3 Mayıs 1999 tarihli The Guardian'da çıkan Peter Preston imzalı yazı, 14
Mayıs 1999 tarihli Cyprus Weekly gazetesinde "Katliamların olduğu bir
zamanda, bir tek sağ kalan doğruluk olmalıdır" başlığı altında
yayımlanmıştır. Tam metin çevirisini aşağıda bulacaksınız.
Yazıda sözü edilen "İngiltere'nin yok ettiği umut" başlıklı ilk
makalenin Türkçe çevirisini, haftalık Yeni Çağ gazetesinin 29 Aralık 1991 ve 5
Ocak 1992 tarihli sayılarında "1964'de İngiltere taksime giden yolu nasıl
açmıştı?" başlığı altında yayımlanmıştık. O makalede, diğer şeyler
yanında, 1964 yılının ilk aylarında, Rum ve Türk toplumları arasında barışın
sağlanması için çaba gösteren Cyril Packard'a ABD Dışişleri Bakanı George
Ball'un şöyle dediği aktarılmaktaydı:
"Yanlış davranıyorsun oğlum. Bu ada için sadece tek bir çözüm vardır
ve o da taksim'dir!"
1964'ün Nisan ve Mayıs aylarında, her iki tarafın gizli askeri liderliği
ile toplantılar yaparak, tarafların yeniden kaynaşması için görüşmeler yürütmüş
olan Packard, BM Barış Gücü'nün Komutan Yardımcısı olarak atanmış olan İngiliz
Carver tarafından "siyasal yönden gerçekçi olmayan biri" olarak
değerlendirilmişti.
Londra'ya döndükten sonra Packard ve askeri istihbaratçı arkadaşı John
Burgess tarafından hazırlanan 400 sayfalık bir rapor, adadaki Rum ve Türk
toplumlarını kaynaştırmaya ilişkin çabaları hakkında bolca ayrıntıyı
içermekteydi. Ama rapor biter bitmez, ilgili birimler tarafından "askeri
sır" olarak ilan edildi ve raporu destekleyen diğer belgelerle birlikte
ortadan kaldırılmıştı.
İşte aynı Packard'ın adının geçtiği Guardian'ın yeni makalesindeki
doğrular, yine gazete tarafından açıklanıyor. (A.An):
"Guardian, 2 Nisan 1988
tarihli sayısında acı bir savaşı kışkırtan ve etnik temizliğe yol açan bir
katliamla ilgili ilk ayrıntıları açıklamıştı. Ayrıntıların önemli bir kısmı
içerik olarak yanlıştı. Bize, gerçeğin yarısını veya gerçek olmayanı
anlattılar. Ama bu çoğu kez katliamın ve savaşın bir öyküsüdür. Hemen söylemek
gerekir ki, yanlış olan öykü nedeniyle, yaşayan hiç bir kimse suçlanmamalıdır.
Bu öykünün araştırılması için görevlendirilen İngiliz (ve daha sonra BM) subayı
da suçlanamaz. Onun yarım yüzyıl süren sessizlikten sonra bilgilendirdiği
Guardian muhabiri de suçlanamaz. Hatta
hâlâ daha bunu, halk birarada yaşayamaz diye gerekçe olarak kullanan (Türkiye)
hükümeti de suçlanamaz. Ama yine de önemli olan olayın açıklanmasıdır.
Kıbrıs, 1964 Ocak ayında anarşiye
sürüklenir gibi olup dağılırken, Deniz Yüzbaşısı Komutan Martin Packard, adanın
kuzeyinde Rumlarla Türkler arasındaki toplumsal nefretin ateşlerini söndürmeye
çalışmaktan sorumlu barıştırıcı kişiydi.
Bir sorunlu olay, korku yaratan
bir söylenti halinde Kıbrıslı Türkler arasında tüketilmekteydi. Başkentte tedhiş
patlak verdiği zaman, Lefkoşa'daki genel hastanede bulunan 27 Türk hastaya ne
olmuştu?
Packard, olayı, Kıbrıs Rum
hükümetinin en yüksek düzeyinde, İçişleri Bakanı olan Polikarpos Yorgacis
aracılığıyla soruşturmuş ve ona gizli olarak gerçek bir korku öyküsü
anlatılmıştı.
Lefkoşa, vahşi çetelerin elinde
bir kentti.
Bunlardan biri de, karizmatik
sağcı katil Nikos Samson'un adamlarından biriydi. Hastaneye fırtına gibi gelmiş
ve Türkleri yataklarında yatırken öldürmüştü. Boğazları da tıbbi kurallara
uygun olarak kesilmişti.
Cesetleri iki kapalı kamyona
yığılmış ve Şillura köyü yakınlarındaki bir çiftliğe götürülmüştü. Orada
elleri, ayakları kesilmiş ve yakılmışlardı. Artıkları mekanik öğütücülerde toz
haline getirilip toprağa gömülmüştü.
İşlenmesi müthiş bir öyküydü bu.
Packard'ın görevi, kurbanları Şillura ovalarında toz haline getirilmiş bir
mezalimin kahredici araştırmasına başlamak değil, yeni öldürmeleri durdurmaktı.
Olayla ilgili olarak Kızılhaç'ta teyid edici bazı bilgiler vardı. Packard,
Yunanistan ve albaylar hakkında bir kitap yazmakta olan ve o sıralar The
Guardian gazetesinde çalışan Peter Murtagh'a bu olayı anlatana kadar, 24 yıl
boyunca hiç kimseye hiç birşey söylememişti.
Ama Packard 5 ay önce yine
Lefkoşa'da idi ve eski korku öyküsünün iplerini eline aldı. O zamanki
"Kayıplar"ın izini süren BM Komitesi ile birlikte çalışmış olan
Kıbrıslı Rumlarla konuştu ve olayın Yorgacis tarafından anlatılan şeklinin çok
büyük yanlışlıklar içerdiğini anladı.
Samson'un adamları hastaneye
geldiği vakit bir veya iki Kıbrıslı Türk ölmüştü, ama yataklarında değil,
Kıbrıslı Türk başhemşirenin bölümünde ölmüşlerdi.
Hastane çalışanları ile
hastalarının çoğunluğu, Başkan Makarios'un kişisel koruması altında hastaneden
uzaklaştırılmışlardı. Hâlâ daha korkunç kan dökülmekteydi.
Hastane cesetleri, adanın diğer
bölgelerinden gelenlerle iki veya daha fazla dozer ile toplanmış, ama
yakılmamış, bir mağarada depolanmış, daha sonra da gömülmüşlerdi.
Olay, hiç olmamış bir katliam
değil, farklı türde bir trajediydi. Ama Türklerin kendi TMT savaşçıları vardı
ve rakip bir tedhiş geri planda sürdürülüyordu.
Birkaç hafta önce, Türkiye'nin BM
Büyükelçisi, Kofi Annan'a gönderdiği bir mektupta, Ankara'nın Kıbrıs'ı
istilasını ve devlet olarak parçalanmasını kaçınılmaz yapan, Kıbrıs Rumlarının
etnik temizlik eyleminin bir kanıtı olarak 27 hastayla ilgili öyküyü vermişti.
Packard şimdi buna karşılık
olarak BM Genel Sekreterine bir mektup yazmış bulunuyor: "Genel Hastanede
meydana gelmiş herhangi bir öldürme olayının ölçüsü ve yapılış şekli, benim
verdiğim ifadedeki ile çok az benzerlik taşımaktadır."
Packard devamla şu inancını
belirtmektedir: "Geçmişteki gerçekler ve ayrılığın nedenleri bilinmedikçe
Kıbrıs'ta olası bir barışma mümkün olmayacaktır."
TMT'ye karşı koymak için
silahlanmış olan ve "Örgüt" diye adlandırılan yasadışı güç ile polisi
denetleyen ve olayları bilmesi gereken bakan, neden bu kadar zaman önce,
kanıtlanamayan, boğazların kesilmesinin
korkunç öyküsüyle bilgilendirilmişti?
Kendisine söylenir söylenmez,
bunu basına sızdıracağı mı düşünülmüştü? Gerçekten Kıbrıslı Türklerin etnik
temizlenmesi fikrini öne sürmekte olan, Makarios'a aynı yıl, toplumsal
rekabetleri bir darbede "çözmek" için bütün Kıbrıslı Türk nüfusun
öldürülmesi gerektiğini söylemiş olan, adadaki Yunan gizli servisi KYP'nin başı
Dimitrios Yuannidis gibi adamların, Lefkoşa ve Atina'daki bu kişilerin
ellerinin bu şekilde güçlendirileceği mi sanılmıştı?
Bunlar derin, çok derin
konulardır. Tuğgeneral Yuannidis, daha sonraki yıllarda, Atina'daki albaylar
darbesinin ardındaki itici güç olacak ve oradaki CIA şefleri tarafından (daha
sonra ABD Dışişleri Bakanlığı'nın belirttiği gibi) "denetlenemeyen bir
istekliliği olan" bir kişi olarak tanımlanacaktı. Ama bu konular, kendi
içlerinde, daha geniş çevrelere ulaşmaktadır.
Başka "temizlik"
olaylarının gazete başlıklarına egemen olduğu ve diğer katliamların öteki
nefretleri kışkırttığı bir zamanda, bu tür kokuşmuşluklar neden su yüzüne
çıkarılmaktadır? On yıllardır NATO müttefiklerinin oyuncağı olan Kıbrıs, diplomatik
barışma için su geçirmez bir zıtlık halinde dondurulmuş bulunmaktadır. Geçmiş,
şimdi bize neyi öğretecektir?
Tedbirli ve alçak gönüllü olmayı.
Kosova'dan gelen göçmenler,
korkunç katliam haberleri ile sınırlardan akmaya devam etmektedir. Ordu, polis
ve Samson benzeri çeteleri olan Sırpları geride bırakmaktadırlar ve Sırplar,
kuşkusuz, rahatsız edici boyutlarda öldürme ve suikast suçları işlemişlerdir.
Ağır basan ifadeler bunlardır.
Kişisel bölümler olarak bu,
siyasetçilerimizin (NATO) İttifak'ını bir arada sağlam tutmak için
kullandıkları dürüstlük ve nefret için gereken malzemedir.
Ama.. İşin bir de
"ama"sı var. Mezalimin dili basit bir değildir. Korku, ani tepki ve
insanlık dışılığın dilidir. Ama bu dil ayrıca, söylenti ve kötü siyasal
hesapların dili de olabilir. Savaş makinelerinin dili. Komuta ve denetimin
dili. Sözcükler, varsayılan düzene ilişkin disiplini ve sadece anarşiyi ifade
eden olaylara yönelik niyetin kutsallaştırılmasını zorla yansıtır.
Bu kadar yıl önce ben de, Martin
Packard ile birlikte, karmaşanın eşiğindeki o uluslaşmanın daha başlangıcında
olan insanlar arasındaydım. Merkezden verilen emirlerin, üç veya dört ayrı
noktadan geçerken, sonunda nasıl tanınamaz hale geldiğini ve uzaktaki ölüm
ovalarından gelen haberlerin, tabana yayılırken, havada nasıl fırçalanıp haklı
çıkarıldığını gördüm. Propaganda, bir veya diğer tarafın tek koruduğu şey
değildi. Doğru ve eksiksiz doğru, daima ilk kurban edilendi.
Bunlar bittiği zaman Kosovalılar
Sırplarla -aralarında BM'nin gözetlediği bir sınır olsa bile- nasıl birarada
yaşayacaklar? Tahrip edilen TV istasyonları veya köprüden geçerken tuzla buz
olan sivilleri taşıyan otobüslerle ilgili efsaneler nasıl tercüme edilip
yorumlanacak? Doğrular, (TMT veya "Örgüt"ünküler gibi) KLA'nın
anlattıklarından nasıl elenecek?
"Geçmişle ilgili doğrular ve
ayrılığın nedenleri bilinmeden barışma olmayacak."
Ama yine de bir gün, Lefkoşa'da
olduğu gibi Priştina'da da barışma sağlanmalıdır."
(Kıbrıs'ta
Sosyalist Gerçek, Sayı:41, Haziran 1999)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder