Türkiye’ye resmen bağlanmasıyla kalıcılaşırsa, bunca yıldır adanın bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğü için verilen mücadeleler boşa gitmeyecek mi?

(“Hüseyin Erdoğan” imzasıyla, Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek dergisi, Sayı:67, Ekim 2001)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder