AKEL’İN 19. KURULTAYINA GÖRE İÇİNDE BULUNULAN
DURUM
“AKEL’in 18.
Kurultayından bugüne dek geçen son beş yıl içerisinde ne yazık ki, Kıbrıs
sorununun çözüm çabalarında herhangi bir ilerleme olmadı. Tersine bir geriye
gidiş ve Birleşmiş Milletler ve Doruk Anlaşmaları tarafından belirlenen çözüm
temelinden uzaklaşılması yönünde açık bir çaba var. Uzun yıllardan beridir var
olan sorunun askıda kalması ve işgal koşullarının kalıcılaşması, sorunun
çözümünden uzaklaşılması ve Kıbrıs’ın her geçen gün taksime daha da yaklaşması
sonucunu getirdi.
İşgalin sonuçları kalıcılaşıyor. Bir yandan sömürgeleştirme ve diğer
yandan da Kıbrıslı Türklerin adadan yığınsal göçü, hem işgal bölgesinin
demografik yapısını, hem de Kıbrıs’ı dramatik bir şekilde değiştiriyor.
Kıbrıs’ın işgal altındaki bölümünün Türkiye ile bütünleşmesi, hızlı bir şekilde
ileri götürülüyor. Ankara ile Denktaş herhangi bir ilerlemenin koşulu olarak,
ayrı devlet varlığının tanınmasını ve bir ilk adım olarak “gerçeklerin”
kabulünü gündeme getiriyor. 1998 yazından beridir de resmi olarak konfederal
çözüm önerisini yapıyorlar.
ABD, İngiltere ve diğer güçlü batılı ülkeler, taksimci felsefesini ve
Kıbrıs politikasını değiştirmesi için Türk tarafına baskı yapma arzusunda
değildir. Batının lider konumundaki ülkeleri, Ankara ve Denktaş’ın politikasına
sabır gösteriyor. Farklı yöntemlerle bir biçimde işgal rejimini kabul
ediyorlar. Türk tarafının Birleşmiş Milletler kararları ile çelişen taleplerini
cesaretlendiriyorlar, uzlaşmazlığını güçlendiriyorlar ve uluslararası topluluk
tarafından kabul edilen ve Birleşmiş Milletlerin kararları ile belirlenen çözüm
çerçevesinin geri plana itilmesine katkı yapıyorlar. Aralık 1999 ve Haziran
2000’de Barış Gücü’nün görev süresinin uzatılmasını öngören kararların
alınmasında, perde gerisinde ortaya konan faaliyetler, Türk taleplerinin
karşılanması için bugüne dek ortaya konan en büyük sapmadır.
Kıbrıs sorununun bugün içinde bulunduğu aşamaya gelinmesi, G-8’lerin 1999
Haziranında yaptığı açıklama ve toplumlararası görüşmeler masasına tüm
konuların konulabileceği ve Birleşmiş Milletler kararlarının çözümün temeli
olma yerine, çözümde dikkate alınabileceğini belirtmesi ile başladı. Birleşmiş
Milletler tarafından da kabul edilip ileri sürülen bu tespitler, Ankara ile
Denktaş’a, çerçeve dışına çıktıkları gündeme getirilmeden, tanınma ve konfederasyon
olgularını da gündeme getirme olanağı verdi. Bu koşullar altında dolaylı
görüşmeler, AKEL’in öngördüğü gibi başarı şansına sahip olamaz. Bugüne dek
gerçekleştirilen görüşmeler, bu değerlendirmeyi doğruladı. Dolaylı görüşmeler
süreci miyadını doldurmuştur. Görüşmelerin ve hedeflenen çözümün temelinin
Birleşmiş Milletler kararları olduğu olgusu resmi bir şekilde teyit edilmesi ve
özlü ve doğrudan görüşmeler bir gerekliliktir.”
Çözüm İlkelerinin Yeniden Teyit Edilmesi
“19. Kurultay, Kıbrıs sorununun Birleşmiş Milletler gözetiminde ve
çerçevesinde toplumlararası özlü görüşmeler ve bu sorunun
uluslararasılaştırılması ile barışçıl bir şekilde çözülmesi ve Kıbrıs
hükümetinin uluslararası alanda ortaya çıkan her olanağı değerlendiren
girişimler üstlenmesi gerektiği yönündeki AKEL’in tezini yeniden teyit eder.
Kıbrıs sorununa BM kararları, Doruk Antlaşmaları, BM anayasası ilkeleri
ve uluslararası hukuk temelinde bir çözüm bulunması bir zorunluluktur. Bu çözüm
işgal askerleri ile yerleşiklerin adadan ayrılmasını sağlamalı, ülkemizin
birliğini ve toprak bütünlüğünü elde etmeli, ve Kıbrıs Cumhuriyetini
askersizleştirmelidir. Olası garantiler Güvenlik Konseyi üyelerinin katılımı
ile genişletilmeli ve hiçbir koşulda tek taraflı müdahale hakkı olmamalı veya
bu yönde yoruma açık bir yan olmamalıdır. Kıbrıs’a çözüm çerçevesinde
gönderilme olasılığı bulunan barış gücü BM gücü olmalı ve Güvenlik Konseyi
denetiminde Birleşmiş Milletler yönetiminde olmalıdır.
AKEL iki bölgeli, iki toplumlu federal çözüme olan bağlılığını tekrardan
teyit ederken her tür taksimci çözüme de açık bir şekilde karşı olduğunu
belirtir.
Çözümün insan haklarına ve göçmenlerin evlerine ve mallarına dönüş hakkı
dahil tüm Kıbrıslıların özgürlüklerine saygı gösterip sağlaması gerektiğini
vurgular.
Net bir insani konu olan kayıplar konusu, son kaybın kaderinin net ve
inandırıcı bir şekilde ortaya konması ile siyasi sorundan bağımsız olarak
çözülmelidir.
AKEL Kıbrıs sorununun Ulusal Konsey çerçevesinde kollektif kararlarla ele
alınması ve doğru politikanın cambazlıklardan, çelişkilerden amatörlükten ve
maceracılıktan uzak yaşama geçirilmesi gerektiğini açık bir şekilde vurgular.
Ulusal Konsey’in doğru işleyişi öncelikli olarak siyasi iradeye ve büyük oranda
Cumhurbaşkanının bu kuruma saygısına bağlıdır. “
5. KIBRIS SORUNU VE AVRUPA BİRLİĞİ
AKEL 18. Kurultayında Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne tam üyeliği ile ilgili
olarak şöyle dendi: “Avrupa Birliği’nin
Kıbrıs sorunun doğru çözümüne yardımcı olması, bütün Kıbrıs’ın Avrupa
Birliği’ne girmesi ve halkımızın önemli sosyal ve ekonomik kazanımlarının
korunması koşulu ile AKEL Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne girişinden yana tavır
almaya hazırdır” .
Geçen yıllar içerisinde iki önemli olay yaşandı. Bunlardan biri 1995
yılındaki Lüksembourg kararıydı ve bu karara göre Kıbrıs, Avrupa Birliği ile
tam üyelik görüşmelerine başlarken, Yunanistan da, Türkiye’nin Gümrük
Birliği’ne yönelik vetosunu kaldırdı . İkinci önemli gelişme ise, 1999
Aralığında alınan Helsinki Kararı idi ve bu kararla Türkiye, Avrupa Birliği’ne
aday ülke konumuna yükseltildi. Yine bu karara göre, buna karşılık olarak da
Kıbrıs sorununun çözümünün tam üyelik için koşul olmadığı belirtildi. Bununla
birlikte ilgili karar alınırken, tüm faktörlerin dikkate alınacağı not edildi.
Bu kararların ortak özelliği, Türkiye’nin Gümrük Birliği ve aday üyelik
sıfatlarını kazanırken, Kıbrıs sorununda herhangi bir karşılık vermemesiydi. Bu
gelişme kaçınılmaz bir gelişme değildi. 18. Kurultay kararında ifade edildiği
gibi, “Kıbrıs’ın Avrupa Birliği sürecinde en güvenilir yol, Kıbrıs Rum
tarafının BM Genel Sekreteri’nin girişimleri karşısında takınacağı ilkeli ve
yaratıcı tavırla ve doğru davranışlarla güçlendirilir. Bu davranışlar ve tavır
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin girişiminin başarısız kalması
durumunda, en azından Türk uzlaşmazlığının tespit edilmesine olanak verecektir.
Bu tavırlar aynı zamanda Kıbrıs Rum tarafını tam üyelik sürecinin esiri
konumuna düşürmekten de engelleyecektir.”
Kleridis hükümetinin değişken politikası, diğer sonuçlarının yanı sıra
uluslararası topluluğun bir kesimine, Kıbrıs sorunundaki çıkmaz karşısında
sorumluluğu, haksız bir şekilde Kıbrıs Rum tarafına yükleme olanağı da verdi.
Denktaş ile Türkiye’nin Kıbrıs sorununda ilerleme sağlanmasını engelledikleri
bir anda, bizim Kıbrıs’ın tam üyeliğinin siyasi sorununa bağlanmasının üretken
olamayan ve haksız bir yaklaşım olduğu yönündeki tezimizi zayıflattı. Bu
koşullar altında, Kıbrıs’ın tam üyelik görüşmelerinin başlaması olası değildi
ve bu adımın atılması için Yunanistan’ın, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile Gümrük
Birliğine yönelik vetosunun kaldırılması gündeme geldi.
Türkiye’ye adaylık sıfatının verilmesi konusunda ise AKEL, bunun
Kıbrıs’ın, Kıbrıs sorunundan bağımsız olarak Birliğe tam üye olabileceği
yönünde, farklı yorumlara neden olan bir söz yerine Kıbrıs sorunun çözümüne
bağlanması gerektiğine inanmaya devam ediyor. Avrupa Birliği Konseyi, 1990
yılında aldığı bir karar ile, Türkiye’nin Avrupa sürecini açık bir şekilde
Kıbrıs sorunundaki ilerlemeye bağlamıştı. Türkiye’nin aday ülke olması ile
birlikte Kıbrıs sorununda daha uzlaşır bir konuma geleceği yönündeki gerekçeler
gelişmeler tarafından doğrulanmadı. Türkiye’ye Gümrük Birliği verildiği zaman
da aynı gerekçeler ileri sürülmüştü. O gelişme sonrası Türkiye, federal çözüm
yaklaşımını resmi olarak terk etmiş ve bugüne dek ısrar ettiği konfederasyonu
gündeme getirmişti.
Avrupa Birliği’ne tam üyeliğin Ankara açısından stratejik bir hedef
olması ve bu nedenden dolayı Türkiye’nin yakın hedefini teşkil etmesi
nedeniyle, hükümetin Türkiye’ye adaylık konumunun verilmesi için Kıbrıs
sorununda ilerleme sağlanması koşulunda ısrarlı olması gerçekçi olacaktı.
Kıbrıs sorununda ilerleme sağlanması da bizim Avrupa yönelimimizde var olan
engelleri önemli bir şekilde sınırlayacaktı. Bu gelişme ile önemli bir fırsat
yitirilmiş oldu ve şimdi önemli olan bugün ne yapacağımızdır.
Tam üyelik sürecinin Kıbrıs sorunun çözüm sürecine yardımcı olma umudu
hâlâ daha vardır. Fakat bu ancak iki koşulda mümkün olur. BİR: Avrupa
Birliği’nin Helsinki Kararının yanlış yorumuna olanak tanımaması ve Kıbrıs’ı,
Kıbrıs sorunun çözümünden bağımsız olarak tam üye kabul etmesi. İKİ: Tam
üyeliğin sadece özgür bölgeyi değil, fakat topraklarının bir kısmının o dönemde
Türk işgali altında olup olmamasından bağımsız olarak, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
tüm alanını kapsaması. Sadece böylesi bir durumda Türkiye, tam üyelik öncesi
federal bir çözüm için işbirliği -ki bu arzulanan bir gelişmedir-, ya da tam
üyeliğin gerçekleştiği anda işgal bölgesinin Avrupa Birliği toprağı olacak
olması nedeniyle yasadışı devletin tanınma olasılığının gündemden çıkması
ikilemi ile karşı karşıya kalacaktır.
Bu hedeflerin başarılabilmesi ve tam üyeliğin Kıbrıs sorununun çözümünde
katalizör rolü oynaması için, önceliklerin yeniden değerlendirilmesi ve
hükümetin uğraşılarını, Güvenlik Konseyi kararları ve doruk antlaşmaları
temelinde bir çözüme odaklaması bir zorunluluktur.
AKEL, ne sadece özgür bölgenin Avrupa Birliği’ne tam üyeliğine onay
verir, ne de kötü bir çözüme. Sadece özgür bölgenin tam üyeliğinin, Kıbrıs’ın
taksiminin kabulü anlamına geldiği konusunda ısrarlıyız. Aynı şekilde kötü bir
çözümün, tam üyelik ile düzeltilemeyeceğine inanıyoruz. 18. Kurultay
kararlarında vurgulandığı gibi, AKEL için öncelikli ve egemen olan konu, tam
üyelik sürecinin siyasi yanıdır ve bu sürecin Kıbrıs sorunun adil çözümüne
katkı sağlamasıdır. Partimizin tam üyelik anlaşmasına ilişkin son tavrı bu
anlaşmanın Kıbrıs sorununa temel ilkeler temelinde adil ve kalıcı çözüm
konusunda yardımcı olup olmayacağına bağlı olarak biçimlendirilecektir. Farklı
yönde gelişecek bir sürece veya anlaşmaya karşı çıkmakta tereddüt etmeyeceğiz.
6. KIBRIS TÜRK TOPLUMU
AKEL’in Kıbrıs Türk toplumunun yaşam koşulları ve gelişmesine olan
ilgisi, sadece Kıbrıs sorununa federal çözüm bulunması için görüşme yapacak iki
temel toplumdan biri olmasından değil, fakat aynı zamanda partimizin tüm
Kıbrıslıları ve tüm Kıbrıs halkını ifade etmesinden kaynaklanıyor.
Kıbrıslı Türklerin yaşam koşulları olumsuz olmaya devam ediyor: Yasadışı
devlette denenen çeşitli hükümetler Kıbrıs Türk toplumunun karşı karşıya
olduğunu ekonomik, sosyal sorunlara çözüm getiremediler. İşsizlik Kıbrıslı Türkleri
göçe zorlayan boyutlarda devam ediyor. Son dönemlerde yapılan açıklamalarda
ifade edildiğine göre, 50 bin Kıbrıslı Türk adayı terk etti ve bunların önemli
bir kısmını öğrenimlerini tamamladıktan sonra Türkiye’de kalan üniversite
öğrencileri oluşturuyor. Kıbrıs Türk toplumunun bugün en büyük sorunu Türkiye
tarafından siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda aşamalı bir şekilde
Türkiye’ye entegre edilmesidir.
Nüfus yapısının Türkiye’den getirilenler lehine değişimi ve işgal
ordusunun varlığı, Türk politikasının ileri götürülmesinde kullanılıyor.
Türkiye’nin Kıbrıs Türk toplumuna müdahaleleri, “cumhurbaşkanlığı seçimlerinde”
doruk noktasına ulaştı ve bu arada işgal bölgesindeki “hükümetin” de Türkiye’de
alınan kararları yaşama geçirdiği görüldü.
Ekonomik alanda Türk lirasının resmi para birimi olarak kullanılması ve
büyük alt yapı yatırımlarının Türkiye tarafından planlanması ve üretim
sektörlerinin yıkıma sürüklenmesi, kamu memurlarının ekonomik açıdan aktif
nüfusun 1/3’ünü oluşturması, Kıbrıs Türk toplumunun Türkiye’ye bağımlılığını
getiriyor.
Sosyal alanda Kıbrıslı kimlik, tüm alanlarda saldırılara hedef
olmaktadır. Türkiye’den gelen gazetelerin Kıbrıs Türk gazetelerinden fazla
satılması önemli bir göstergedir.
Ne yazık ki Kıbrıs sorununa barışçıl bir çözüm bulunmasından yana
Kıbrıslı Türk ilerici güçlerinin seçim güçlerinin azalması bu sorunlara karşı
durulmasında erteleyici bir işlev görüyor.
Bu ifade ettiklerimizden bağımsız olarak, Türkiye’nin Kıbrısla ilgili
devlet politikasını da küçümsemeden ve Türkiye’deki hükümetlerin eğilimini de
dikkate aldıktan sonra Kıbrıs Türk toplumu içerisinde zor koşullarda
konfederasyonu reddederek, Türkiye’nin işgal bölgesini kendisine bağlamasına
karşı duran ve Kıbrıs’ın ve halkımızın yeniden birleşmesini arzulayan federasyondan
yana önemli güçler vardır.
7. MİLLİYETÇİLİĞE KARŞI MÜCADELE VE YENİDEN YAKINLAŞMA
Milliyetçilik ile şovenizm halkımızı çarpan trajedinin en önemli
sorumlularındandır. Bu trajediyi yaratan diğer faktörler İngiliz
sömürgeciliğinin “böl ve yönet” politikası, Ankara’daki askeri ve siyasi
çevrelerin yayılmacı politikası, Amerikan emperyalizminin politikası içerden
yardım olmasa hedeflerine belki de ulaşamayacaktı. Şovenizm, yabancı arzulara
set çekecek ve gerçek bağımsızlığı koruyacak olan Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı
Türklerin ortak cephesinin oluşumuna da engel oluşturdu.
Milliyetçilik ne yazık ki her iki toplumda geçmişte işlenen ve şimdi
işlenmeye devam edilen bir fenomendir. Kıbrıs Türk toplumunda işgal rejiminin
resmi ideolojisidir. Kıbrıs Rum toplumunda özellikle sağın ve aşırı sağın erke
gelmesi ile macera ve yıkıma götürmesi kesin olan “milliyetçi değerlerlerde”
bir patlama gözlemlendi. Kıbrıs Rum toplumunda milliyetçilik genelde aşırı
eylemlerle ifade edilmese dahi, daha az tehlikeli olarak görülmemelidir ve tam
da bu nedenden dolayı halk tarafından daha zor tespit edilip reddedilmektedir.
Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk toplumları arasındaki ilişkiler, Kıbrıs sorunun
özlü unsur alanlarından biridir. İki toplum arasındaki ayrılığı derinleştirecek
-milliyetçilik belirleyici faktörlerden biridir- taksimin kalıcılaşması yönünde
işlev görür. Taksime karşı mücadele ile yeniden yakınlaşma gerçek bir
yurtseverliktir. Milliyetçiliğe karşı yeniden yakınlaşma için mücadele her
şeyden önce AKEL’in derin yurtseverliğinden kaynaklanmaktadır.
Aradığımız çözümün tüm Kıbrıs ve tüm Kıbrıslılar için olduğu yönünde her
iki toplumun da ikna edilmesi bir zorunluluktur. Hepimiz etnik kimliğimizi,
dilimizi ve geleneklerimizi savunduğumuz kadar ve hatta daha da büyük bir güçle
Kıbrıslı olarak ortak kimliğimizi, ortak geleneklerimizi ve ortak tarihimizi de
savunmalıyız.
İki toplum arasında güven ortamının yaratılması, yalnız başına çözüme yol
açmazsa da endişelerin, düşüncelerin bir toplumun diğer toplumdan
beklentilerinin anlaşılmasına katkı sağlar ve bu şekilde Kıbrıs sorununa adil
ve kalıcı bir çözüm perspektifini güçlendirir.
İki toplum arasındaki temaslar ve daha da önemlisi ortak etkinlikler
devletin ve Kıbrıs halkının birliği duygusunu güçlendirir ve Denktaş’ın ve
sözde “temiz çözümleri”, Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türklerin birlikte
yaşayamayacağı, birbirlerinden ölümüne nefret ettikleri ve ayrı yaşamaları
gerektiği yönündeki görüşleri savunanların politika ve propagandasını engeller.
Kıbrıslı Türklerin gelişmeleri etkileme olanağı büyük oranda Kıbrıs Rum
tarafının tavrına bağlıdır. Eğer Kıbrıslı Rumların eylemleri, kendi yasal
haklarını da tanıdıkları için Kıbrıslı Türklerin güvenini kazanırsa, eğer
Denktaş’ın propagandalarının bize yüklediklerinin bizimle herhangi bir ilgisi
olmadığı yönünde onları ikna edebilirsek, o zaman Kıbrıs lehine büyük bir baskı
unsuru yaratılacak ve bu olgu da ne Ankara, ne de işgal rejimi tarafından göz
ardı edilmeyecektir.
Yeniden yakınlaşma politikası, Kıbrıslı Türklere yönelik somut girişim ve
eylemleri dayatmaktadır. Farklı bir durumda bu politika, açıklamalar ve
sloganlar düzeyinde kalacaktır. Bu yöndeki politika aynı zamanda adil ve kalıcı
bir çözüm hedefi ile ortaya koyduğumuz bütünsel politika ile
uyumlaştırılmalıdır. Sorunun askerileştirilmesi, milliyetçi ayaklanmalar,
enosis söylemi ve federasyona yönelik saldırılar, yeniden yakınlaşmanın altını
oymakla kalmaz, aynı zamanda işgalden kurtulma ve vatanımızın yeniden
birleşmesi perspektifli mücadeleye de zarar verir.
Partimiz, yerleşmesinde öncü rol oynadığı yeniden yakınlaşma
politikasının çok uzun yıllar süren ardıcıl mücadeleler sonrası kendi
dinamiklerini yaratmaya başladığı değerlendirmesi yapar. Kıbrıslı Türk partiler
ve örgütlerle buluşmalar, sanat grupları değişimi, ortak etkinlikler,
seminerler ve ortak yayınlar ve daha başka girişimlerin aracılığı ile sol
hareket, iki toplum arasında bağların canlandırılması ve güçlendirilmesi
uğraşılarına en baştan kendi damgasını vurmuştur.
Yeniden yakınlaşma etkinliklerine yığınsal katılımı, milliyetçiliğe ve
iki toplum arasında iletişimi zorunlu görenlere hakaret edenlere ve yeniden
yakınlaşma hareketini kendi mandası altına almaya çalışan yabancı merkezlere
bir yanıt olarak değerlendiriyoruz. Yeniden yakınlaşmaya bizim müdahalemiz, bu
hareketin siyasal içeriğini ortadan kaldırmaya ve Kıbrıs sorununu iki toplum
arasında giderilmesi gereken psikolojik bir sorun olarak gören ve apolitik bir
içerikle ileri götürmeye çalışanlara pratik bir yanıtı oluşturur.
AKEL olarak geçmişte somut yeniden yakınlaşma önerilerimiz oldu. Yeniden
yakınlaşmanın hükümetin izlediği politikanın ayrılmaz bir parçası olması ve
siyasi liderlik ve halkın büyük çoğunluğu tarafından benimsenip ileri
götürülmesi için mücadele ettik. Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar, siyasi partiler,
örgütler arasında ikili ve çok yönlü buluşmaların kamuoyu tarafından iki
toplumun temaslarında gerekli bir adım olarak kabul edilmesi yönünde çalıştık.
1991 yılında bu yönde Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk siyasi partiler
toplantılarına getirdiğimiz somut önerilerin büyük bir kısmı kabul edildi.
Şimdi bu önerilerin ve diğer örgütler ile örgütlü kesimlerin önerilerinin daha
kararlı bir şekilde yaşama nasıl geçirebileceğine bakacağız.
***
ULUSLARARASI KOMÜNİST VE SOL PARTİLER TOPLANTISI
AKEL’in 19 kurultayı
çerçevesinde düzenlediği uluslararası toplantıya katılan komünist ve sol parti
heyetleri, Kıbrıs konusunda önemli kararlar onayladılar. Bu toplantıya katılan
43 ülkeden 69 temsilcinin kabul ettiği bu kararda, Türk askerlerinin Kıbrıs
Cumhuriyeti topraklarında süren işgali, demografik yapının değiştirilmesi
amacıyla devam eden kolonizasyon kınanarak, işgal kuvvetleri ile sömürgecilerin
ayrılması talep edildi. Bölücü statüko kabul edilmez ve Kıbrıs halkı için
çağdışı ve yıkıcı seçenek olarak nitelendirildi.
Yabancı temsilciler,
Kıbrıs sorununa bulunacak barışçı, hakça, karşılıklı kabul edilebilir ve
yaşayabilir bir çözümün doruk anlaşmaları zemininde, BM çerçevesinde yapılacak
özlü iki toplumlu görüşmelerle mümkün olacağını, bu çerçevenin tek egemenlik, tek
vatandaşlık ve tek uluslararası kişilik içeren iki bölgeli, iki toplumlu
federal bir çözüm öngörmesi gerektiğini de onayladılar.
Yabancı temsilciler,
Denktaş’ın ve Ankara’nın, görüşmeleri terk etme yönündeki tehditlerini kabul
edilmez olarak görüp uluslararası camiaya bunları reddetme çağrısında
bulundular.
(Kıbrıs’ta Sosyalist
Gerçek dergisi, Ocak-Şubat 2001, Sayı:59-60, imzasız)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder