Eski takvime göre 25
Ekim, yeni takvime göre 7 Kasım 1917, Çarlık Rusyası’nda gerçekleştirilen
sosyalist devrim ile ülkedeki iktidarın işçi, asker ve köylü temsilcilerinden
oluşan Sovyetlerin eline geçtiği gündür. Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin
zaferle sonuçlanmasında en önemli rol, Lenin’in devrimci teorisini pratiğe
uygulayan Komünist Partisi’ne aittir. Devrimle birlikte Rusya’daki
sermayedarlar ile toprak sahiplerinin iktidarı yıkılmış ve yerine emekçi halkın
iktidarı kurulmuştur. Üretim araçlarının özel mülkiyetine son verilmiş,
fabrikalar, bankalar, demiryolları, madenler devletleştirilmiştir. Rusya’daki
proleter devrimi, sadece Rus halkının değil, eski Rus İmparatorluğu’nun
toprakları üzerinde yaşayan diğer halklar üzerindeki sosyal ve ulusal baskıya
son vererek, onların da kurtuluşunu sağlamıştır. Devrimin işçi ve köylülere
sağladığı kazanımları korumak ve sosyalizm kuruculuğunda hızla ilerlemek amacıyla,
1922’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kurulmuştur.
Sovyetler Birliği’nde
dünyada ilk kez olarak işçi-köylü iktidarının kurulması ve devrimin başarıları,
yeryüzündeki milyonlarca halka örnek oldu ve bilimsel sosyalizmin fikirleri, bu
ülkelere yayıldı. Özellikle ulusal kurtuluşları için mücadele veren ve dünya
nüfusunun yüzde 70’inden fazlasının yaşadığı eski sömürge ülkelerdeki savaş,
baskı ve ırk ayrımı politikasına karşı, halkların barış, eşitlik, özgürlük ve
kardeşçe işbirliği içinde yaşamalarını öngören alternatif bir düzen ortaya
çıktı.
Yarın 70. yıldönümünü
bütün ilerici insanlık ile birlikte kutlayacağımız Ekim devrimi, 20 yüzyılın en
önemli olayı olup, insan soyunun gelişmesinde tarihsel ve uluslararası bir
öneme sahiptir. Lenin, bu uluslararası önemi ikiye ayırmaktadır: Birincisi, bu
devrimin diğer ülkelerdeki devrimci hareketler üzerindeki etkisi, ikincisi de,
bu devrimin ana özelliklerinin uluslararası planda tekrarlanmasının
kaçınılmazlığıdır.
Ekim Devrimi ile
dünyamız, kapitalizmden sosyalizme geçiş çağına girerken, bütün ülkelerdeki
emekçi ve ilerici insanlar, bu ilk sosyalist devrimden etkilenmeye başladı.
Bağımlı ve sömürge ülkelerde baskı altında tutulan halklar, sosyalizmin
başarısından direniş gücü kazandılar. Bilimsel sosyalizmin teorisiyle
donanarak, kendi ülkelerinde politik örgütlenmelere gittiler ve kendi komünist
partilerini oluşturdular.
Doğu Akdeniz’de küçücük
bir ada olan ülkemiz Kıbrıs ise, o sıralarda İngiliz sömürge yönetimi
altındaydı. İngilizlerin adayı ele geçirmelerinden sonra, başta ticaret
burjuvazisi olmak üzere Kıbrıs, kendi burjuvazisini geliştirmiş ve işçi sınıfı
da oluşmaya başlamıştı. Yabancı ve yerli sermayedarların gittikçe artan
sömürüsü, emekçi halkın kendi örgütlerini kurma zorunluluğunu bilince çıkarmıştı.
İşte muzaffer sosyalist
Ekim Devrimi’nin doğrudan etkileri altında, ilk komünist gruplar, 1921’de
oluştu. Aslında sosyalist fikirler, daha 1914’lerde Kıbrıs’a ulaşmış ve
Yunanistan’daki sosyalist hareketin gelişmesini izleyen ve Leymosun’da bir grup
aydının oluşturduğu “Nazoraios”
edebiyat çevresinde benimsenmişti. 1915-17 yıllarında yine Leymosun’da inşaat
ve liman işçilerini örgütleyen ilk sendikalar kurulmuştu. Ekim Devrimi’ni
izleyen yıllarda, Yunanistan’dan gelen sol yayınları okuyan Leymosunlu bir grup
memur ve işçi, ilk komünist grubu oluşturdu. 1921’de üç Leymosunlu Rum
tarafından başlatılan hareket, bir yıl sonra 30 kişiyi örgütleyebilmiş ve
Aralık 1922’de iki ayda bir çıkan “Pirsos”
(Meşale) gazetesini yayımlamaya başlamıştı.
Leymosun’daki şarap
fabrikası, liman ve diğer yerel sanayilerde çalışan işçiler, diğer
kasabalardakilere kıyasla daha bilinçliydiler. Önderliğini birkaç aydının
yürüttüğü komünist hareket, 1924 yılı başında İngiliz sömürge yönetiminden
kırsal bölgelerdeki borç ödemelerinin durdurulmasını istedi ve fakir köylülerin
mali sorunlarına ilgi gösterdi. Bir Ziraat Bankası kurulmasını istedi.
İşçilerin yaşam koşullarının iyileştirilmesini, ilerici bir çalışma yasasının
çıkarılmasını, ücretlerin artırılmasını, çalışma saatlerinin 14-12 saatten 8
saate indirilmesini talep etti. “Pirsos”
gazetesi, Ocak 1924’de kendi kendini kuruluş hazırlıklarını yürütmekte olan
Kıbrıs Komünist Partisi (KKK)’nin resmi yayın organı olarak ilan etti. O
yıllarda İngiliz sömürge yönetimi altındaki adada, yaşam düzeyi çok düşük olup,
yaygın fakirlik ve cehalet kol geziyordu. Kıbrıs’ın yeraltı zenginliği olan
madenler, İngiliz ve Kanada sermayesi tarafından çalıştırılıyor, en iyi maden
işçisine 12 saatlik işgünü için iki buçuk şilin ücret veriliyordu (o zamanın
bir şilini ile sadece iki buçuk okka ekmek alınabilirdi).
Yunanistan’da tıp
eğitimi gördüğü sırada Yunanistan Komünist Parisi (KKE) üyesi olan Kıbrıslı Dr.
Nikolas Yiavopulos’un 1924’de geri Leymosun’a dönmesi ardından kurulan
“Emekçiler Kulübü”, kasabadaki işçilerin çalışma koşullarını iyileştirmeyi
kendine amaç edinmişti. Aralık 1924’de sayıları 35’e çıkan Leymosunlu
komünistler, 1 Ocak 1925’den itibaren 15 günde bir, “Neos Anthropos” (Yeni İnsan) adlı bir gazeteyi yayın hayatına
soktular. Gazete, gerek milliyetçi Rum liderliği, gerekse İngiliz sömürge
yönetimi ile birçok polemiğe girdi. Bu arada kırsal bölgede de etkinliğini
göstermeye başlayan Emekçiler Kulübü, Leymosun kazasındaki Yermasoya, Gilani ve
Piskobu köylerinde, topraklarını faizcilere kaptıran köylüleri örgütledi.
22 Nisan 1925’de
Leymosun’da yapılan Panhelenik Oyunlar nedeniyle milliyetçilere karşı bir
bildiri yayımlayan komünistler, Kıbrıs’ın bağımsızlığını istediler. İngiliz
yönetimi, Dr. Yiavopulos’u, adadaki barış ortamını tehlikeye soktuğu
gerekçesiyle, 5 Temmuz 1925’de Atina’ya sürgüne gönderdi. Kasım 1925’de Leymosun’daki
Emekçiler Kulübü’nün ileri gelen üyelerinin evlerine ve kulüp binasına baskın
yapılarak, kitap ve diğer yayınlar toplandı. (Daha sonraki yıllarda Troçkist
görüşleri savunduğu için partiden ihraç edilecek olan) Dr. Yiavopulos’un
yerine, Kostas Skeleas geçti.
Sömürge yönetimin Tarım
Dairesi’ndeki görevinden istifa edip, Moskova’da eğitim gören ve daha sonra
Yunanistan’da yaşamaya başlayan Haralambos Vadilyotis’in Kıbrıs’a yaptığı bir
ziyaret sırasında, 14 Ağustos 1926’da gizli olarak yapılan bir toplantıda,
Kıbrıs Komünist Partisi (KKK) resmen kuruldu. Partinin ilk Genel Sekreterliğine
Kostas Skeleas getirildi. Partinin kurulmasından önce komünistler,
Marksist-Leninist fikirlere karşı burjuvazi tarafından halk arasında yayılan
güvensizlik duygularını gidermek ve yeni devrimci fikirleri benimsetmek için
büyük çaba sarfetmişti. Daha önceden örgütlenmiş bulunan işçi, gençlik ve kadın
kuruluşlarından 22 temsilcinin katıldığı KKK’nın bu 1. Kuruluş Kongresi’nde
kabul edilen programda, şu amaçlara ulaşmak hedeflenmişti:
“1.
Günümüz kapitalistlerince zincire vurulmuş olan Kıbrıs’taki sınıfların
örgütlenmesi ve içinde yaşadıkları ekonomik koşulların iyileştirilmesi için
mücadele etmek.
2.
Kıbrıs’ın Birleşik Krallığın emperyalist boyunduruğundan kurtulması ve siyasal
bağımsızlığına kavuşmak için mücadele etmek.
3.
İşçi hareketinin uluslararası dayanışmasının Kıbrıs’ta gelişmesi ve Kıbrıs’taki
işçi ve köylülerin mücadelesiyle, diğer ülkelerdeki meslektaşlarının
mücadelesini birleştirmek.” (Neos Anthropos, 24 Aralık 1926)
Görüldüğü gibi KKK’nın
kurulması, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Kıbrıs’ta egemen olan sosyal koşulların
bir ürünü olmuş ve parti, Avrupa’daki işçi hareketinin yükseldiği bir sırada ve
Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin doğrudan etkileri altında yeşermişti. KKK’nın
yayımladığı “Politik ve Ekonomik Durum
Üzerine Tezler”de ilk defa anti-emperyalist birlik cephesi fikri ortaya
atılmış ve Lenin’in önemle üzerinde durduğu işçilerle köylülerin ittifakı, “bugün var olan durum açısından tarihsel bir
zorunluluk ve emperyalizm ile kapitalizmin devrilmesi için vazgeçilemeyecek bir
koşul” olarak tanımlanmıştı. 1. Kongre’de alınan kararlarda, başta
madenlerde çalışanlar olmak üzere, bütün işçilerin, bilinçli profesyonel
örgütlerde biraraya gelmeleri gerektiğine parmak basılıyordu. Bu örgütler,
bütün Kıbrıslı işçileri kapsayan bir üst örgütte birleşmeliydi. Kadınlarla
ilgili olarak, her iki cinsin evlilikte ve ücretlerde eşit tutulması gerektiği
ve anneler için doğum kliniklerinin açılması savunuluyordu. Gençlerle ilgili
olarak, 14 yaşın altındaki çocukların çalıştırılmaması, muhtaç öğrencilere
parasız öğrenim olanağının sağlanması talepleri yükseltilirken, komünist
gençlerin adada çok sevilmeye başlanan atletizm çalışmalarında şampiyon
olmaları gerektiği vurgulanıyordu.
KKK’nın ilk kongresinde
öne çıkarılan ve milliyetçi Rumlar ile enosisçilerin ağır eleştirilerine yol
açan bir başka hedef de şu şekilde ifade edilmişti: “Britanya’nın Kıbrıs’taki işgaline karşı alternatif, şu anda enosis
değil (ki bu hedef, sadece bujuvazi ve büyük toprak sahiplerinin çıkarlarına
uymakta olup, daha çok şovenist bir eğilim olarak mahkum edilmiştir), Üçüncü
Enternasyonal’in kurulması için çaba gösterdiği Sosyalist Balkan Federasyonu’na
bağımsız Kıbrıs’ın da katılmasıdır.”
Tartışmaların artması
üzerine 1927 yılında sırf bu konuyu görüşmek üzere olağanüstü bir kongre yapan
KKK, Yunanistan’la birleşme (enosis) konusunda bir açık tavır belirlemeden, “sömürgecilere karşı mücadelede birleşik
cephe” görüşünü destekleyeceğini duyurdu. Bu görüş zaten partinin kuruluş
tezlerinde yer almış ve daha sonra özellikle “Neos Anthropos” gazetesinde işlenmişti. Örneğin gazetenin 8 Ocak
1927 tarihli sayısında, Kıbrıs halkının birleşik cephesi konusunda şöyle deniyordu:
“Özgürlüğümüzü
elde etmemize ve İngiliz emperyalizminin köleleri olmamıza son verilmesine
kadar ekonomik olarak soluk alamayacağız. Ekonomik ve ulusal restorasyon için
ilk koşul olan Kıbrıs’ın yabancı boyunduruktan kurtarılması gerektiğine inanan
bütün partiler, çabalarını bu doğrultuya yöneltmelidir. Ama bu çabaların ürün
verebilmesi için, bu güçler birlik olmalıdır. Bütün İngiliz aleyhtarı unsurlar,
ki bunlar burjuva veya proleter, Rum veya Türk, Yunanistan’ı veya adanın
özerkliğini isteyenler olabilir, yabancı yönetime karşı işbirliği yapmalıdır.
Bütün görüşler bu nokta üzerinde buluşmaktadır. Birleşik Cephe fikrini ilk defa
öne atan Komünist Parti, İngiltere’nin Kıbrıs’ın ufkunu kara bir bulut gibi
gölgeleme tehdidinde bulunduğu bu kritik anda, herkesi, İngiliz emperyalizmine
karşı mücadele etmeye çağırmaktadır. Ancak sadece böylesi bir birleşik ve
azimli bir mücadele aracılığıyla İngiliz tahriğinin darbelerine karşı kararlı
bir şekilde duracak ve kurtuluşumuzu sağlayacağız. Birleşik, İngiliz aleyhtarı
cephe, İngiliz tehdidine karşı verilecek yanıtımız olmalıdır. Bu cephe, şu veya
bu nedenle İngiliz yönetimini istemeyen Kıbrıslıları, bütün sınıfları ve bütün
partileri kapsamalıdır.”
1927 yılının KKK
açısından bir diğer önemi de, İngiliz sömürge yönetinin aynı yıl içinde,
yığınları eğitmek ve sosyalizm ülküsünü yaymak için çalışan Kıbrıs soluna karşı
ciddi bir kampanyayı başlatmış olmasıdır. 1921’de kabul edilen “İsyana Teşvik
Edici Yayınlar Yasası”na dayanılarak, Lenin’in “Kratos ke Epanastasis” (Devlet ve Devrim) adlı eseri ile “Kokkino Proto Maia” (Kızıl 1 Mayıs)
gibi kitaplar yasaklandı. 11 Aralık 1928’e kadar yasaklanan sol yayınların
sayısı 15’e çıkmıştı. Komünistlerin artan etkinliğini kırmak amacıyla, 1928
yazında Ceza Yasası’nda yapılan değişiklikler üzerine KKK, 1 Ocak 1929’dan
itibaren daha çok yeraltı çalışması yapma kararı aldı. Parti gazetesi “Neos Anthropos”, yeni bir yasa ile
getirilen 200 liralık depozitoyu yatıramadığı için 27 Ağustos 1930’da yayımını
durdurmak zorunda kaldı. Ama kısa bir süre sonra, 15 günde bir çıkacak “O Neos Ergatis” (Yeni İşçi) adlı
gazetenin yayımına başlandı.
Aralık 1930’da Moskova’ya
yaptığı bir geziden dönen KKK Genel Sekreteri Vadilyotis, komünizm propagandası
yaptığı gerekçesiyle mahkemeye verildi, ama suçsuz bulunarak beraat etti. KKK,
Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi’nin 1931 baharında yaptığı 11.
Toplantı’da Komintern üyeliğine kabul edildi.
Kıbrıslı Rum
milliyetçilerin İngiliz sömürge yönetimine karşı 21 Ekim 1931’de ayaklanması
ardından, anayasa ortadan kaldırıldı ve siyasal faaliyet yasaklandı. Artan
baskılara rağmen çalışmalarını sürdüren KKK ile aralarında Kıbrıs İşçilere
Yardım Derneği’nin de bulunduğu 8 komünist örgüt, yapılan yeni yasa
değişikliklerinden sonra 16 Ağustos 1933’de yasadışı ilan edildi. Aradan bir
hafta geçmeden KKK liderleri Vadilyotis ile Skeleas, ülke dışına çıkarıldı. KKK
bu dönemde daha çok, işçilerin ekonomik örgütlenmesine ağırlık verdi.
1941 yılında siyasal
partilerin kurulmasına yeniden izin verilmesi ile, çalışmalarını illegal olarak
sürdüren KKK’nın aldığı bir karar üzerine, 14 Nisan 1941’de A.K.E.L. (Emekçi
Halkın İlerici Partisi kelimelerinin ilk harfleri) legal olarak kurulacaktır.
AKEL’in 1949’dan beri Genel Sekreterliğini yürüten Ezekiyas Papayuannu’nun
verdiği bilgilere göre, 1930’lu yıllarda Komintern ile bağlantısı kesilen KKK,
1944 yılında AKEL ile birleşmiş ve AKEL kendisini KKK’nin tek ve gerçek
devamcısı olarak ilan etmiştir. Yine Papayuannu, AKEL ile SBKP’nin ilk defa
temas kurmasının, kendisinin tedavi için Moskova’ya gittiği 1957 yılında
gerçekleştiğini açıklamıştır. AKEL, o sıralarda Moskova’da yapılmakta olan
Dünya Komünist ve İşçi Partileri Danışma Toplantısı’na, Papayuannu’nun
rahatsızlığı nedeniyle katılamamıştı. (Barış ve Sosyalizm Sorunları Dergisi,
Prag, Aralık 1972, s.1613)
Kıbrıs’ta yaşayan Türk
toplumu açısından konuya yaklaşıldığı zaman, durum şöyle özetlenebilir:
Programında Türklerden de söz eden KKK, Kıbrıslı Rum, Türk, Ermeni, bütün ada halkının ortak düşmanı olarak
nitelendirdiği emperyalizme karşı, eylem ve işbirliğini güçlendirme ve etnik
şovenizmi geriletme talebini yükseltmekteydi. Bilinen bilgilere göre, KKK’nın
Kıbrıslı Türklerle olan ilişkileri çok sınırlı kalmıştı. Önce bağımsızlık,
sonra da özerklik isteyen KKK ile enosisi savunan Rum milliyetçileri arasındaki
görüş ayrılıkları, partinin savunduğu “anti-emperyalist birlik cephesi”nin
oluşmasını engellerken, Kıbrıslı Türk emekçilerle olan ilişkiler de çeşitli
nedenler yüzünden geliştirilememişti. Bu nedenlerden belki de en önde geleni,
bilimsel sosyalist fikirlerin Türkler tarafından Türkçe olarak öğrenilmesini
sağlayacak yayınların yok denecek kadar az olmasıydı. Dil ve kültür ilişkileri
nedeniyle Türkiye’den olan etkilenme, Türkiye Komünist Partisi’nin yasaklanmış
olması ve Kemalizmin tek geçerli görüş kabul edilmesi yüzünden sınırlıydı.
Kıbrıslı Türk emekçilerin politik ve daha çok ekonomik olarak bilinçlenmesi,
daha sonraki yıllarda, Kıbrıs Türk işçi Birlikleri ile PEO’nun Türk Şubesi’nin
çalışmaları sonunda gerçekleşecekti.
Adada kuraklık ve
fakirliğin, kapitalist dünyada ise ekonomik bunalımın doruğa çıktığı bir
sırada, halk yığınları sosyalizm fikirlerine yönelmekte iken, Kıbrıs Türk
basını acaba Kıbrıs’taki komünist hareketi nasıl değerlendirmekteydi? Konuyla
ilgili bir yazıyı aktararak, yazımızı bitiriyoruz. Atatürk’ün emriyle
Ankara’daki CHP’nin gazetesi Hakimiyet-i Milliye’nin kasasından Kıbrıs’a
gönderilen ayda 500 lira (olayı aktaran Hikmet Bil’e göre bu, o zaman için
oldukça önemli bir paraydı – Bak.: Kıbrıs Olayı ve İçyüzü, İstanbul 1976, s.98)
mali destekle yayımlanan M.Remzi Okan’ın Söz gazetesinin 13 Ağustos 1931
tarihli sayısında çıkan ve Kemalizmin anti-komünist özelliğini yansıtan
“Sürüden ayrılanı kurt yer!” başlıklı makale şöyle:
“Son
birkaç haftadır Lefkoşada olduğu gibi diğer kaza merkezlerinde de Komonistler
beyannameler çıkarıyorlar ve esnafı Bolşevikliğe davet ediyorlar.
Biz,
Komonistlerin neşrettikleri beyannameleri tahlil ve teriç edecek değiliz;
yalnız bunları imza edenler arasında birkaç ta Türk ismi gördüğümüz için en
ziyade bunlarla meşgul olacak ve buna dair fikir ve kanaatımızı izaha
çalışacağız.
Komonist
hareketlerini bu memlekette körükleyenler Rumdur. Bunların hatipleri,
rehberleri ve muhabirleri hep Rumdur. Binaenaleyh buradaki Komonist cereyanı
Rum esnafının Rum sermayedarları aleyhine çevrilmiş bir hareketidir.
Rumların
kendi aralarında tertip edecekleri teşekküllerde ve birbiri aleyhinde
yapacakları hareketlerde az da olsa Türklerden birkaçının bulunması ve bu
hareketlere iştirak eylemesi pek tehlükelidir.
Çünkü
sevkı asabiyetle bu iki hizbin yani Bolşeviklerle sermayedarların çarpışmaları
ihtimali çok kuvvetlidir. Öyle bir zamanda birkaç Türkün bulunuşu meseleyi
büsbütün başka bir hale ifrağ edebilir ve bir Rum-Türk kavgası şekline
sokabilir.
Binaenaleyh
her hangi bir suretle iğfal ve Bolşevik listasına isimlerini yazdıran Türkler,
bilerek veya bilmeyerek kendi cemaatlarına pek büyük bir fenalık yapmış
olurlar.
Biliriz
ki Bolşevikte din ve milliyet yoktur; fakat bunu icat edenler bu fikri sırf
ahmakları elde etmek ve bunlardan faidelenmek için ortaya atmışlardır. Yoksa
hakikat-ı halde Moskova, Ankara ve Atinadan daha ziyade milliyetperverdir.
Bolşeviklere
yanaşan ve karışan Türklerin kimler olduklarını bilmiyoruz. Fakat kimler olursa
olsun bu hareketleri ile bizi gücendirdiler ve pek tehlükeli bir vaziyete
soktular.
Eğer
bunlar aklı başında ve yaptığını bilir kimseler olsaydı, iptida bu listada
Türklerden kimler bulunduğunu sorar, anlar ve ondan sonra kendi isimlerinin de
yazılmasına müsaade ederlerdi.
Memleketimize
göre bizim de büyüklerimiz, müderris ve muallimlerimiz vardır, bunlardan hiç
birisi Bolşevik listasına ismini yazdırmassa bunlar ne cesaretle kendi
başlarına iş yapıyor ve hepimizin başına iş açıyorlar.
Mahalli
Hükûmet, Leninin bilmem hangi kitabı okunmasın diye kanun yaparken o kitabın
birer sayfesi makamında olan Bolşevik beyannamelerini görüyor da sükût ediyor.
Hükûmetin
bu sükûtu çok manalıdır; ve ihtimal ki halkın karışması ve birbirine
geçmesinden fayda ümit ediyor. Fakat düşünmeliyiz ki biz burada akalliyette
kalmış bir cemaatız ve Hükümeti olduğu kadar Rum cemaatını da rencide etmek her
zaman bizim ziyanımızadır.
Rumca
gazetelerin şikâyetlerinden öyle anlıyoruz ki Bolşeviklerle teşriki mesai eden
60 kadar Rum muallim da vardır. Halbuki bir tek muallim yoktur. Bu bizim için
çok iyi bir nişanedir ve Kıbrıs Türk cemaatının Bolşevik hareketleriyle hiç bir
münasebeti olmadığına açık bir delildir.
Kendini
bilmeyen cahil bir iki Türk komonistlerin propagandasına kapılmış ve bizden
ayrılmışlarsa bunda cemaatımızın bir kusuru ve hatası yoktur.
Hata
varsa bizden ayrılan ve karanlık yollara sapanlardadır ki bunları da “sürüden
ayrıldıkları için hiç şüphe etmeyiz ki kurtlar yiyecektir.”
(“Kemal Cankat”
imzasıyla, Söz gazetesi, 6 ve 13 Kasım 1987)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder