15 Mayıs 2015 Cuma

OLAYLARIN NASIL KOLAYCA ÇARPTIRILDIĞINI GÖSTEREN ESKİ BİR MEZALİMİN ÖYKÜSÜ


3 Mayıs 1999 tarihli The Guardian'da çıkan Peter Preston imzalı yazı, 14 Mayıs 1999 tarihli Cyprus Weekly gazetesinde "Katliamların olduğu bir zamanda, bir tek sağ kalan doğruluk olmalıdır" başlığı altında yayımlanmıştır. Tam metin çevirisini aşağıda bulacaksınız.
Yazıda sözü edilen "İngiltere'nin yok ettiği umut" başlıklı ilk makalenin Türkçe çevirisini, haftalık Yeni Çağ gazetesinin 29 Aralık 1991 ve 5 Ocak 1992 tarihli sayılarında "1964'de İngiltere taksime giden yolu nasıl açmıştı?" başlığı altında yayımlanmıştık. O makalede, diğer şeyler yanında, 1964 yılının ilk aylarında, Rum ve Türk toplumları arasında barışın sağlanması için çaba gösteren Cyril Packard'a ABD Dışişleri Bakanı George Ball'un şöyle dediği aktarılmaktaydı:
"Yanlış davranıyorsun oğlum. Bu ada için sadece tek bir çözüm vardır ve o da taksim'dir!"
1964'ün Nisan ve Mayıs aylarında, her iki tarafın gizli askeri liderliği ile toplantılar yaparak, tarafların yeniden kaynaşması için görüşmeler yürütmüş olan Packard, BM Barış Gücü'nün Komutan Yardımcısı olarak atanmış olan İngiliz Carver tarafından "siyasal yönden gerçekçi olmayan biri" olarak değerlendirilmişti.
Londra'ya döndükten sonra Packard ve askeri istihbaratçı arkadaşı John Burgess tarafından hazırlanan 400 sayfalık bir rapor, adadaki Rum ve Türk toplumlarını kaynaştırmaya ilişkin çabaları hakkında bolca ayrıntıyı içermekteydi. Ama rapor biter bitmez, ilgili birimler tarafından "askeri sır" olarak ilan edildi ve raporu destekleyen diğer belgelerle birlikte ortadan kaldırılmıştı.
İşte aynı Packard'ın adının geçtiği Guardian'ın yeni makalesindeki doğrular, yine gazete tarafından açıklanıyor. (A.An):

"Guardian, 2 Nisan 1988 tarihli sayısında acı bir savaşı kışkırtan ve etnik temizliğe yol açan bir katliamla ilgili ilk ayrıntıları açıklamıştı. Ayrıntıların önemli bir kısmı içerik olarak yanlıştı. Bize, gerçeğin yarısını veya gerçek olmayanı anlattılar. Ama bu çoğu kez katliamın ve savaşın bir öyküsüdür. Hemen söylemek gerekir ki, yanlış olan öykü nedeniyle, yaşayan hiç bir kimse suçlanmamalıdır. Bu öykünün araştırılması için görevlendirilen İngiliz (ve daha sonra BM) subayı da suçlanamaz. Onun yarım yüzyıl süren sessizlikten sonra bilgilendirdiği Guardian  muhabiri de suçlanamaz. Hatta hâlâ daha bunu, halk birarada yaşayamaz diye gerekçe olarak kullanan (Türkiye) hükümeti de suçlanamaz. Ama yine de önemli olan olayın açıklanmasıdır.
Kıbrıs, 1964 Ocak ayında anarşiye sürüklenir gibi olup dağılırken, Deniz Yüzbaşısı Komutan Martin Packard, adanın kuzeyinde Rumlarla Türkler arasındaki toplumsal nefretin ateşlerini söndürmeye çalışmaktan sorumlu barıştırıcı kişiydi.
Bir sorunlu olay, korku yaratan bir söylenti halinde Kıbrıslı Türkler arasında tüketilmekteydi. Başkentte tedhiş patlak verdiği zaman, Lefkoşa'daki genel hastanede bulunan 27 Türk hastaya ne olmuştu?
Packard, olayı, Kıbrıs Rum hükümetinin en yüksek düzeyinde, İçişleri Bakanı olan Polikarpos Yorgacis aracılığıyla soruşturmuş ve ona gizli olarak gerçek bir korku öyküsü anlatılmıştı.
Lefkoşa, vahşi çetelerin elinde bir kentti.
Bunlardan biri de, karizmatik sağcı katil Nikos Samson'un adamlarından biriydi. Hastaneye fırtına gibi gelmiş ve Türkleri yataklarında yatırken öldürmüştü. Boğazları da tıbbi kurallara uygun olarak kesilmişti.
Cesetleri iki kapalı kamyona yığılmış ve Şillura köyü yakınlarındaki bir çiftliğe götürülmüştü. Orada elleri, ayakları kesilmiş ve yakılmışlardı. Artıkları mekanik öğütücülerde toz haline getirilip toprağa gömülmüştü.
İşlenmesi müthiş bir öyküydü bu. Packard'ın görevi, kurbanları Şillura ovalarında toz haline getirilmiş bir mezalimin kahredici araştırmasına başlamak değil, yeni öldürmeleri durdurmaktı. Olayla ilgili olarak Kızılhaç'ta teyid edici bazı bilgiler vardı. Packard, Yunanistan ve albaylar hakkında bir kitap yazmakta olan ve o sıralar The Guardian gazetesinde çalışan Peter Murtagh'a bu olayı anlatana kadar, 24 yıl boyunca hiç kimseye hiç birşey söylememişti.
Ama Packard 5 ay önce yine Lefkoşa'da idi ve eski korku öyküsünün iplerini eline aldı. O zamanki "Kayıplar"ın izini süren BM Komitesi ile birlikte çalışmış olan Kıbrıslı Rumlarla konuştu ve olayın Yorgacis tarafından anlatılan şeklinin çok büyük yanlışlıklar içerdiğini anladı.
Samson'un adamları hastaneye geldiği vakit bir veya iki Kıbrıslı Türk ölmüştü, ama yataklarında değil, Kıbrıslı Türk başhemşirenin bölümünde ölmüşlerdi.
Hastane çalışanları ile hastalarının çoğunluğu, Başkan Makarios'un kişisel koruması altında hastaneden uzaklaştırılmışlardı. Hâlâ daha korkunç kan dökülmekteydi.
Hastane cesetleri, adanın diğer bölgelerinden gelenlerle iki veya daha fazla dozer ile toplanmış, ama yakılmamış, bir mağarada depolanmış, daha sonra da gömülmüşlerdi.
Olay, hiç olmamış bir katliam değil, farklı türde bir trajediydi. Ama Türklerin kendi TMT savaşçıları vardı ve rakip bir tedhiş geri planda sürdürülüyordu.
Birkaç hafta önce, Türkiye'nin BM Büyükelçisi, Kofi Annan'a gönderdiği bir mektupta, Ankara'nın Kıbrıs'ı istilasını ve devlet olarak parçalanmasını kaçınılmaz yapan, Kıbrıs Rumlarının etnik temizlik eyleminin bir kanıtı olarak 27 hastayla ilgili öyküyü vermişti.
Packard şimdi buna karşılık olarak BM Genel Sekreterine bir mektup yazmış bulunuyor: "Genel Hastanede meydana gelmiş herhangi bir öldürme olayının ölçüsü ve yapılış şekli, benim verdiğim ifadedeki ile çok az benzerlik taşımaktadır."
Packard devamla şu inancını belirtmektedir: "Geçmişteki gerçekler ve ayrılığın nedenleri bilinmedikçe Kıbrıs'ta olası bir barışma mümkün olmayacaktır."
TMT'ye karşı koymak için silahlanmış olan ve "Örgüt" diye adlandırılan yasadışı güç ile polisi denetleyen ve olayları bilmesi gereken bakan, neden bu kadar zaman önce, kanıtlanamayan, boğazların kesilmesinin  korkunç öyküsüyle bilgilendirilmişti?
Kendisine söylenir söylenmez, bunu basına sızdıracağı mı düşünülmüştü? Gerçekten Kıbrıslı Türklerin etnik temizlenmesi fikrini öne sürmekte olan, Makarios'a aynı yıl, toplumsal rekabetleri bir darbede "çözmek" için bütün Kıbrıslı Türk nüfusun öldürülmesi gerektiğini söylemiş olan, adadaki Yunan gizli servisi KYP'nin başı Dimitrios Yuannidis gibi adamların, Lefkoşa ve Atina'daki bu kişilerin ellerinin bu şekilde güçlendirileceği mi sanılmıştı? 
Bunlar derin, çok derin konulardır. Tuğgeneral Yuannidis, daha sonraki yıllarda, Atina'daki albaylar darbesinin ardındaki itici güç olacak ve oradaki CIA şefleri tarafından (daha sonra ABD Dışişleri Bakanlığı'nın belirttiği gibi) "denetlenemeyen bir istekliliği olan" bir kişi olarak tanımlanacaktı. Ama bu konular, kendi içlerinde, daha geniş çevrelere ulaşmaktadır.
Başka "temizlik" olaylarının gazete başlıklarına egemen olduğu ve diğer katliamların öteki nefretleri kışkırttığı bir zamanda, bu tür kokuşmuşluklar neden su yüzüne çıkarılmaktadır? On yıllardır NATO müttefiklerinin oyuncağı olan Kıbrıs, diplomatik barışma için su geçirmez bir zıtlık halinde dondurulmuş bulunmaktadır. Geçmiş, şimdi bize neyi öğretecektir?
Tedbirli ve alçak gönüllü olmayı.
Kosova'dan gelen göçmenler, korkunç katliam haberleri ile sınırlardan akmaya devam etmektedir. Ordu, polis ve Samson benzeri çeteleri olan Sırpları geride bırakmaktadırlar ve Sırplar, kuşkusuz, rahatsız edici boyutlarda öldürme ve suikast suçları işlemişlerdir. Ağır basan ifadeler bunlardır.
Kişisel bölümler olarak bu, siyasetçilerimizin (NATO) İttifak'ını bir arada sağlam tutmak için kullandıkları dürüstlük ve nefret için gereken malzemedir.
Ama.. İşin bir de "ama"sı var. Mezalimin dili basit bir değildir. Korku, ani tepki ve insanlık dışılığın dilidir. Ama bu dil ayrıca, söylenti ve kötü siyasal hesapların dili de olabilir. Savaş makinelerinin dili. Komuta ve denetimin dili. Sözcükler, varsayılan düzene ilişkin disiplini ve sadece anarşiyi ifade eden olaylara yönelik niyetin kutsallaştırılmasını zorla yansıtır.
Bu kadar yıl önce ben de, Martin Packard ile birlikte, karmaşanın eşiğindeki o uluslaşmanın daha başlangıcında olan insanlar arasındaydım. Merkezden verilen emirlerin, üç veya dört ayrı noktadan geçerken, sonunda nasıl tanınamaz hale geldiğini ve uzaktaki ölüm ovalarından gelen haberlerin, tabana yayılırken, havada nasıl fırçalanıp haklı çıkarıldığını gördüm. Propaganda, bir veya diğer tarafın tek koruduğu şey değildi. Doğru ve eksiksiz doğru, daima ilk kurban edilendi.
Bunlar bittiği zaman Kosovalılar Sırplarla -aralarında BM'nin gözetlediği bir sınır olsa bile- nasıl birarada yaşayacaklar? Tahrip edilen TV istasyonları veya köprüden geçerken tuzla buz olan sivilleri taşıyan otobüslerle ilgili efsaneler nasıl tercüme edilip yorumlanacak? Doğrular, (TMT veya "Örgüt"ünküler gibi) KLA'nın anlattıklarından nasıl elenecek?
"Geçmişle ilgili doğrular ve ayrılığın nedenleri bilinmeden barışma olmayacak."
Ama yine de bir gün, Lefkoşa'da olduğu gibi Priştina'da da barışma sağlanmalıdır."      
 
(Kıbrıs'ta Sosyalist Gerçek, Sayı:41, Haziran 1999)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder