27 Mayıs 2015 Çarşamba

BİZDE BASIN VE DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ


Kıbrıs Türk toplumunun geçmişine, basın ve düşünce özgürlüğü açısından, geriye dönüp bir bakacak olursak, pek de övünülecek bir geçmişe sahip olmadığımız ortaya çıkar. Osmanlı döneminin sona ermesi ardından,  İngiliz sömürge döneminin başlamasıyla birlikte, ilk gazetelerin yayımlanması, toplumsal sorunlara çözüm üreten bir fikir gazeteciliğinden çok, Rumların siyasi emelleri aleyhine yayın yapmayı kendine şiar edinmiş bir basını ortaya çıkarmıştır. Gerçi bu yeni dönem içinde, toplum sorunlarını çözmeye yönelik kalemler de gazetelerimizde yer almış, ama genel çizgi itibarıyla kişisel çekememezlik ve birbirini kötüleme basın kavgalarında geçer akçe olmuştur.

Din adamlarının meyhaneye gittiği, softaların sanat ve dil okullarına karşı kötüleyici kampanya yürüttüğü (Dr.Hafız Cemal’in çabalarını hatırlayalım), herkesin padişah yanlısı iken, bir günde meşrutiyet yanlısı kesildiği yüzyılımızın ilk çeyreğinden sonra, 1940’lı yılların sonunda yayımlanan birçok dergi ve gazete sayesinde kısa bir dönem de olsa, fikirsel bir uyanış dönemi yaşanmış; ama 1950’li yıllarda yeraltı örgütlerinin topluma egemen olması ile fikirsel üretim durma noktasına gelmiştir. 

1942’de kurulan ve ilk siyasal partimiz olan Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu (KATAK)’ın halktan topladığı 4 bin Kıbrıs lirasının akibeti tartışmaları 1950’li yıllara taşarken, bu defa da Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu ve Kıbrıs Türk Gençlik Teşkilatı’nın topladığı paraların akibeti halk arasında tartışılır olmuştu. Yönetici takımın düşündüğünden farklı görüşlere sahip olanlar, ya yol ortasında dövülüp, sindirilmek isteniyor, ya da 1958 ve 1962’de olduğu gibi kurşunlarla susturuluyordu. İngilizlerin ortaya attığı adanın taksim edilmesi fikrine derhal sarılan Kıbrıs Türk liderliği, bunun dışında herhangi bir siyasal görüş üretenleri susturmak için elinden geleni ardına koymayacaktı.

1963 Aralık’ından sonra başlayan “Teşkilat dönemi”nde ise, başta Kıbrıs Türk lideri Dr.Küçük olmak üzere birçok sivil kesim önde geleni, askeri liderliğe boyun eğmek durumunda kalmıştı. O Dr.Küçük ki, 1940’lı ve 50’li yıllarda, kendisi dışındaki kişilerin toplum içinde sivrilmesine hoşgörü ile yaklaşamamış, onları kendi gazetesi Halkın Sesi aracılığıyla, şu veya bu şekilde karalayarak, liderlik kadrolarının zenginleşmesine engel olmuştu. Ama aynı Dr. Küçük, Ankara’da bulunan Rauf Denktaş’a yazdığı 4 Mayıs 1967 tarihli bir mektubunda, Kıbrıs’taki askeri yönetim mensuplarınca “yaratılan terör havasının tarihte bir misline tesadüf edilmediği”ne parmak basmak zorunda kalacaktı! Bu duruma onay vermeyen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sabık iki Bakanı olan N.Manyera ile F.Plümer Genel Komite’den çekilirken, deneyimli bürokrat A.Cemal Müftüzade de görevinden ayrılmak zorunda bırakılacaktı. Geride kalanların bir kısmı ise evlerinin önünde bombalar patlatılarak susturulacaktı.

Rauf Denktaş’ın yıllar sonra yayımlayacağı ve bu durumlara az da olsa yer verdiği “Hatıralar”ında, “1958’de almak zorunda olduğumuz tedbirler” diye tanımlayacağı benzeri tedhiş ortamları, resmi görüş dışında kalanlara ne basında, ne de toplum içinde yaşama hakkı tanınmadığını göstermektedir. 1950’li yılların sonu ve  1960’ların başında yetişip, toplumsal varoluş mücadelesine katkıda bulunmak isteyen onlarca aydın, ya ülkeyi terke zorlanmış, ya da susturulmuştu.
Toplumsal gerikalmışlık nedenlerimizi hep Kıbrıslı Rumlara bağlama, daha çok 1960’lı yıllarda başlar. Gerçi Halkın Sesi’nin dışladığı aydın kesimler, çıkardıkları dergi ve gazetelerde farklı görüşlerini kamuoyuna duyurma çabasını sürdürmek istemişlerdi, ama siyasal ortamın kana bulanması ardından, Kıbrıs Türk liderliğinin çizgisi dışında farklı bir siyaset gütmek artık vatan hainliği ile eşdeğerdi. Vatana ve Kıbrıs Türk toplumuna kimlerin ihanet ettiğinin ortaya çıkması için aradan yılların geçmesi gerekecekti.

1963 sonrasında “Kıbrıs Türk yönetiminden maaş çeken mücahitler topluluğu”na dönüştürülen Kıbrıslı Türkler, 1974’den sonra da “midesinden devlete bağlı memur toplum”una  geçerek, liderliğin çizdiği kadere mahkum bireyler haline getirildiler. Çok partili siyasal yaşama geçilmiş olsa bile, en kritik dönemlerde, resmi görüş dışında farklı değerlendirme yapanlara uygulanan baskılar ve hatta öldürmeye varan sindirme yöntemleri, basın organları ve yazarlara yapılan maddi-manevi yıldırma eylemleri burada anımsanmalıdır. Yeni Düzen ve Kıbrıs Postası gazetelerine yayımladıkları haber ve yazılar için 1988 yılında Mahkeme tarafından kesilen yüksek tazminat paraları ve hatta basımevlerine el koymaya kadar varan girişimler unutulmamıştır. Kutlu Adalı arkadaşımızın, sırf yazdıkları yüzünden evinin önünde katledilmesinin acısını daha geçen yıl yaşamıştık.

Şimdi yine birileri, basında çıkan haber ve yazılardan yine tedirgin olmaya başlamış görünüyor. Olanaklar ölçüsünde ülkemizde dönen yolsuzluk ve dolapları basına yansıtmaya çalışan gazeteci ve yazar arkadaşlarımız, açılan milyarlık basın davaları ile huzursuz edilmek istenmektedir. Dava açamayanlar ise, yazarların belli yayın organlarında yazmamaları için ya doğrudan doğruya, ya da her türlü aracıyı koyup yayın organı sahiplerini etkileri altına almaya ve “fincancı katırlarını huzursuz eden” haber ve yazıların yayımlanmasına engel olmaya çalışmaktadırlar.

Kıbrıslı’nın Temmuz 1997 sayısında çıkan “İhalesiz alınan santrala 500 bin dolar fazla ödendi” başlıklı haberde, “Savcılar ve ombudsmanımız derhal harekete geçmeli ve bu iddiaların doğru olup olmadığı tesbit edilmelidir!” denmesine rağmen, bundan gocunanların dergi aleyhine tazminat davası açtıklarını öğrendik. Ölü babası adına “Mercedes” araba alanlar, acaba bu defa da mı yargıyı aldatabilecekler? Göreceğiz...  Basın organları,  kamuoyunu uyarma ve bilgilendirme işlevini yerine getirmeyecekse, nerede kaldı onun özgürlüğü, ya da bağımsızlığı. Tek istedikleri basının sadece kendilerinin borusunu öttürmesi. Denetim altında tutamayacakları bir haber veya yazı çıktığı vakit yapabilecekleri tek şey vardır: Baskılarla o bağımsız sesi kısmak veya yok etmek. Bu durum sonsuza dek gidemez, gitmemelidir!


(Kıbrıslı Türkün Sesi dergisi, Sayı:25, Eylül 1997)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder