Kıbrıs’ta yaşayan Rum ve Türk toplumları arasında,
İngiliz sömürge yönetimi zamanından beri gözetilen bir husus var: İki toplumun
işbirliği yaparak Kıbrıs’ın iç ve dış
düşmanlarına karşı ortak davranmalarını engellemek.
1878’de ada yönetiminin Osmanlılardan İngilizlere geçmesi
ardından oluşturulan Kavanin Meclisi’nde kurulan denge de, Rum oylarının Türk
ve İngiliz oylarının toplamıyla eşitlenmesi şeklindeydi. Yani Rum ve Türk
üyelerin birlikte davranabilecekleri düşünülemezdi. 1931’de Kıbrıslı Türk üye
Necati Özkan’ın Kıbrıslı Rumlarla birlikte oy kullanması bütün dengeleri
alt-üst ettiği için, Rumların milliyetçi bir başkaldırısı gerekçe gösterilerek, yasama meclisi
kapatılmış ve 1960’a kadar Kavanin Meclisi seçimleri yenilenmemişti.(1)
Kıbrıs Türk liderliğinin 1957 ve 1958 yılı içindeki
çeşitli provokasyonlarla İngilizlerin
taksim politikası doğrultusunda
Rum-Türk çatışmasını körüklemesi, Rumların adanın Yunanistan’a
bağlanması (enosis) talebinin İngiliz sömürge yönetimi tarafından
savuşturulmasında etkili olmuş ve sonunda Kıbrıs’ın 1960’da sözümona
bağımsızlığa kavuşması gerçekleştirilmişti. (2)
70:30 oranında Rum ve Türk katılımını getiren yeni Kıbrıs
devletinin yapısı, Anayasanın bazı maddelerinin işleyememezliği veya
işletilmesindeki isteksizlik yüzünden çok geçmeden tıkanmıştı. Cumhurbaşkanı
Makaryos’un sunduğu 13 maddelik değişiklik önerisinin Türkiye tarafından reddedilmesi, Aralık 1963
olaylarının patlak vermesiyle sonuçlanmış ve Kıbrıslı Türkler ortaklık
yönetiminden “Geçici Merhale Planı” gereği vazgeçmişti. (3)
Emperyalizm, Kıbrıs Cumhuriyeti'ne karşıdır
Soğuk Savaşın en kızgın yıllarında ve stratejik Doğu
Akdeniz bölgesinde yeni kurulmuş Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağlantısız bir dış
politika güdmesini, NATO’nun bölgedeki çıkarlarına bir tehdit olarak gören
İngiliz-Amerikan emperyalizmi de, bir an önce Kıbrıs Cumhuriyeti devletini ya
enosis yoluyla ortadan kaldırmayı, ya da
adayı iki NATO üyesi olan Yunanistan ve Türkiye arasında taksim ederek sorunu çözmeyi planlamaktaydı.
Adanın %3’lük bir kısmında oluşturulan Kıbrıs Türk
yönetiminin egemen olduğu bölgelerde, 1964 ile 1967 yılları arasında kapalı bir
baskı dönemi yaşanmasının ardından, 1968’de toplumlararası görüşmelerin
başlamasıyla birlikte, iki toplum arasında bir yumuşama dönemine geçilmişti.
1968’den 1974’e kadar, Türkler Rum bölgelerine girip çıkabilirken, Rumların
Türk bölgelerine girip çıkmasına Türk yönetimi tarafından izin verilmemekteydi.
Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıs Cumhuriyeti devletine sahip çıkarak, onun nimetlerinden
yararlanırken, Kıbrıslı Türkler de liderliklerinin politikası gereği, gün gele taksim planının hayata geçirilmesi
uğruna, ayrılıkçı yapılarını sıkıca korumuşlardı. Zamanın BM Genel Sekreterinin
Raporlarında bu konuda çok açık
değerlendirmeler yer almaktadır.
Zayıflıklar, hatalar
Ne yazık ki bu dönemde, Rum-Türk dostluğu ve işbirliğinin
geliştirilmesi için herhangi bir kalıcı çalışma yapılmamış ve tarafların
hatalarını saptama yolunda sağlıklı bir değerlendirmeye gidilememişti. Bunda en
büyük sorumluluk ve suç, şüphesiz Rum komünistlerinin AKEL partisindedir.
Birşeyler yapma çabası içinde olan AKEL Merkez Komitesi’nin tek Kıbrıslı Türk
üyesi Derviş Ali Kavazoğlu’nun sendikacı arkadaşı Kostas Mişaulis ile birlikte taksimci
Türk yeraltı örgütü tarafından 11 Nisan 1965’de öldürülmesi, çok yıkıcı oldu.
Bunu izleyen dönemde AKEL üyesi İbrahim Aziz ile Nureddin Seferoğlu’nun
oluşturduğu Kıbrıs Türk Vatanseverler Birliği’nin “Siyasi Bülten” yayınları ise
uzun ömürlü ve etkili olamadı. AKEL’in enosis politikasından henüz kopamamış
olması da, 1968 sonrasında Türkiye’de yetişen solcu Kıbrıs Türk yüksek öğrenim gençliğinin AKEL’e
mesafeli durmasını getirdi. Zaten AKEL’in 1958’deki kanlı tedhişle budanan Türk
Kolu, 1962’de Kıbrıs Türk liderliğine muhalefet eden haftalık Cumhuriyet
gazetesinin sahip ve yazarları olan Ahmet Gürkan ve Ayhan Hikmet’in ve 1965’de
Kavazoğlu ile Mişaulis’in öldürülmesi ardından pratik olarak yok olmuştu.
Taksim gerçekleşiyor, toplumların teması engelleniyor
Atina’daki faşist cuntanın Kıbrıs’taki Yunanlı subaylar
ve yerli işbirlikçileri eliyle Makaryos hükümetine karşı düzenlediği 15 Temmuz
1974 darbesi ve onu izleyen günlerde
Türkiye’nin 1960 Garanti Andlaşması’ndaki gerekçeleri öne sürerek, Kıbrıs’ın %37’sini
askeri denetimi altına alması ile adanın emperyalizmin planlarında öngörüldüğü
şekilde, Türk ve Rum bölgeleri olarak ikiye taksimi gerçekleştirilmiş oluyordu.
Kuzeydeki bölgede Kıbrıslı Türkler, güneyde ise Kıbrıslı Rumlar toplanırken,
her iki bölgede yaşayan karşı toplumdan kişilerin sayısı yok denecek sayılara
indirilmişti.
Türklerle Rumların, 1974 savaşı sonrasında bir ateşkes
hattı ile birbirinden ayrılmış olması, toplumlararası temasları imkansız hale
getirmişti. Gerçi her iki taraftaki egemenler, gerek İngiliz üs bölgesi Dikelya
ve ona yakın Pile gibi köyler üzerinden,
ya da ateşkes hattının belli yerlerinden kaçak mal değiş-tokuşu
konusunda işbirliklerini sürdürmeye devam ediyorlardı. Ama sıradan yurttaşların
biraraya gelip buluşması, ancak 24 Ekim 1988 tarihinde, BM Barış Gücü’nün Nobel
Barış Ödülü alması nedeniyle Ledra Palace Oteli Bahçesinde yer alan iki toplumlu bir kutlama töreninde
gerçekleşebilmişti.
Kıbrıslı Türk ve Rum solcu grupların, 1958’den bu yana
ilk defa bir araya gelerek 24 Eylül 1989’da
oluşturdukları Bağımsız ve Federal Kıbrıs için Temas Grubu ise üç
toplantı ve birkaç konferans ardından engellerle karşılaşmış ve herkese açık
olarak düzenlenen siyasal, sosyal, kültürel ve tıbbi etkinliklerin
gerçekleşmesinin önüne ayrılıkçı Türk liderliği tarafından yasaklar konmuştu.
Her ne kadar bu çalışmalar ardından, Rum ve Türk siyasal partileri karşılıklı temaslarını
başlatmışlarsa da, bunlar da çeşitli nedenlerle herhangi bir kalıcı birliktelik
oluşturamadan, birer iyi niyet girişimi olarak kalmışlardır.
Temaslar, kitlelerin yararına olmalı
Adanın bağımsızlığını sağlamak ve gelecekte federal bir
çatı altında yeniden işbirliğini hayata geçirmek üzere biraraya gelmesi gereken
siyasal gruplar, her zaman Kıbrıs Türk
liderliğinin tepkisini çekmiş ve temas çabalarına yasaklarla yanıt verilmiştir.
Öte yandan, ABD’nin Lefkoşa’daki
görevlileri aracılığıyla, son 5-6 yıldır yoğun olarak sürdürülen “Conflict Resulution”
(Uyuşmazlıkların Çözümü) gruplarının temaslarına çeşitli kolaylıklar sağlanması
gözden kaçmamaktadır. Dönem dönem, bu tür toplantılara katılanlar, liderlik
tarafından ajanlık suçlamasıyla karşılaşmış olsalar bile, Lider Denktaş’ın da
bir TV konuşmasında belirttiği gibi,
aralarına gerçek ajanlar yerleştirildikten sonra temasların devamında bir
sakınca görülmemeye başlanmıştır. (Aralık 1997'deki AB'nin Lüksemburg
kararından sonra, Kıbrıs Türk liderliği, adada yapılan CR çalışmalarını da
yasaklayınca, bu tür temaslar ülke dışına kaydırılmıştır.)
Her iki toplumdan sınırlı sayıda kişi ve grupları hedef
alan bu tür iki toplumlu çalışma gruplarında, daha çok sorunun özüne yönelik
olmayan tali konuların tartışıldığı gözlemlenmektedir. Elde edilen sonuçların
kamuoyuna açıklanmayarak, ABD Dışişleri Bakanlığı’na bağlı belli bazı
merkezlere iletilmekte oluşu da bu toplantılardaki amacının kuşkuyla
karşılanmasına yol açmaktadır. (4)
Kıbrıs sorununun konfederal bir çözüme kavuşturulmasını
amaçlayan İngiliz-Amerikan emperyalizminin ayrılıkçı amaçlarına dolaylı veya
dolaysız olarak hizmet eden bu tür
buluşmaların da ötesinde, sıradan Kıbrıslıların hiçbir kısıtlama olmadan
özgürce biraraya gelip, buluşması,
tartışması ve ortak bir çıkış yolu bulmalarının, aradan geçen bunca yıldan
sonra bir zorunluluk haline geldiği kanaati yaygındır. Üyesi olunmak istenen
Avrupa Birliği’nin yetkilileri de, adadaki toplumlararası temasların gerekliliğini kavramış durumdadır.
Ama onlar da aynı Amerikan yöntemlerini uygulayarak, dar kapsamlı ve belli
"elit" kesimleri hedef alan
temaslardan yana olagelmişlerdir. Oysa ki gerek Türk ve Rum
sendikacıların 2. Forumu'nda, gerekse
Hala Sultan Tekkesi ve Apostolos Andreas Manastırı ziyaretlerinde de
görüldüğü gibi, kitleler kapalı kapılar ardında tartışmayı değil, özgür bir
ortamda yurtlarını dolaşmak ve karşı toplumdan insanlarla konuşup kaynaşmak
isteğindedirler.
Anlaşılan odur ki, bir yandan geniş halk kitlelerinin
kaynaşması için çeşitli olanaklar yaratılırken, öte yandan da konunun özüne
ilişkin olarak belli siyasal görüşteki grupların buluşup tartışmasının
önkoşullarını yaratmak gerekmektedir. Özellikle
solcu grup ve partilerin biraraya gelip tartışmalarına konan engellere
bakıldığı zaman, gerek yerli egemenlerin, gerekse dış emperyalist güçlerin, bu
tür temaslara hoşgörü ile bakmadıkları açıkça ortaya çıkmaktadır. Nitekim bu
husus, ABD’de yayımlanan “International Yearbook of Communist Affairs” adlı
yıllıklarda da dile getirilmiş bulunmaktadır. (5)
Bu güçler pek de iyi biliyorlar ki, Kıbrıs halkı için
gerçek kurtuluş ve çözüm yolu, her iki toplumdan sosyalist güçlerin
oluşturacakları güç ve eylem birliğinden geçmektedir.
Gerçek ve kalıcı çözüm
Gerçek ve kalıcı çözümü sağlayacak olan Bağımsız ve
Federal bir Kıbrıs, ancak ve ancak Rum
ve Türk sosyalist Kıbrıslıların eseri olacaktır. Emperyalizm ve yerli
işbirlikçileri, onyıllardır gerçekleşemeyen böylesi bir mücadele cephesinin
oluşmaması için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Ama suçu biraz da Kıbrıs’ın
sosyalist güçlerinde aramak gerek. Çünkü onlar da bu konuda ya çok pasif
kalmışlar, ya da baskılar ve
engellemeler karşısında yeterince
direnememişler ve işi savsaklamışlardır. O halde Kıbrıslı her iki toplumdan
sosyalistler, önce kendi içlerinde, sonra da birlikte, bir durum değerlendirmesi
yapıp, bu konuda bir an önce bir
mücadele stratejisi belirlemelidirler. Toplumlararası temaslar, ancak bu
yaşamsal amaca hizmet ettiği takdirde bir anlam ifade edecektir. Gerisi
turistik seyahat ve diplomatların hanesine yazılan olumlu birer puvan olarak
kalmaya mahkumdur.
Notlar:
(1) Ayrıntılar için bkz. A.An, Kıbrıs Türk Liderliğinin
Oluşması (1900-1942), Lefkoşa 1997
(2) Daha fazla bilgi için bkz. A.An, Kıbrıs'ta Fırtınalı
Yıllar 1942-1962, Lefkoşa 1996
(3) Tam metin için bkz. G.Clerides, Cyprus: My
Deposition, 1.Cilt, s.466-472, Lefkoşa, Mart 1989
(4) Bkz. A.An, Uyuşmazlıkların çözümü mü? Sürdürülmesi
mi?, Sosyalist Gözlem, Lefkoşa, Ocak 1994, Sayı:7
(5) Bkz. A.An, ABD'nin Kıbrıs Türk Solu'na bakışı,
Sosyalist Gözlem, Lefkoşa, Sayı:5, Ekim 1993
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder