Tekelci Avrupa kapitalizmi,
uyguladığı neoliberal politikanın bir gereği olarak, Doğu Avrupa yönünde
genişlemeyi planlamaktadır. Bu genişleme, ABD’den sonra gelen dünyadaki emperyalist
güç odaklarından biri olarak Avrupa Birliği (AB)’nin siyasal ve askeri açıdan
bütün Avrupa kıtasını etkisi altına almasına yöneliktir. Emperyalist güçlerin
kendi aralarındaki iç kavgada öne çıkan küreselleşmiş dünya pazarlarının,
bölgesel ve dünya çapındaki egemenlik alanlarının yeniden paylaşımı ve ileri
konumlar elde etme yarışmasında, AB bir açılım içine girme çabasındadır.
Nis
zirvesinde de görüldüğü gibi, AB’nin temel eksenini oluşturan Almanya ve
Fransa, siyasal ve stratejik açıdan AB’yi bir devletler topluluğundan çok,
federal bir devlete doğru yöneltirken, öte yandan da Euro’nun tek para birimi olarak uygulanması
projesi ile bu merkezileşme eğilimlerini öne çıkarmaktadır. Avrupa Ordusu’nun
kurulması da, AB’nin ekonomik yapısı üzerinde siyasal ve askersel bir üst
örgütün oluşturulmasıyla açıklanabilir. ABD bu açıdan hâlâ daha tek egemen güç
olarak yerini korumaktaysa da, AB’yi oluştural farklı ülkelerin farklı
stratejik çıkarları, Doğu ve Güneydoğu Avrupa ülkeleri ile Rusya’ya karşı
farklı değerlendirmelerde bulunmalarına yol açmaktadır. Bu da AB’nin doğu
yönündeki genişleme politikasında, merkez ve çevre ülkeler arasındaki
ilişkileri, tarımsal ve yapısal fonların genişleme ile birlikte nasıl
dağıtılacağı sorununu gündeme getirmektedir.
AB’nin
Doğu Avrupa’ya açılımının ana itici gücü olan Alman sermayesi, AB’yi kendi
emperyalist çıkarlarına uygun bir kılıf olarak görmekte ve bunda da herhangi
bir direnişle karşılaşmamaktadır. Bu şekilde yeni işgücü potansiyeli, yatırım
alanları ve pazar yaratma ve AB sermayesinin eylem alanını genişletmeyi
hedeflemektedir. Bu durum ise, ABD ile AB arasındaki emperyalist çıkarların
çatışmasına yol açmaktadır. Almanya, Fransa ile birlikte AB’nin genişlemesini
zorlarken, Avrupa’nın “Merkezi” ile “Çevre”si arasında farklı iki birleşme hızı
öngörülmektedir.
1999
Helsinki Zirvesinde de vurgulandığı gibi, Doğu’ya doğru genişleme süreci, Orta
ve Doğu Avrupa ülkelerini AB üyeliğine katarken, bu ülkelerin ekonomik, siyasal
ve askeri açıdan da AB’ye katılmasını hedeflemektedir. Bu süreç, ABD ile AB’nin
güçlü ülkelerinin NATO’nun doğu yönünde genişlemesi planlarından ayrı
düşünülmemelidir. Nis ve Helsinki Zirvelerinden çıkan sonuçlar birlikte
değerlendirilirse görülecektir ki, AB, yakın gelecekte, farklı güç ve yetkileri
olan merkez, merkeze yakın ve çevre ülkeleri şeklinde örgütlenecektir.
Öte
yandan Avrupa emek güçleri, bugünkü AB, ya da genişlemiş AB’den daha büyük bir
kesimin çıkarlarını savunmaktadır. Avrupa emekçilerinin birliği kavramı, bütün
Avrupa halklarının dayanışma içinde ve eşit haklara sahip olarak, birbirleri
üzerinde egemenlik kurma emelleri taşımayan bir işbirliği içinde olmalarını
öngörmektedir. Batı Avrupa Ordusu’nun kurulması yerine, başta Avrupa Güvenlik
ve İşbirliği Örgütü olmak üzere, tüm Avrupa’yı kapsayan kurumların
güçlendirilmesini ve çatışmaların askeri olmayan yollardan çözümlenmesini talep
etmektedir. AGİÖ, kuruluşundaki asli görevini, yani çatışmaların barışçı
yollardan çözümünü hedeflemeli ve son yıllarda yapılmaya çalışıldığı gibi, NATO
ve BAB’ın başka ülkelere doğru uzamış kolları olmaktan uzak durmalıdır.
Avusturya ve Kuzey Avrupa ülkeleri gibi birçok Avrupa ülkesinin uyguladığı
bağlantısız veya tarafsız ülke statüsü benimsenebilir ve barışçı, demokratik
bir Avrupa’nın kurulması ancak bu yolla sağlanabilir.
Kıbrıs
Cumhuriyeti devletinin AB’ye tam üye olması acaba Kıbrıs halkına ne getirecek?
Bu soruya yanıt bulmaya çalışırken, şu sorulara yanıt bulmak gerekecek:
AB’nin
şimdiye kadar olan genişleme süreçlerinde, katılım kararının alınmasında
demokrasi açısından önemli eksiklikler görülmüştür. AB’ye katılımın getireceği
yararlar ve zararlar, kamuoyu oluşturan organların şimdiye kadar yansıttığına
göre, yeterince tartışılmamakta ve genişleyen AB içinde elde edilecek ekonomik
ve sosyal kazanımların ne olacağına ilişkin tek yanlı ve çarpık bir tablo
yansıtılmaktadır. Sonuçta bu konuda alınan kararlarda, daha çok o ülkedeki
siyasal ve ekonomik seçkinlerin çıkarları açısından konuya yaklaşılmakta ve
yapılan sözümona halkoylamalarında da, halkın gerçek çıkarları
yansıtılamamaktadır.
Kıbrıs’ın
AB’ye katılması halinde ada ekonomisi, AB ekonomisine bağımlı hale gelecektir.
Bunun sonucunda Kıbrıs’taki sanayi ve tarım zarar görürken, nüfusun daha çok az
gelirli işçi-köylü kesimi, sosyal ve ekonomik açıdan olumsuz yönde
etkilenecektir.
1960
yılındaki kuruluşundan beri Bağlantısız Ülkeler Topluluğu’nun önde gelen
üyeleri arasında yer almış olan Kıbrıs Cumhuriyeti, Batı yanlısı dış politikası
ile bağlantısız ülkelerin destek ve dayanışmasını yitirecektir. 40 yıldan fazla
bir süredir, NATO’nun ve genelde emperyalizmin Doğu Akdeniz’deki saldırgan
politikasının içine çekilmek istenen Kıbrıs Cumhuriyeti, emperyalist güçlerin
insafına terkedilecektir.
Kıbrıs
sorununun AB’ye üyelik yoluyla çözümlenmesi projesinin ne derecede olumlu
sonuçlar getireceği belirgin değildir. AB’ye girildiği zaman, yıllardır adanın
%37’lik bir kısmını askeri işgali altında tutan Türkiye Cumhuriyeti tarafından
ayaklar altına alınmış olan uluslararası hukuk ve insan haklarına saygı ilkelerine
hemen uyulacak ve adanın dış müdahalelerden uzak bir şekilde kendi iç
dinamikleri ile gelişip kalkınmasına izin verilecek mi?
AB
ülkelerinin, Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak alınan BM kararlarının hayata
geçirilmesinde yeterli desteği vermediği bilinmektedir ve AB, Türkiye üzerinde
bu amaca yönelik olarak belirgin bir baskı kurmamıştır. Sadece Avrupa
Parlamentosunda alınmış bazı kınama kararları vardır. AB, kendi toprakları
arasına katılmış Kıbrıs adasının kuzey bölümünün, aday bir ülke tarafından
işgal edilmiş olmasına tahammül etmeyi sürdürecek midir? İşgal altındaki
topraklar üzerine aktarılmış olan ve sayıları bugün Kıbrıslı Türklerin sayısını
aşmış olan taşıma nüfus, çözüm ve AB üyeliğinde söz sahibi kılınırsa ve
egemenliği, hayatın her alanında hissedilen asker-sivil güçler, kamuoyunun
belirlenmesinde olumsuz rol oynamayı sürdürürse, bu karar Kıbrıslı Türkler
açısından ne derecede demokratik olacak?
AB’ye
giriş halinde, Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk toplumlarının ortak bir kültür ve
siyaset geliştirmelerinin önündeki engeller kaldırılacak mı? “Üç özgürlükler”
denen seyahat, yerleşim ve mülk edinme özgürlükleri hemen uygulamaya konacak
mı, yoksa kısıtlamalara mı tabi tutulacak? Federal eyalet sınırları, idari
olmanın ötesinde, ürün, sermaye ve insan dolaşımına engel oluşturacak mı? AB
normları, yalnız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin denetimindeki bölgelere uygulanırsa,
işgal koşulları altında yaşamlarını sürdürmek zorunda kalan Kıbrıslı Türklerin
akıbeti ne olacak?
Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin AB’ye katılması halinde, Kıbrıs’ın ulusal güvenliği kavramı
nasıl düzenlenecek? Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk siyasal liderlikleri,
politikalarını etnik değil de, sosyal ve politik ilkeler çerçevesinde
yürütebilecekler mi? İktidardaki sınıfların konumu ve her toplum için yürütülen
siyasal stratejiler nasıl belirlenecek? Sözümona “anavatan”lar olan Yunanistan
ve Türkiye, adanın iç işlerine daha da fazla ilgi gösterip, müdahalelerini
sürdürürlerse, ne olacak?
1960’tan
beri Kıbrıs Cumhuriyeti toprakları dışında addedilen “İngiliz Egemen Üs
Bölgeleri” ve diğer Amerikan dinleme tesisleri, AB’ye giriş halinde
(Cebelitarık örneğinde olduğu gibi) AB topraklarının dışında mı tutulacak?
Ada,
yabancı üs ve askerlerden arındırılmazsa, yeni getirilecek BAB veya NATO üsleri,
yeni askeri birlikler, durumu daha da içinden çıkılmaz bir hale getirmeyecek
mi? Bu konularda son kararı veren, 1960’da olduğu gibi, yine Kıbrıs halkı değil
de, dış güçler mi olacak?
Kendi
içindeki devlet ve etnik çatışmaları çözememiş olan AB, Kıbrıs’taki
etnik-ulusal sorunun çözümünde ne derecede yardımcı olacak? Aşırı sağcı, ırkçı
ve ayrımcı eğilimleri destekleyen unsurları en az sayıya indirmek için, her iki
kesim arasındaki sosyal eşitsizlik ve artan gelişme farklılıklarını giderecek
merkezi yönetim yapısı, hangi sınıfsal güçlerin ağırlığında olacaktır?
AB’nin
genişlemesiyle, Kıbrıs ile birlikte üye olacak ilk ülkeler arasında bulunan
Malta’nın İşçi Partisi lideri Alfred Sant, Malta adasının AB’ye katılması
halinde, örneğin uluslararası piyasalardan artık gıda alınamayacağını ve
tersanelere sübvansiyonların tedricen kaldırılacağından dolayı, gıda
fiyatlarının ve işsizliğin tırmanacağını, ayrıca Malta’nın tarafsız statüsünün
de tehdit altında kalacağını söylemektedir.
Şimdiye
kadar her iki topluma da hitap eden sınıfsal bir politika geliştirememiş olan
ve halen Rum kesimindeki oyların üçte birinden fazlasına sahip olan Kıbrıs
Emekçi Halkının İlerici Partisi (AKEL) ise, son kongresinde konuyla ilgili
olarak aldığı kararlarda şöyle demekteydi:
“- AKEL
için birinci ve temel konu, Kıbrıs’ın tam üyelik sürecinin Kıbrıs sorununun
haklı çözüm mücadelesine katkı yapmasıdır. Partimiz tam üyelikle ilgili
varılacak bir anlaşma konusunda son tavrını belirlerken, dayanacağı temel
kriter, bu anlaşmanın, Kıbrıs sorununa temel ilkeler çerçevesinde, yaşayabilir
bir çözüm bulunmasına ne oranda yardımcı olacağıdır. Bize göre farklı yönlere
giden bir sürece veya antlaşmaya karşı tavır almada tereddüt etmeyeceğiz. Son
kararımızı belirlemede, varılacak anlaşmanın sosyal ve ekonomik içeriği ile öne
sürdüğümüz koşullara hangi oranda uyulduğu önemli rol oynayacaktır.
- Yeni
uluslararası koşullarda, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ve tüm halkımızın güvenliği
temel kriteri ile Kıbrıslı Türklerin de AB’ye tam üyelikten yana tavrını da
dikkate alarak AKEL 18. Kongresi, Avrupa Birliği’nden yana tavır alır ve partinin bugüne kadar var
olan tezini aşağıdaki gibi şekillendirmeye karar verir:
- Avrupa
Birliği’nin Kıbrıs sorununun doğru çözümüne yardımcı olacağı koşulu ile, tüm
Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne katılacağı ve halkımızın önemli ekonomik ve sosyal
haklarının korunması ile, AKEL, Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne tam üyeliğinden
yanadır.
- AKEL,
Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne tam üyeliği konusunda son söz hakkının Kıbrıs
halkında olduğuna inanır.”
Yunanistan
Komünist Partisi Genel Sekreteri Aleka Papariga, bundan birkaç yıl önce Yunan Meclisinde yaptığı bir konuşmada,
Kıbrıs’ın Avrupa tipi taksim (Euro-partition) edileceği konusunda ciddi
uyarılarda bulunmuştu. Genel Sekreter, Kıbrıs sorununda yürütülen diplomatik
entrikalardan ve her gün biraz daha paçavra haline gelmekte olan uluslararası
hukuka değinmiş ve Kıbrıs’ın AB’ye bölünmüş olarak katılacağını belirterek,
“Avrupai taksim” tehlikesine dikkat çekmişti.
Bu
tehlike bugün için de geçerliliğini ne yazık ki korumaktadır. Kıbrıs
Cumhuriyeti AB’ye girdiği zaman, 1974’de zor kullanılarak gerçekleştirilen
adanın taksimi, kuzeyde işgal altında tutulan toprakların Türkiye’ye resmen
bağlanmasıyla kalıcılaşırsa, bunca yıldır adanın bağımsızlık, egemenlik ve
toprak bütünlüğü için verilen mücadeleler boşa gitmeyecek mi?
(“Hüseyin
Erdoğan” imzasıyla, Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek dergisi, Sayı:67, Ekim 2001)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder