17 Mayıs 2015 Pazar

“GARANTİLİ BAĞIMSIZLIK”IN 40. YILI


İngiliz gazeteciler Brendan O’Malley ile Ian Craig tarafından 1999 yılında yayımlanan “The Cyprus Conspiracy”(Kıbrıs Komplosu) adlı kitapta yer alan konuyla ilgili bilgileri, aslına sadık kalarak Türkçeye çevirdik ve aşağıda okuyucularımıza sunuyoruz:
Rum EOKA tedhiş örgütü, 1 Nisan 1955 günü, Kıbrıs adasını Yunanistan’a bağlamak hedefiyle adadaki İngiliz sömürge yönetimine karşı tedhiş eylemlerine başlamıştı.
“İngiliz polis makamlarına, tedhiş yapanlar hakkında bilgi veren Rumların EOKA tarafından öldürülmesinden korkan Kıbrıslı Rumlar, polis yazılmaktan korkmaktaydılar. Bunun yerine Kıbrıs Türk liderliğinin teşviki ile yardımcı polis kadroları sadece Kıbrıslı Türklerden oluştu ve Türklerin gittikçe daha fazla İngilizlerden yana tavır aldıkları görüntüsü ortaya çıktı. Güvenlik güçlerine karşı girişilen eylemlerde Kıbrıslı Türklerin öleceği kaçınılmazdı. Savunma yetkilileri, etnik gruplar arasındaki çarpışmaların patlayıcı bir durum yaratacağı ve “Kıbrıs’ın bir üs olarak kullanılmasında önemli uygunsuzluklar yaratacağı” uyarısında bulundular.

TÜRK-RUM ÇATIŞMASI NASIL BAŞLATILDI?
Nisan 1956 sonunda, bir Kıbrıslı Türk çavuş, Kıbrıslı Rum bir polisin yardımına gittiği zaman öldürülünce, Kıbrıslı Türkler Lefkoşa’nın Rum kesimine saldırıp, dükkanları yaktılar, yağmaladılar. (The Times,, 23.4.1956) Mayıs’ta bazı Kıbrıslı Türk polisler ile yardımcı polisler, günlük ateş açma olayları ve toplumlararası çatışmalarda öldürüldüler. Lefkoşa yakınlarındaki bir köyde, bıçak ve değneklerle meydan çarpışması oldu. Saman balyaları ve binalar ateşe verildi. Motosiklet süren bir Kıbrıslı Türk polis, kürekle öldürüldü. O gün, Lefkoşa itfaiyesi yakılan Kıbrıslı Rumların dükkanlarını söndürmek için 15 defa çağrıldı. Lefkoşa kaymakamı, Kıbrıslı Rumlar ile Türkler arasında yeni çarpışmalar çıkarsa, kentin sürekli kalacak tel örgülerle ikiye bölünerek, iki tarafın derhal birbirinden yalıtlanmasının sağlanacağını duyurdu. Bir kahvehanede başka bir Kıbrıslı Türk polisin vurulması, sopalı ve bıçaklı yeni çarpışmalara yol açtı. 29 Mayıs günü yapılan cenaze, bir isyana dönüştü ve öfkeli kalabalık ellerinde bıçak ve sopalarla bir fabrikaya saldırdılar ve orada bekçilik yapan bir Kıbrıslı Rumu döverek öldürdüler.
Amerikalılar, adadaki etnik gerginliğin, Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkileri etkileyeceğinden korktular. Atina’daki Dışişleri Bakanı, Kıbrıs konusunda daha sert bir tutum alınması talebi karşısında istifa etti ve Başbakan Karamanlis konuyu sonbaharda BM’e götürme sözü verdi. Eisenhower, Makarios ile görüşmelere yeniden başlanması için baskı yaptı. Ama Eden, Türkiye ile olan gizli anlaşmaya halel gelmemesini istediğinden, daha fazla taviz veremeyeceğine inanmaktaydı. (Richard Lamb, The Failure of the Eden Government, London 1987, s.40) Eden, Eisenhower’e, Türklerin enosise şiddetle karşı olduklarını söyleyerek, onlara daha fazla taviz verilmesi halinde, Orta Doğu güvenliğinin bundan ciddi şekilde etkilenebileceğini söyledi. Amerikalılar, İngilizlerin Türkiye’yi kullanarak, Amerikan etkisi  ile rekabet halinde olduğu Ortadoğu’daki durumunu güçlendirmek istemesinden kuşkulanmaktaydı.
Kıbrıs’la ilgili uzun erişmli stratejik gereksinimlerle ilgili değişikliklerin kavranması, Eden’e manevra etmek için biraz yer sağladı. Genel Kurmay’daki yetkililer, o anda Kıbrıs’ın askeri yönden “terkedilemez” olmasına karşın, bunun daima böyle olmayabileceğini ifşa etmişlerdi. (İngiliz Genel Kurmay Tutanakları, COS56 231, 14.6.1956) Nükleer gücün geliştirilmesi, İngiltere’nin Ortadoğu’daki petrole olan bağımlılığını durdurabilirdi ve uzun menzilli nükleer bombardıman uçakları ve balistik füzeler, uzun vadede askeri bir üssün gerektirdiği şeyleri değiştirebilirdi. (İngiliz Genel Kurmay Tutanakları, COS56 14, 4.1.1956)
EOKA’yı yok etme yeteneğine olan inancını yitirmekte olan Vali Harding, bu olanağı yakaladı. Baskıyı azaltmak için ileriki bir tarihte yapılacak olan kendi kaderini tayin önerisini sunmak istiyordu. Bakanlar, Türkiye’nin yapılacak öneriye ilişkin olarak gizlice görüşünün sorulması konusunda anlaşmışlardı. Öneri şuydu: Liberal bir anayasa, 10 yıl uygulandıktan sonra, NATO’nun üçte iki çoğunluk oyuyla, Kıbrıs’ın uluslararası statüsündeki bir değişiklik durumunun, Batının bölgedeki savunma sorumlulukları ile uyuşup uyuşmadığına karar verilecekti. Atina’ya danışılmamıştı. Ama Türkiye ile olan görüşmelerden sonra, öneri, İngiltere’ye iki üs bölgesinde sürekli egemenlik sağlayacak şekilde değiştirildi. Türkiye’nin İngiliz üslerini kullanmasına ve bölgedeki savunma sorumluluklarının gerektireceği fazladan kolaylıklara izin verilecekti. Ama bunlar da Ankara’nın destek vermesini sağlayamadı, çünkü Türkiye’nin çıkarları sadece uzun erimli değil, sürekli idi. (İngiliz Kabinesi Tutanakları, CM56 44, 19.6.1956) İngiltere’nin Ortadoğu’daki çıkarları azalabilirdi, ama ada daima Türkiye’nin güney kanadı için bir giriş kapısı olabilirdi. Türkler, adanın Yunanlıların veya başka düşmanların eline düşmesi tehlikesini göze almaya hazır değillerdi. Türkleri reddetmek istemeyen Eden, adanın statüsünün uluslararası anlaşma ile güvence altına almak için yapılan bütün çabalardan vazgeçti. 12 Temmuz’da Lord Radcliff Kıbrıs’a gidecek ve  iki toplumun temsilcileri ile danışarak, onlar ne derlerse desinler, bir anayasa hazırlayacaktı.” (s.35-37)

BİRGİ: “TEK YOL ADANIN TAKSİMİ”  
“Lord Radcliffe tarafından hazırlanan anayasa önerileri Aralık 1956’da akamete uğratıldı. Eden, Radcliffe’in Kıbrıslılar için sadece içte özyönetim (kendi kendilerini yönetmeleri) için kabul edilebilir bir sistem geliştirmesini istemişti. Radcliffe, yasama meclisinin Rum çoğunluğun elinde olmasına izin verirken, Türkleri özel olarak etkileyecek bütün yasaların üçte ikilik bir çoğunluk oyu tarafından onaylanmasının gerekli olmasını önermişti. Özyönetimde anlaşma olmasının hemen ardından, bütün iç sorunlarda Kıbrıslı bakanlara iktidarın devredilmesini teklif etmişti. Ama İngiltere Dışişleri Bakanlığı, Ankara’yı “kendi tarafı”nda tutmaya çok istekliydi ve 30 Kasım günü Londra’da Türkiye Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden Nuri Birgi’ye verilen özel yemekte verilen sözler, Radcliffe önerilerinin Rumlar tarafından kabul edilmesi şansını yok etti. Birgi ve memurları, Kıbrıs üzerindeki Yunan hareketliliğine son vermenin tek yolunun, pratik ve nihai olacak bir çözüm şeklinin hazırlanması, yani adanın taksim edilmesi olduğunda israr ettiler. Lloyd, Birgi’ye, kendi kaderini tayin için zamanın gelmesi halinde,  nihai olarak taksimi getirecek bir düzenlemeden Türklerin memnun olup olmayacaklarını sordu. Birgi, nihai anlaşmanın ne kadar erken olursa, o kadar iyi olacağını söyledi. (İngiliz Dışişleri Bakanlığı Belgeleri, FO 371/124021) Lennox-Boyd, Radcliffe önerilerini Avam Kamarasında açıkladığı zaman, Kıbrıs sorununun adanın bölünmesiyle çözümlenebilme olasılığını da ilk kez kamuoyu önünde açıklamış oldu. Lennox-Boyd parlamenterlere yaptığı konuşmada, kendi kaderini tayin için koşulların uygun olduğu zaman, bunun öyle bir şekilde uygulanacağını belirtti ki, Türk toplumu da, kendi geleceğinin statüsüne karar verirken Rum toplumundan az olmayacak şekilde özgür olacaktı. Boyd şöyle konuşmuştu: “Bir başka deyişe...nihai olasılıklar arasında taksim de bulunmalıdır.” 
Bu, Kıbrıs’taki İngiliz yönetiminin devamı için Yunan muvafakatını almak için Ankara’yı Atina’ya karşı kullanmanın yeni bir girişimiydi. Birgi ile toplantının yapıldığı aynı günde, General Keightley ve Ortadoğu Savunma Eşgüdüm Komitesinin diğer üyeleri, genel kurmay yetkililerini uyararak, “adanın taksim edilmesi aleyhinde (yazarların vurgulaması) yoğun askeri gerekçeler bulunduğu”nu (İngiliz Genel Kurmayı Komite Tutanakları, COS56 426) söylerken, Lennox-Boyd’un kendisi de kabineye gizli olarak verdiği bir bilgide, taksim konusunun, “adaya üs olarak gereksinim bulunmamasına kadar gündeme gelmeyeceğini” söyledi. Bu durumda bile, taksim konusu, İngiliz egemenliği altında kalmaları için Kıbrıslılara çağrı yapılmazdan önce, bir alternatif olarak önlerine konmayacaktı. Lennox-Boyd, yeni anayasanın yardımıyla ve -taksim tehdidinin etkisiyle- böylesi bir tercihi ifade edebileceklerini düşünmüştü. Beklendiği şekilde Rumlar Lennox-Boyd’un taksimle ilgili demecinden öfkelendiler ve Radcliffe önerilerini derhal reddettiler. EOKA Türk emellerine benzin döktü. Türkler, önerilen parlamentoda iki toplum için eşit temsiliyet isteyerek, kendi meselelerini daha da ilerlettiler ve Türkiye’nin kendi güvenliği için Kıbrıs’ta bir dış mevziye gereksinimi olduğunu gerekçe göstererek, 28 Aralık’da taksimin tek çözüm yolu olduğunu söylediler. (s.47-48)

BERMUDA’DAKİ AMERİKAN-İNGİLİZ DORUĞU
“Harold Macmillan, Bermuda adasına uçarak, (21) Mart 1957’de Eisenhower ile görüştü ve bu görüşmeler, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana iki ülkenin kurduğu en yakın ilişkiydi. Tartışılan anahtar konulardan bir tanesi de Kıbrıs’tı.
Amerika uzun bir süreden beri, Kıbrıs’la ilgili politikasını değiştirmesi için İngiltere’ye baskı yapmaktaydı. Eisenhower, 1954 yılında Churchill’e yazdığı kişisel bir mektupta, İngiltere’nin Kıbrıs politikasının, Yunanistan’ın “mantıklı ve barışma yanlısı”“ davrandığına inanan Amerikan kamuoyu üzerinde yaptığı etkilerden duyduğu endişeleri dile getirmişti. Dulles, Haziran 1956’da, Eden’in Türkiye’ye kendi kaderini tayin konusunda veto hakkı vermek istemesine karşı çıkmıştı. (ABD Açıklanmış Belgeler, Cild:1989, fiş no.001094, Beyaz Saray Mektubu, 20.8.1954; 001479, 22.6.1956, Dulles Belgeleri) İngiliz diplomatları, en azından bir üst düzey Amerikan askeri kaynağının, Süveyş felaketinden sonra Kıbrıs’ın stratejik öneminin sadece NATO amaçlarıyla sınırlı olduğuna ve İngilizlerin adayı kendi yapacakları harekatlar için artık bir üs olarak kullanamayacaklarına ve Bağdat Paktı için bile değerinin tartışılabildiğine inandığını öğrenmişlerdi. Amerikalılar kesinlikle adanın, Süveyş olayında olduğu gibi, kendi çıkarlarına ters düşen bir şekilde kullanıldığını görmek istememekteydi.

MACMİLLAN TAKSİMDEN YANA
Macmillan Başbakan olur olmaz, Lloyd ve Savunma Bakanlığına verdiği talimatlarda, acil olarak adada alternatif düzenlemeler için çalışmalar yapılmasını istedi. Lloyd taksim olasılığına bakarken, Savunma Bakanlığı da, Kıbrıs’ın bir kısmının üs olarak elde tutulmasıyla, İngiltere’nin askeri gereksinimlerine hizmet edilip edilemeyeceğine baktı. Macmillan,  çok geçmeden, Cebelitarık’ta olduğu gibi, uzun süreli kira veya egemenlik yoluyla, bir hava alanının İngiltere’nin işini görmemesi için hiçbir neden olmadığına ilişkin Amerikan argümanının haklılığına inandı. Macmillan günlüğüne yazdığı 15 Mart tarihli notta şöyle demekteydi: “Bu şekilde Rumlar ve Türkler, adanın geriye kalan kısmını kendi aralarında taksim edebilirler.” (İngiliz Genel Kurmay Tutanakları COS56 435; Harold Macmillan, Riding the Storm, London 1971, s.22)
...22 Mart’ta, Eisenhower ile Macmillan arasında yapılan hayati öneme haiz Bermuda doruk toplantısının ikinci gününde, Londra’daki kabineye iletilen bir mesajda, ABD Başkanının Kıbrıs konusunu Yunan Hükümeti ile görüşmeyi önerdiği ve Macmillan’ın “ABD’yi kendi niyetlerimizden haberdar etme ve Makarios’un serbest bırakılmasının duyurulmasının hangi koşullarda yapılacağı konularında bilgilendirmeye istekli olduğu” bildirilmekteydi. (İngiliz Kabine Tutanakları, CC57 22, 22.3.1957) (s.49-50)
...29 Mart günü Makarios Şeysel adalarındaki sürgünden serbest bırakıldı, ama adaya girmesi yasaklandı. Macmillan, Kıbrıs’taki İngiliz egemenliğine son verip, sadece askeri üslerde egemenliğini sürdürmeyi düşünmekteydi.
Eylül 1957’de İngiliz Dışişleri Bakanlığı, ABD ile gizli görüşmeler yaptı ve burada Amerikalılar, garantili bağımsızlık temelinde bir çözüm önerdiler. İngiltere, halkının isteğine rağmen adanın bütününü artık elinde tutamayacağını kabul etmişti.

AMERİKAN FORMÜLÜ: “GARANTİLİ BAĞIMSIZLIK”
“Amerikalıların ana endişesi, NATO’daki müttefikleri arasındaki zararlı bir çatışma kaynağını ortadan kaldırmak ve adanın Batılı ittifak için kullanılırlılığını korumaktı. Taksim ve enosisin her ikisi de Yunanistan ve Türkiye arasında savaş tehlikesini getirdiğine göre, Amerikalıların en çok tercih ettikleri çözüm, bir çeşit garantili bağımsızlıktı. Haziran’da yeni atanan NATO Genel Sekreteri Spaak, ki Belçika’nın eski Dışişleri Bakanlarından olan bir sosyalistti, Kıbrıs’ın bağımsız olması, ama başka ülkelerle birleşmesinin yasaklanması gerektiği fikrini öne sürerek görüşmelere girişti. Belli bir süre sonra Kıbrıs’ın statüsü yeniden gözden geçirilecekti. Dışişleri Bakanlığı yetkilileri Spaak’ın, konuşurken kendi planına tamamiyle destek verdiklerini söylediği Amerikalılar tarafından etki altında bırakıldığına inandıklarından şikayet etmekteydiler. (İngiliz Sömürgeler Bakanlığı Belgeleri CO926/626, Telgraf 586, Dışişleri’nden Paris’e, 20.6.1957; Telgraf 1319, 21.6.1957; Evangelos Averoff-Tossizza, Lost Oportunities: The Cyprus Question, 1950-63, New York, 1986, s.141) Dışişleri Bakanlığı bağımsızlığa güçlü bir şekilde karşı çıktı. Çünkü Kıbrıs Makarios veya daha kötüsü halk tarafından sevilen komünistler tarafından yönetilecekti.  (İngiliz Kabine Tutanakları C57 161, 9.7.1957)
Amerikalılar, taviz vermeleri için Yunanlıları korkutmaya çalıştılar. Atina’daki Amerikan Büyükelçisi George Allen, Yunan Dışişleri bakanı Avangelos Averoff’a, İngilizlerin adadan ayrılmaya karar verdiklerine ilişkin göstergeler bulunduğunu ve Yunanistan ile Türkiye’yi aralarında adayı taksim etmeleri için yalnız bırakacağını söyledi. Averoff hatıratında bunu şöyle yazmaktadır: “Amerikalılar bunun Yunan hükümeti için ne anlama geldiğini anlayıp anlamadığı konusunu merak etmekteydiler. Gerçek tehlikenin doğması halinde de, bunu engellemek için birşeylerin yapılması gerektiğini düşünmeden de edemediler.” Ama Karamanlis de o sıralardaki milliyetçi duygulara karşı duramayacaktı.
Londra’da Macmillan, Kıbrıs için “zorunlu askeri gereksinimlerimizi güvence altına almak ve sömürgeye olan sorumluluğumuzu azaltmak” için kendi planını hazırlamaktaydı.  Bağdat Paktı’na destek ve genel olarak Ortadoğu ve İran Körfezi’ndeki savunma amaçları için bir hava üssünün kullanımını devam ettirme ve başka bir yerde sağlanamayacak olan istihbarat ve propaganda olanaklarını koruma gerekliliğine inanmaktaydı. Macmillan, bu gereksinimlerin, erken uyarı radarları, elektronik casusluk cihazları ve haberleşme tesislerinin üslenmesi için gerekli olacak Ağrotur-Piskobu, Dikelya-Bergama, Greko Burnu ve başka bazı yerlerdeki tesislerdeki küçük enklavlar üzerinde sadece İngiltere’ye ait olacak olan egemenliğinin korunmasıyla karşılanabileceğine inanmaktaydı. Ekonomik endişeler ve Amerika’nın baskılarıyla hareket eden kabine, bütün ada üzerinde egemenlikte ısrar yerine, askeri üs bölgeleri üzerinde egemenliği koruma şeklindeki politikaya geçiş yaptı. (Macmillan, Riding the Storm, s.660; İngiliz Kabine Belgeleri C57 161, 9.7.1957)

KONDOMİNİYUM ÖNERİSİ
İşin zor yanı, ada İngilizlerin askeri bakış açısına göre, güvenilir ellerde tutulurken, adanın geriye kalan kısmında barışı koruma yükünün bölüşülmesi için bir yol bulmaktı. Macmillan, üsler dışındaki bölgenin üç egemen güç tarafından atanacak bir valinin yönetimi altında İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’nin kondominiyumuna (ortak yönetimine) teslim etmeyi önerdi. İngiltere, Yunanistan veya Türkiye yurttaşı olmayacak olan vali iç güvenlik, savunma ve dış ilişkileri denetleyecekti. Kimin atanacağı konusunda anlaşmazlık olması halinde, kimin atanacağı konusunda son sözü NATO söyleyecekti. Savunma konusundaki sorumluluk, üç egemen güce düşecekti, ama hepsi de NATO üyesi olduklarından, “onlar da adanın savunması için ilgi duymaları için Kuzey Atlantik Konseyi’ne bakmaları akla yakın olacaktı.” İç güvenlik için, vali, eşit sayılarda İngiliz, Türk ve Yunan askerlerinden oluşacak bir gücü çağırabilecekti. Radcliffe’in önerileri, adanın İngiltere’ye ait olmayacak kısmının kendi kendini yönetmesi için temeli oluşturacaktı. (İngiliz Kabine Tutanakları CC57 51, 11.7.1957)
...Yunanistan ve Türkiye’nin işbirliğinden yana olmadığı anlaşılınca, İngiliz Dışişleri Bakanlığı, Kıbrıs girişimi için olası seçenekleri gözden geçirmek için, 12 Eylül 1958’de Londra’daki ABD Büyükelçiliği’nde Amerikalı yetkililerle ayrıntılı gizli tartışmalar yaptılar. Macmillan kendi planı için Amerikan desteğini sağlayacağını ümit etmekteydi, ama Amerikalıların ciddi kuşkuları vardı. (İngiliz Sömürge Bakanlığı Belgeleri CO926/627, Telgraf 811, 12.9.1957; Telgraf 274, Paris’ten Dışişleri’ne) Amerikalılara göre, egemenlik paylaşılacağına ve anlaşmazlık başvuruları NATO’ya yapılacağına göre, kondominiyum planında son yetkinin nerede olacağına ilişkin belirsizlik vardı. Bunun yerine, Radcliffe-tipi kendi kendini yönetim getirecek bir geçici dönem ile ulaşılacak olan bir garantili bağımsızlık sistemini tartıştılar. Radcliffe, sadece Kıbrıslı Türkleri etkileyecek konularda üçte ikilik bir çoğunluğu gerektirecek olan ve Kıbrıs Rumlarının çoğunlukta olacağı bir meclisi önermekteydi. Bu düzenleme bir dizi NATO gücü tarafından garanti altına alınacaktı ve sadece karşılıklı anlaşma ile değiştirilecekti. İngilizler, geçici yapısı nedeniyle, bunun entrikalarla geliştirilmesinin Yunanistan ve Türkiye’yi teşvik edeceğini düşünmekteydi. Böylece gerginlik devam edecek ve İngiliz sorumlulukları da pek azalmayacaktı. Ayrıca, tridominiyumun,  komünist fesata karşı, demokratik bir hükümete kıyasla daha ciddi bir engel sunacağını düşünmüşlerdi. (İngiliz Sömürge Bakanlığı Belgeleri CO926/927.141, İngiliz ve Amerikan yetkilileri arasındaki gizli görüşmelerin raporu)  (s.54-56)
“...Grivas, solcu muhalifleri üzerine ürpertici saldırılar düzenlemekteydi. (İngiliz Kabine Tutanakları CC58 4, 6.1.1958) Sendikacıların öldürülmesi -bir tanesi kilise bahçesindeki ağaca bağlanmış ve karısının gözleri önünde ölünceye kadar dövülmüştü- büyük sokak gösterilerine ve solcuların ada çapında protesto grevleri yapmalarına yol açmıştı.” (s.57)

AYRICA TÜRK VE NATO ÜSLERİ
“Kıbrıs’ta vali Foot döneminde yönetici sekreteri olarak çalışmış olan John Reddaway’e göre, belli bir süreden sonra, Kıbrıs’a kendi kaderini tayin hakkının tanınması koşullarından biri de, olası bir Türk üssü de içinde olmak üzere, adada NATO’ya üsler verilmesinin öngörülmesiydi. İngiliz Dışişleri Bakanlığı, bunu inkar etmekteydi. (J.Reddaway, Burdened with Cyprus: The British Connection, London 1986, s.104)

TÜRKLERİN ÖFKE VE TELAŞI
Foot adanın gelecek statüsü üzerinde Yunan vetosuna izin vermenin Türkler üzerinde yapacağı etkiyi önceden göremedi. Öfke ve telaşa kapılan Türkler, toplumsam özerklik veren Foot’un planının her maddesine karşı çıktıklarını duyurdular. Türkler, İngilizlerin denetimi devretmeleri öncesinde, en azından kendilerine taksim güvencesi verilmeden , kendi egemen üs bölgelerine geri çekilmelerine karşıydılar. Ayaklanmalar, Lefkoşa’nın Türk kesimini tutuşturdu. Kalabalıklar, “Ya Taksim, Ya Ölüm” ve “İngiliz katilleri halkımızı öldürüyor” sloganlarını taşıyarak sokakları doldurdular. En az beş Kıbrıslı Türk, güvenlik güçlerinin harekete geçmesi üzerine hayatını kaybetti. Foot, “anlaşmazlık, müttefikler arasında çözümlenemezse, hepsinin de hiçbir amaca hizmet etmeden cehenneme gidecekleri konusunda uyarıda bulundu.” (The Times, 8.2.1958)
Bu arada Foot ile Lloyd Ocak 1958’de, Bağdat Paktı toplantısı için Ankara’yı ziyaret ettiler ve Vali Foot’un planının geleceğinin olmadığını gördüler. Türkler, Ankara’da, herhangi bir siyasal gelişme konusunda anlaşma sağlanmadan, federal bir anayasa üzerinde ısrarlıydılar ve Kıbrıs’ta derhal bir üs elde etmek istiyorlardı. (İngiliz Sömürgeler bakanlığı Belgeleri, CO926/627.185; İngiliz Kabine Tutanakları CC58 12, 28.1.1958) (İngiliz) Bakanlar böylesi bir üssün, adaya daha fazla silah taşınması için kullanılacağından ve daha çok çatışmayı körükleyeceğinden korktular. Adanın gelecek statüsü  ile ilgili Türklerin veto hakkı, planın Karamanlis tarafından da kabul edilmemesine yol açtı ve girişim suya düştü. (İngiliz Kabine Tutanakları CC59 14, 4.2.1958)
Macmillan’ın sabrı tükenmekteydi,. 14 Şubat’ta Lefkoşa havaalanında Foot ile yaptığı bir görüşmede, Atina veya Ankara’nın muhalefetine veya adadaki tedhişe bakmadan, bir planın seçilerek uygulanması için zamanın geldiğine karar verdi. Bunun şimdi artık Amerikan desteği sağlanmadan gerçekleştirilemeyeceğini anlamıştı. (Hugh Foot, A Start in Freedom, London 1964, s.165)   
...İngiltere kabinesi, Mayıs ortasında yaptığı bir toplantıda, Foot planında öngörüldüğü gibi, İngiliz askerlerinin sayısının planlandığı gibi azaltılması halinde, 7 yıllık bir geçici süre için bile olsa Kıbrıs’ta barışı korumalarının “askeri açıdan kabul edilemez” olduğu konusunda uyarıda bulundu. Hükümet, Kıbrıs’ın geleceği ile ilgili olarak 19 Mayıs günü geniş bir açıklama yapacaktı, ama Macmillan’ın önerecek başka hiçbir önerisi kalmamıştı. Açıklamanın yapılması, NATO konseyinin yapacağı toplantıda gizli olarak bir planın sunulması ve onaylanmasının güvenceye alınması için zaman kazanmak üzere ertelendi.
Lloyd’a verilen talimata göre, Kopenhag’ta yapılacak olan NATO toplantısında, Dulles’ın, ilk sunulan tridominiyum planınına destek vermesi ve işbirliği yapması için Yunanistan’a baskı uygulamada yardımcı olması istenecekti. Macmillan, Lloyd’a, Dulles’ı etkilemesini, bunun iyi ve hatta asil bir plan olduğunu, Batılı ülkelerin daha büyük tehlikeler karşısında kendi aralarındaki eski görüş ayrılıklarını yok edebileceklerinin bir örnek oluşturduğunu, kendi yurttaşlarını ve geriye kalan dünyayı ikna edebilmek için büyük miktarda risk alıp, bütün çabayı göstermeye hazır olduğunu söylemesini istedi.(Macmillan, Riding the Storm, s.666-7)  Macmillan, Foot planının, adadaki karışıklıkları gidermek için, tridominiyum öncesindeki geçici sürede, iç konularda kendi kendini yönetim için bir temel görevini yapmasını istemekteydi. Ama Amerikalılar garantili bağımsızlıktan yanaydılar ve Yunanistan ile Türkiye’yi etkileme gücü ellerindeydi.” (s.58-59)

KIBRISLI TÜRKLERİN KIŞKIRTMALARI
“...Bir Kıbrıslı Türk sözcü verdiği bir demeçte, kendi gelecekleriyle ilgili herhangi bir uzlaşmaya silahla karşı koyacaklarını ve Türk hükümetinin askeri birlikler ve gemiler de içinde “her araçla” destek sözü verdiğini söyledi. (İngiliz Sömürgeler Bakanlığı Belgeleri CO926/627.207; 213) Kıbrıs Türk liderleri Dr.Fazıl Küçük ile Rauf Denktaş, Macmillan’ın kendi kaderini tayin hakkını Kıbrıslı Rumlara vermek üzere olduğuna ilişkin dehşetli uyarılarda bulundular. Türkler Eden tarafından 1955’de teşvik edilen taktikleri kullandılar ve tedhişten yüksek sesle söz eder oldular. 7 Haziran 1958’de, Macmillan, Eisenhower ile görüşmelerini ilerletmek için oraya uçtuğu gün, Lefkoşa’daki Türk Haberler Merkezi bombalandı ve bu olay, iki ay sürecek olan katliam, ayaklanma ve kundaklama olaylarını başlattı. Bombanın bir Türk ajan provokatör tarafından atıldığına inanılmaktaydı. İngilizlerin yaptığı soruşturmada, büro önündeki mobilyanın, patlamanın olmasından önce, daha emin bir yere kaldırıldığı ortaya çıkmıştı. Bombalamadan sonra, yüzlerce Kıbrıslı Türk ellerinde değnekler, sopalar ve diğer aletler olduğu halde sokaklara döküldüler ve polis arabalarına saldırdılar; Lefkoşa’nın eski mahallelerindeki Rum binalarını yaktılar, yağmaladılar. Taktikler, önceden planlanmış örgütlü bir eylemin bütün belirleyici özelliklerini taşımaktaydı. Tedhiş, derhal diğer kasabalara da yayıldı. İlk geceki çarpışmalar sonunda 4 kişi öldü, birçok kişi de yaralandı, fabrikalar ve dükkanlar ateşe verildi.    
Ertesi gün 200,000 kişilik bir kalabalık, Kıbrıs’la ilgili İngiliz politikasını protesto etmek için  İstanbul’da toplandı. İngiliz ve Yunan Konsolosluklarına doğru yürüdüklerinde, tanklar ve silahlı birlikler tarafından dağıtılmak zorunda kalmışlardı. Türkiye Dışişleri Bakanlığı yayımladığı bir açıklamada, Türkiye’nin, kendi güvenliğini sağlamak için tek çözüm şeklinin Kıbrıs’ın taksimini gerçekleştirmek üzere tam ve olgun bir karara vardığını duyurdu. Küçük, bu mesajı ülkesine duyururken, kitle halindeki kalabalıklar, İngiliz aleyhtarı sloganlar taşıyan yaftalarla “Ya Taksim, Ya Ölüm” diye bağırmaktaydılar. Küçük, Türk ve Rum toplumlarının artık birarada yaşayamayacaklarını söylerken, başka bir konuşmacı da 26 milyon Türkün Kıbrıs için ölmeye hazır olduğunu duyurmaktaydı. Türk askeri birlikleri, adanın karşı kıyılarında toplanmaya başlamıştı. Ayaklanmalar, vahşi öldürmeler ve iki toplum arasındaki meydan kavgaları günlerce devam etti. Lloyd kabineye, Kıbrıslı Türklerin “Kıbrıs’ta iki toplumun uyum içinde yaşamasının olanaksız olduğu izlenimini yaratmak için, isteyerek bu çabalara giriştiğinin anlaşıldığını” söyledi. Çarpışmaları yatıştırmak için 10,000’den fazla askeri birlik kullanılmıştı. (İngiliz Kabine Tutanakları, CC58 47, 10.6.1958)

MACMİLLAN’IN TAKSİM TEHDİDİ
...Türkler 15 Haziran’da planı reddedip, Kıbrıslı Türkleri koruyacak tek aracın taksim olduğunda ısrar ettiler. NATO’daki müttefiklerine, taksimin zaten kendiliğinden oluşmakta olduğunu, Türk nüfusun kitleler halinde yer değiştirdiği 7 köyün de listesini verdiler (aslında bu köylülere, eğer kaçmazlarsa öldürülecekleri söylenmişti). (İngiliz Sömürge bakanlığı Belgeleri, NATO görüşmelerinin raporu CO926.627.213; 236)
... Macmillan planının ayrıntıları, 19 Haziran’da Avam Kamarasında ilk defa açıklandı. Başbakan planın “ortaklıkta bir serüven” olduğunu söylemekteydi. Plan, adadaki İngiliz askeri üs ve tesislerini güvenceye alırken, ayrı meclislerle, her topluma kendi meselelerinde özerklik tanıyarak, iç işlerinde kendi kendilerini yönetmelerine izin vermekteydi....Başbakan, Rumları uyararak, İngiltere’nin bu girişimi başarısızlığa uğrarsa, Lennox-Boyd’un Aralık 1957’de söylediği gibi, eğer kendi kaderini tayin hakkı tanınacak olursa, bunun ayrı ayrı olarak, hem Kıbrıslı Türklere, hem de Kıbrıslı Rumlara tanınacağını söylemekteydi. (İngiliz Sömürgeler Bakanlığı Belgeleri, NATO görüşmelerinin raporu CO926/627.236, 16 Haziran, Telgraf 85; 627.239 Telgraf 80)
Grivas, Macmillan’ın ortaklık fikrini “gülünç ve garip” bulurken, Makarios’un dış işleri konularındaki özel danışmanı olan Zenon Rossidis, İngiliz planının uygulanması halinde, her iki toplum için ortak bir yasama meclisi bulunmadığından, birleşik bir Kıbrıs ümidinin daimi olarak ortadan kaldırılacağını söyledi ve Macmillan’ı “yapay olarak körüklenmiş olan bir anlaşmazlığın geçici bir dönemini” alıp buna “bölücü bir anayasa ile kalıcı bir şekil vermek”le suçladı. (The Times, 1.7.1958) Averof, bundan “daha kötü bir çözüm”ün bulunamayacağını düşünmekteydi ve Yunanistan’ın NATO’dan tamamen geri çekileceği tehdidini öne sürdü. Ama İşçi Partisi’nden Aneurin Bevan, Rumları özel olarak uyararak, eğer plan başarıya ulaşmazsa, Macmillan’ın, güneydeki iki üsse geri çekilerek, Kıbrıs sorunundan ellerini yıkayıp ayrılabileceğini ve 35. paralelin kuzeyinde kalan bölgeyi gelip alması için Türkiye’ye çağrıda bulunabileceğini söylemişti. (Averof, Lost Opportunities, s.243)
Kıbrıs’ın kaderi, artık sadece İngiltere’nin karar vereceği bir sorun değildi. İngiltere artık bölgedeki gerçek güç değildi ve Ortadoğu’daki diğer olaylar da bunu gösterecekti...Kıbrıs, bölgede önemli askeri operasyonların başlatıldığı bir yer haline gelecekti. (s.61-64)
1958’de Amerika ve İngiltere’nin Lübnan ve Ürdün’e yaptıkları askeri müdahalede Kıbrıs kullanıldı.
Kasım 1958’de Makarios Kıbrıs’ın Yunanistan, Türkiye ve İngiltere’den bağımsız bir cumhuriyet olmasını önerdi. Kıbrıs konusu NATO’ya götürüldü. Yunanistan ve Türkiye İngiliz planlarını reddetti. Amerika, Londra’yı hükümsüz bıraktı.
Şubat 1959’da Amerikalıların baskı yapmasından sonra, Yunanlılar ve Türkler, Kıbrıs’a garantili bağımsızlık verilmesini kabul ettiler. Macmillan, İngiltere’nin üslerini koruması koşuluyla, egemenliği devretmeye hazırlandığını açıkladı. 
Amerikalılar, Eylül 1957’de İngilizlerle gizlice tartıştıkları ve NATO güçlerinin garanti edeceği bir bağımsızlık sistemi ile sorunun çözümlenmesini tercih etmekteydiler. Özel buluşmalarda ve NATO toplantılarında “garantili bağımsızlık” görüşünü ısrarla öne sürdüler.

BM TOPLANTISINDAKİ ABD MÜDAHALESİ
25 Kasım’da BM Siyasi Komitesi’nde yapılan tartışmada Türkiye Dışişleri Bakanı Fatin Zorlu Yunanlıları enosis talebini sürdürmekle suçlarken, uzun erimde adanın taksimi olasılığını dışlamayı reddetti.  Türkler, uluslararası topluluğun taksimi kabul etmeyeceğini yavaş yavaş anlamaya başladılar. Taksim de enosis gibi uluslararası topluluk tarafından kabul edilmemekteydi.
4 Aralık 1958 günü BM’deki Amerikan temsilcinin müdahalesi sonucunda üç ilgili devlet ve Kıbrıslıların temsilcileri arasında adanın geleceği için görüşmelere başlanmasını öngören nihai bir karar kabul edildi. Lloyd, Amerikalıların BM’de perde arkasında yaptıkları “paha biçilmez çalışmalar” için şahsen teşekkür etti. Ertesi gün Zorlu ile Averoff, Kıbrıs konusundaki ilk ayrıntılı görüşmeyi yaptılar. Zorlu, Washington’un garantili bağımsızlık öngören ilk fikrine çok yakın olan ayrıntılı öneriler sundu ve taksim görüşünde ısrar etmekten aniden vazgeçti. Averoff’a göre, “10 gün süren tartışma süresince, Zorlu’nun hem davranışları, hem de konuşmaları önemli ölçüde değişmişti.” (Averoff, Lost Opportunities, s.299)
Zorlu, Kıbrıs Türk toplumunun Kıbrıslı Rumlar tarafından batırılmasını önlemek için daha güçlü olan toplumun, nüfusları arasındaki nisbi farktan daha fazla olacak bir oranda, iktidar gücünün bir kısmını paylaşmaya hazır olması ve devlet başkanının iki toplum arasında değişmesi gerektiğini söyledi. İki üssün İngilizlere bırakılmasını isterken, ayrıca Türkiye’ye güney sahillerini koruması için deniz kenarında iki üs verilmesini istedi. Yunanistan’a da ada üzerinde Türkiye’ninkilerden daha büyük üsler verilmesine de karşı çıkmayacaklarını söyledi. Averoff, Kıbrıslı Türklere siyasal eşitlik verilmesini istemiyordu, ama bazı konularda onlara toplumsal özerklik verilmesini, İngiliz üsleri dışındaki iktidar paylaşımında ve federal hükümette %30 pay verilmesini istemekteydi. Zorlu, anlaşma için bir temelin bulunduğunu ve geri hükümetlerine durumu bildirmeleri gerektiğini söyleyerek, bir hafta sonra Paris’te yapılacak olan bir sonraki NATO Konseyi toplantısında konunun yeniden tartışılabileceğini belirtti. (Averoff, Lost Opportunities, s.302-3)
Zorlu Paris’e gelirken, Amerikalılar tarafından onaylanmış bir anlaşma taslağı getirdi. Averof, Zorlu’nun, ada üzerinde bir Türk üssüne olan gereksinim konusunda ısrarlı olduğunu, ama taviz vermeye de hazır olduğunu, anlaşmaya varmak için bir acele içinde olduğunu söylemektedir. (agy, s.311)
O gece Zorlu, Selwyn Lloyd ile İngiliz Büyükelçiliğinde buluştu ve Averoff ile yaptığı görüşmeyi anlattı. Lloyd, Zorlu ile Averoff’un yol almakta oldukları yönden endişelenmişti ve şu uyarıda bulundu: İngiltere bağımsızlığı bazı yönlerden olası en kötü sonuç olarak görmektedir. Çünkü “Rusların Kıbrıs’a gelmesine” yol açma tehlikesi vardı. Ama Zorlu, kendisinin Averoff ile tartıştığı çözümün “gerçek bir bağımsızlık şekli” olmadığı konusunda ona güvence verdi. Anayasaya, ittifakların ve her iki tarafın da iki toplumla ilgili veto hakkı olacağının yazılmasının gerekeceğini söyledi. Ada, Yunan veya Kıbrıslı bir ada değil, bir Türk-Yunan adası olacaktı. İngiliz üsleri dışındaki egemenlik Türkiye ve Yunanistan arasında paylaşılmalıydı. Üsler üzerindeki İngiliz egemenliğinin devam edeceği konusunda görüş birliği vardı. Zorlu, Averoff’un da kabul ettiği gibi, ilerlemek için, önce ikisi arasındaki farklı görüşler giderilecek ve ondan sonra İngilizlerle konuşulacaktı. Zorlu, Amerikan onayını alacağını önceden bilmekteydi. Lloyd, Türk-İngiliz çıkarlarının güvenceye alınmasını, Averoff ile yapacağı konuşmalarda Zorlu’ya bırakmıştı. Bu da girişimin artık İngilizlerin elinden çıktığının gizli bir itirafıydı. Macmillan bu haberi alınca, Foot’a şöyle dedi: “Nihai bir anlaşma gibi birşey, elimizin altında olabilir...bunun doğru olması çok da iyi görünüyor.” (İngiliz Sömürgeler Bakanlığı Belgeleri, CO926/630.622, 16.12.1958 günü, ö.s. saat 11.15’de Paris’teki Büyükelçilikte yapılan toplantının tutanağı; 17.12.1958 günü Macmillan ve Lennox-Boyd’dan Foot’a gönderilen Telgraf)

TÜRKİYE VE YUNANİSTAN ANİDEN ANLAŞIYORLAR
...Yunanlılar ve Türkler aralarındaki görüş farklarını giderdiler ve Yunanistan, Türkiye, İngiltere ve Kıbrıs arasında yapılacak bir anlaşma ile garanti altına alınacak bir bağımsızlığı önerdiler. İç yapı için iktidar paylaşımı ve çoğunluk yönetimi arasında bir uzlaşmada anlaştılar. Kıbrıslı Rum bir Cumhurbaşkanı olacak, ama yardımcısı bir Kıbrıslı Türk olacaktı; ayrı toplum meclisleri olurken, ortak bir de Ulusal Meclis olacaktı; Yunanistan’da 950 ve Türkiye’den 650 kişilik askerle desteklenecek ortak askeri bir karargah kurulurken, her iki toplumdan alınacak 2500 kişilik Kıbrıslı bir askeri güç de oluşturulacaktı. İngiltere iki egemen üs bölgesini elinde tutacaktı.” (s.69-73)
...Varılan nihai anlaşma, İngiliz yetkililerin Eylül 1957’de Amerikalılarla yaptıkları gizli toplantıda Amerikalılar tarafından savunulan, ama İngilizlerin zorluklarla dolu olacağını savundukları  ilke temelindeydi. Toplantının İngilizler tarafından tutulan tutanaklarına göre (İngiliz Sömürgeler Bakanlığı Belgeleri, CO926/627.141, 10.57), Amerikalılar garantili bağımsızlığı nihai çözüm olarak görmekteydiler. Amerikalılar şöyle demekteydi: “Varılan anlaşma bazı NATO ülkeleri tarafından garanti edilecek ve sadece karşılıklı anlaşma ile değiştirilebilecek.” Türkler bu fikri açıkça reddetti, ama bu öneriler Ankara’nın teşviki sonucu, yine de Şubat 1959’da Zürih anlaşmasına girdi. Türkler, taksimin yapabilecekleri en son taviz olduğunda ısrarlı iken, hayret verici bir dönüş yapmışlardı.

TÜRK-YUNAN GİZLİ ANLAŞMASI
Sonunda yapılan anlaşma,  Macmillan tarafından “ortaklık ruhu” nedeniyle takdir edildi. Karamanlis anlaşmayı “dostluk” sembolü olarak gördü. Menderes de “iki toplum arasında bir barış ve içten bir işbirliği dönemi” açıldığından söz etti. Ne var ki, bir de gizli gündem vardı. Yunan ve Türk liderleri, Kıbrıslılara asla açıklanmayacak gizli bir “efendiler anlaşması”na varmışlardı. İngiliz kabinesine bu anlaşmanın ayrıntıları gösterilmiş ve Dışişleri Bakanlığı bunun “herhangi bir aşamada” yayımlanmayacağını söylemişti. Ama bu belge günışığına çıkmıştır. Yunanlılar ve Türkler Batı savunmasının çıkarları için Kıbrıslıların kendi kaderlerini tayin etmelerini, daha yeni bir ulus doğmadan, sınırlandırmak istemişlerdi. Yapılan anlaşmada, Karamanlis ile Menderes, yeni Kıbrıs devletinin NATO’ya girmesi ve AKEL ile bütün komünist etkinliklerin -AKEL’in Kıbrıslılar arasındaki kitlesel sevilirliğine rağmen, yasaklanması konusunda baskıda bulunmak için söz birliği etmişlerdi. (İngiliz Kabine Belgeleri, C59 32, 16.2.1959) (s.74-75)

“GARANTİLİ BAĞIMSIZLIK”IN İLANI 
15 Ağustos 1960 gününün geceyarısı, İngiliz bayrağı Lefkoşa’daki Hükümet binasından indirilirken, trompetler bir fanfar çaldı ve 21 pare top atışı ardından yeni Kıbrıs devleti doğdu...Kıbrıslı Rumlar, NATO’nun baskısı altında kalarak, kendilerine seçilmiş bir çoğunluğun hükümet etmesini tanımayan, kendi anayasalarında değişiklik yapmayı yasaklayan ve adada NATO güçlerinin askeri etkisini güvence altına alan bir anayasayı kabul etmek zorunda kalmışlardı. Anlaşmalar, Kıbrıslılara gerçek bir özgürlük getirmeyecek şekilde hazırlanmıştı. Anlaşmalar, Kıbrıs’ın siyasal sorunlarının Yunanistan ile Türkiye arasında bir savaşa yol açmasını önleyerek, adadaki hükümetin anahtar alanlarda, halk böyle istese bile, komünistlerin denetimine geçmesini durdurarak ve hayati önemdeki askeri tesislerin Batının kullanımı için hazır tutarak, Batının savunma çıkarlarını güvence altına almayı amaçlamaktaydı...”Bağımsız” Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran 1960 anlaşmaları, 103 sayfaydı, ama bunun 56 sayfası, Kıbrıs’taki askeri ve istihbarat tesislerinin İngiltere tarafından sürekli olarak kullanımını güvenceye almak için birçok ayrıntıyla kaleme alınmıştı. Zorunlu olan, adayı Sovyetlere karşı verilmekte olan küresel savaşta batmayan bir uçak gemisi ve istihbarat üssü olarak tutma ve Doğu Akdeniz ile Ortadoğu’da Batının askeri etkisini geliştirmekti. “ (s.77-78)

(“Hazırlayan: A.Can imzasıyla”, Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek dergisi, Eylül-Ekim 2000, Sayı:56-57)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder