İngiliz
gazeteciler Brendan O’Malley ile Ian Craig tarafından 1999 yılında yayımlanan
“The Cyprus Conspiracy”(Kıbrıs Komplosu) adlı kitapta yer alan konuyla ilgili
bilgileri, aslına sadık kalarak Türkçeye çevirdik ve aşağıda okuyucularımıza
sunuyoruz:
Rum EOKA
tedhiş örgütü, 1 Nisan 1955 günü, Kıbrıs adasını Yunanistan’a bağlamak
hedefiyle adadaki İngiliz sömürge yönetimine karşı tedhiş eylemlerine
başlamıştı.
“İngiliz polis makamlarına, tedhiş yapanlar
hakkında bilgi veren Rumların EOKA tarafından öldürülmesinden korkan Kıbrıslı
Rumlar, polis yazılmaktan korkmaktaydılar. Bunun yerine Kıbrıs Türk
liderliğinin teşviki ile yardımcı polis kadroları sadece Kıbrıslı Türklerden
oluştu ve Türklerin gittikçe daha fazla İngilizlerden yana tavır aldıkları
görüntüsü ortaya çıktı. Güvenlik güçlerine karşı girişilen eylemlerde Kıbrıslı
Türklerin öleceği kaçınılmazdı. Savunma yetkilileri, etnik gruplar arasındaki
çarpışmaların patlayıcı bir durum yaratacağı ve “Kıbrıs’ın bir üs olarak
kullanılmasında önemli uygunsuzluklar yaratacağı” uyarısında bulundular.
TÜRK-RUM ÇATIŞMASI NASIL BAŞLATILDI?
Nisan 1956 sonunda, bir Kıbrıslı Türk çavuş,
Kıbrıslı Rum bir polisin yardımına gittiği zaman öldürülünce, Kıbrıslı Türkler
Lefkoşa’nın Rum kesimine saldırıp, dükkanları yaktılar, yağmaladılar. (The
Times,, 23.4.1956) Mayıs’ta bazı Kıbrıslı Türk polisler ile yardımcı polisler,
günlük ateş açma olayları ve toplumlararası çatışmalarda öldürüldüler. Lefkoşa
yakınlarındaki bir köyde, bıçak ve değneklerle meydan çarpışması oldu. Saman balyaları
ve binalar ateşe verildi. Motosiklet süren bir Kıbrıslı Türk polis, kürekle
öldürüldü. O gün, Lefkoşa itfaiyesi yakılan Kıbrıslı Rumların dükkanlarını
söndürmek için 15 defa çağrıldı. Lefkoşa kaymakamı, Kıbrıslı Rumlar ile Türkler
arasında yeni çarpışmalar çıkarsa, kentin sürekli kalacak tel örgülerle ikiye
bölünerek, iki tarafın derhal birbirinden yalıtlanmasının sağlanacağını
duyurdu. Bir kahvehanede başka bir Kıbrıslı Türk polisin vurulması, sopalı ve
bıçaklı yeni çarpışmalara yol açtı. 29 Mayıs günü yapılan cenaze, bir isyana
dönüştü ve öfkeli kalabalık ellerinde bıçak ve sopalarla bir fabrikaya
saldırdılar ve orada bekçilik yapan bir Kıbrıslı Rumu döverek öldürdüler.
Amerikalılar, adadaki etnik gerginliğin, Türkiye
ile Yunanistan arasındaki ilişkileri etkileyeceğinden korktular. Atina’daki
Dışişleri Bakanı, Kıbrıs konusunda daha sert bir tutum alınması talebi
karşısında istifa etti ve Başbakan Karamanlis konuyu sonbaharda BM’e götürme
sözü verdi. Eisenhower, Makarios ile görüşmelere yeniden başlanması için baskı
yaptı. Ama Eden, Türkiye ile olan gizli anlaşmaya halel gelmemesini
istediğinden, daha fazla taviz veremeyeceğine inanmaktaydı. (Richard Lamb, The
Failure of the Eden Government, London 1987, s.40) Eden, Eisenhower’e,
Türklerin enosise şiddetle karşı olduklarını söyleyerek, onlara daha fazla
taviz verilmesi halinde, Orta Doğu güvenliğinin bundan ciddi şekilde
etkilenebileceğini söyledi. Amerikalılar, İngilizlerin Türkiye’yi kullanarak,
Amerikan etkisi ile rekabet halinde
olduğu Ortadoğu’daki durumunu güçlendirmek istemesinden kuşkulanmaktaydı.
Kıbrıs’la ilgili uzun erişmli stratejik
gereksinimlerle ilgili değişikliklerin kavranması, Eden’e manevra etmek için
biraz yer sağladı. Genel Kurmay’daki yetkililer, o anda Kıbrıs’ın askeri yönden
“terkedilemez” olmasına karşın, bunun daima böyle olmayabileceğini ifşa
etmişlerdi. (İngiliz Genel Kurmay Tutanakları, COS56 231, 14.6.1956) Nükleer
gücün geliştirilmesi, İngiltere’nin Ortadoğu’daki petrole olan bağımlılığını
durdurabilirdi ve uzun menzilli nükleer bombardıman uçakları ve balistik
füzeler, uzun vadede askeri bir üssün gerektirdiği şeyleri değiştirebilirdi.
(İngiliz Genel Kurmay Tutanakları, COS56 14, 4.1.1956)
EOKA’yı yok etme yeteneğine olan inancını
yitirmekte olan Vali Harding, bu olanağı yakaladı. Baskıyı azaltmak için
ileriki bir tarihte yapılacak olan kendi kaderini tayin önerisini sunmak
istiyordu. Bakanlar, Türkiye’nin yapılacak öneriye ilişkin olarak gizlice
görüşünün sorulması konusunda anlaşmışlardı. Öneri şuydu: Liberal bir anayasa,
10 yıl uygulandıktan sonra, NATO’nun üçte iki çoğunluk oyuyla, Kıbrıs’ın
uluslararası statüsündeki bir değişiklik durumunun, Batının bölgedeki savunma
sorumlulukları ile uyuşup uyuşmadığına karar verilecekti. Atina’ya
danışılmamıştı. Ama Türkiye ile olan görüşmelerden sonra, öneri, İngiltere’ye
iki üs bölgesinde sürekli egemenlik sağlayacak şekilde değiştirildi.
Türkiye’nin İngiliz üslerini kullanmasına ve bölgedeki savunma
sorumluluklarının gerektireceği fazladan kolaylıklara izin verilecekti. Ama bunlar
da Ankara’nın destek vermesini sağlayamadı, çünkü Türkiye’nin çıkarları sadece
uzun erimli değil, sürekli idi. (İngiliz Kabinesi Tutanakları, CM56 44,
19.6.1956) İngiltere’nin Ortadoğu’daki çıkarları azalabilirdi, ama ada daima
Türkiye’nin güney kanadı için bir giriş kapısı olabilirdi. Türkler, adanın
Yunanlıların veya başka düşmanların eline düşmesi tehlikesini göze almaya hazır
değillerdi. Türkleri reddetmek istemeyen Eden, adanın statüsünün uluslararası
anlaşma ile güvence altına almak için yapılan bütün çabalardan vazgeçti. 12
Temmuz’da Lord Radcliff Kıbrıs’a gidecek ve
iki toplumun temsilcileri ile danışarak, onlar ne derlerse desinler, bir
anayasa hazırlayacaktı.” (s.35-37)
BİRGİ: “TEK YOL ADANIN TAKSİMİ”
“Lord Radcliffe tarafından hazırlanan anayasa
önerileri Aralık 1956’da akamete uğratıldı. Eden, Radcliffe’in Kıbrıslılar için
sadece içte özyönetim (kendi kendilerini yönetmeleri) için kabul edilebilir bir
sistem geliştirmesini istemişti. Radcliffe, yasama meclisinin Rum çoğunluğun
elinde olmasına izin verirken, Türkleri özel olarak etkileyecek bütün yasaların
üçte ikilik bir çoğunluk oyu tarafından onaylanmasının gerekli olmasını
önermişti. Özyönetimde anlaşma olmasının hemen ardından, bütün iç sorunlarda
Kıbrıslı bakanlara iktidarın devredilmesini teklif etmişti. Ama İngiltere
Dışişleri Bakanlığı, Ankara’yı “kendi tarafı”nda tutmaya çok istekliydi ve 30
Kasım günü Londra’da Türkiye Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden Nuri Birgi’ye
verilen özel yemekte verilen sözler, Radcliffe önerilerinin Rumlar tarafından
kabul edilmesi şansını yok etti. Birgi ve memurları, Kıbrıs üzerindeki Yunan
hareketliliğine son vermenin tek yolunun, pratik ve nihai olacak bir çözüm
şeklinin hazırlanması, yani adanın taksim edilmesi olduğunda israr ettiler.
Lloyd, Birgi’ye, kendi kaderini tayin için zamanın gelmesi halinde, nihai olarak taksimi getirecek bir
düzenlemeden Türklerin memnun olup olmayacaklarını sordu. Birgi, nihai
anlaşmanın ne kadar erken olursa, o kadar iyi olacağını söyledi. (İngiliz
Dışişleri Bakanlığı Belgeleri, FO 371/124021) Lennox-Boyd, Radcliffe
önerilerini Avam Kamarasında açıkladığı zaman, Kıbrıs sorununun adanın
bölünmesiyle çözümlenebilme olasılığını da ilk kez kamuoyu önünde açıklamış
oldu. Lennox-Boyd parlamenterlere yaptığı konuşmada, kendi kaderini tayin için
koşulların uygun olduğu zaman, bunun öyle bir şekilde uygulanacağını belirtti
ki, Türk toplumu da, kendi geleceğinin statüsüne karar verirken Rum toplumundan
az olmayacak şekilde özgür olacaktı. Boyd şöyle konuşmuştu: “Bir başka deyişe...nihai
olasılıklar arasında taksim de bulunmalıdır.”
Bu, Kıbrıs’taki İngiliz yönetiminin devamı için
Yunan muvafakatını almak için Ankara’yı Atina’ya karşı kullanmanın yeni bir
girişimiydi. Birgi ile toplantının yapıldığı aynı günde, General Keightley ve Ortadoğu
Savunma Eşgüdüm Komitesinin diğer üyeleri, genel kurmay yetkililerini uyararak,
“adanın taksim edilmesi aleyhinde (yazarların vurgulaması) yoğun askeri
gerekçeler bulunduğu”nu (İngiliz Genel Kurmayı Komite Tutanakları, COS56 426)
söylerken, Lennox-Boyd’un kendisi de kabineye gizli olarak verdiği bir bilgide,
taksim konusunun, “adaya üs olarak gereksinim bulunmamasına kadar gündeme
gelmeyeceğini” söyledi. Bu durumda bile, taksim konusu, İngiliz egemenliği
altında kalmaları için Kıbrıslılara çağrı yapılmazdan önce, bir alternatif
olarak önlerine konmayacaktı. Lennox-Boyd, yeni anayasanın yardımıyla ve
-taksim tehdidinin etkisiyle- böylesi bir tercihi ifade edebileceklerini
düşünmüştü. Beklendiği şekilde Rumlar Lennox-Boyd’un taksimle ilgili demecinden
öfkelendiler ve Radcliffe önerilerini derhal reddettiler. EOKA Türk emellerine
benzin döktü. Türkler, önerilen parlamentoda iki toplum için eşit temsiliyet
isteyerek, kendi meselelerini daha da ilerlettiler ve Türkiye’nin kendi
güvenliği için Kıbrıs’ta bir dış mevziye gereksinimi olduğunu gerekçe
göstererek, 28 Aralık’da taksimin tek çözüm yolu olduğunu söylediler. (s.47-48)
BERMUDA’DAKİ AMERİKAN-İNGİLİZ DORUĞU
“Harold Macmillan, Bermuda adasına uçarak, (21)
Mart 1957’de Eisenhower ile görüştü ve bu görüşmeler, 2. Dünya Savaşı’ndan bu
yana iki ülkenin kurduğu en yakın ilişkiydi. Tartışılan anahtar konulardan bir
tanesi de Kıbrıs’tı.
Amerika uzun bir süreden beri, Kıbrıs’la ilgili
politikasını değiştirmesi için İngiltere’ye baskı yapmaktaydı. Eisenhower, 1954
yılında Churchill’e yazdığı kişisel bir mektupta, İngiltere’nin Kıbrıs
politikasının, Yunanistan’ın “mantıklı ve barışma yanlısı”“ davrandığına inanan
Amerikan kamuoyu üzerinde yaptığı etkilerden duyduğu endişeleri dile
getirmişti. Dulles, Haziran 1956’da, Eden’in Türkiye’ye kendi kaderini tayin
konusunda veto hakkı vermek istemesine karşı çıkmıştı. (ABD Açıklanmış
Belgeler, Cild:1989, fiş no.001094, Beyaz Saray Mektubu, 20.8.1954; 001479,
22.6.1956, Dulles Belgeleri) İngiliz diplomatları, en azından bir üst düzey
Amerikan askeri kaynağının, Süveyş felaketinden sonra Kıbrıs’ın stratejik
öneminin sadece NATO amaçlarıyla sınırlı olduğuna ve İngilizlerin adayı kendi
yapacakları harekatlar için artık bir üs olarak kullanamayacaklarına ve Bağdat
Paktı için bile değerinin tartışılabildiğine inandığını öğrenmişlerdi.
Amerikalılar kesinlikle adanın, Süveyş olayında olduğu gibi, kendi çıkarlarına
ters düşen bir şekilde kullanıldığını görmek istememekteydi.
MACMİLLAN TAKSİMDEN YANA
Macmillan Başbakan olur olmaz, Lloyd ve Savunma
Bakanlığına verdiği talimatlarda, acil olarak adada alternatif düzenlemeler
için çalışmalar yapılmasını istedi. Lloyd taksim olasılığına bakarken, Savunma
Bakanlığı da, Kıbrıs’ın bir kısmının üs olarak elde tutulmasıyla, İngiltere’nin
askeri gereksinimlerine hizmet edilip edilemeyeceğine baktı. Macmillan, çok geçmeden, Cebelitarık’ta olduğu gibi,
uzun süreli kira veya egemenlik yoluyla, bir hava alanının İngiltere’nin işini
görmemesi için hiçbir neden olmadığına ilişkin Amerikan argümanının haklılığına
inandı. Macmillan günlüğüne yazdığı 15 Mart tarihli notta şöyle demekteydi: “Bu
şekilde Rumlar ve Türkler, adanın geriye kalan kısmını kendi aralarında taksim
edebilirler.” (İngiliz Genel Kurmay Tutanakları COS56 435; Harold Macmillan,
Riding the Storm, London 1971, s.22)
...22 Mart’ta, Eisenhower ile Macmillan arasında
yapılan hayati öneme haiz Bermuda doruk toplantısının ikinci gününde,
Londra’daki kabineye iletilen bir mesajda, ABD Başkanının Kıbrıs konusunu Yunan
Hükümeti ile görüşmeyi önerdiği ve Macmillan’ın “ABD’yi kendi niyetlerimizden
haberdar etme ve Makarios’un serbest bırakılmasının duyurulmasının hangi
koşullarda yapılacağı konularında bilgilendirmeye istekli olduğu”
bildirilmekteydi. (İngiliz Kabine Tutanakları, CC57 22, 22.3.1957) (s.49-50)
...29 Mart günü Makarios Şeysel adalarındaki
sürgünden serbest bırakıldı, ama adaya girmesi yasaklandı. Macmillan,
Kıbrıs’taki İngiliz egemenliğine son verip, sadece askeri üslerde egemenliğini
sürdürmeyi düşünmekteydi.
Eylül 1957’de İngiliz Dışişleri Bakanlığı, ABD ile
gizli görüşmeler yaptı ve burada Amerikalılar, garantili bağımsızlık temelinde
bir çözüm önerdiler. İngiltere, halkının isteğine rağmen adanın bütününü artık
elinde tutamayacağını kabul etmişti.
AMERİKAN FORMÜLÜ: “GARANTİLİ BAĞIMSIZLIK”
“Amerikalıların ana endişesi, NATO’daki
müttefikleri arasındaki zararlı bir çatışma kaynağını ortadan kaldırmak ve
adanın Batılı ittifak için kullanılırlılığını korumaktı. Taksim ve enosisin her
ikisi de Yunanistan ve Türkiye arasında savaş tehlikesini getirdiğine göre,
Amerikalıların en çok tercih ettikleri çözüm, bir çeşit garantili
bağımsızlıktı. Haziran’da yeni atanan NATO Genel Sekreteri Spaak, ki
Belçika’nın eski Dışişleri Bakanlarından olan bir sosyalistti, Kıbrıs’ın
bağımsız olması, ama başka ülkelerle birleşmesinin yasaklanması gerektiği
fikrini öne sürerek görüşmelere girişti. Belli bir süre sonra Kıbrıs’ın statüsü
yeniden gözden geçirilecekti. Dışişleri Bakanlığı yetkilileri Spaak’ın,
konuşurken kendi planına tamamiyle destek verdiklerini söylediği Amerikalılar
tarafından etki altında bırakıldığına inandıklarından şikayet etmekteydiler.
(İngiliz Sömürgeler Bakanlığı Belgeleri CO926/626, Telgraf 586, Dışişleri’nden
Paris’e, 20.6.1957; Telgraf 1319, 21.6.1957; Evangelos Averoff-Tossizza, Lost
Oportunities: The Cyprus Question, 1950-63, New York, 1986, s.141) Dışişleri
Bakanlığı bağımsızlığa güçlü bir şekilde karşı çıktı. Çünkü Kıbrıs Makarios
veya daha kötüsü halk tarafından sevilen komünistler tarafından yönetilecekti. (İngiliz Kabine Tutanakları C57 161,
9.7.1957)
Amerikalılar, taviz vermeleri için Yunanlıları
korkutmaya çalıştılar. Atina’daki Amerikan Büyükelçisi George Allen, Yunan
Dışişleri bakanı Avangelos Averoff’a, İngilizlerin adadan ayrılmaya karar
verdiklerine ilişkin göstergeler bulunduğunu ve Yunanistan ile Türkiye’yi
aralarında adayı taksim etmeleri için yalnız bırakacağını söyledi. Averoff
hatıratında bunu şöyle yazmaktadır: “Amerikalılar bunun Yunan hükümeti için ne
anlama geldiğini anlayıp anlamadığı konusunu merak etmekteydiler. Gerçek
tehlikenin doğması halinde de, bunu engellemek için birşeylerin yapılması
gerektiğini düşünmeden de edemediler.” Ama Karamanlis de o sıralardaki
milliyetçi duygulara karşı duramayacaktı.
Londra’da Macmillan, Kıbrıs için “zorunlu askeri
gereksinimlerimizi güvence altına almak ve sömürgeye olan sorumluluğumuzu
azaltmak” için kendi planını hazırlamaktaydı.
Bağdat Paktı’na destek ve genel olarak Ortadoğu ve İran Körfezi’ndeki
savunma amaçları için bir hava üssünün kullanımını devam ettirme ve başka bir
yerde sağlanamayacak olan istihbarat ve propaganda olanaklarını koruma
gerekliliğine inanmaktaydı. Macmillan, bu gereksinimlerin, erken uyarı
radarları, elektronik casusluk cihazları ve haberleşme tesislerinin üslenmesi
için gerekli olacak Ağrotur-Piskobu, Dikelya-Bergama, Greko Burnu ve başka bazı
yerlerdeki tesislerdeki küçük enklavlar üzerinde sadece İngiltere’ye ait olacak
olan egemenliğinin korunmasıyla karşılanabileceğine inanmaktaydı. Ekonomik
endişeler ve Amerika’nın baskılarıyla hareket eden kabine, bütün ada üzerinde egemenlikte
ısrar yerine, askeri üs bölgeleri üzerinde egemenliği koruma şeklindeki
politikaya geçiş yaptı. (Macmillan, Riding the Storm, s.660; İngiliz Kabine
Belgeleri C57 161, 9.7.1957)
KONDOMİNİYUM ÖNERİSİ
İşin zor yanı, ada İngilizlerin askeri bakış açısına
göre, güvenilir ellerde tutulurken, adanın geriye kalan kısmında barışı koruma
yükünün bölüşülmesi için bir yol bulmaktı. Macmillan, üsler dışındaki bölgenin
üç egemen güç tarafından atanacak bir valinin yönetimi altında İngiltere,
Yunanistan ve Türkiye’nin kondominiyumuna (ortak yönetimine) teslim etmeyi
önerdi. İngiltere, Yunanistan veya Türkiye yurttaşı olmayacak olan vali iç
güvenlik, savunma ve dış ilişkileri denetleyecekti. Kimin atanacağı konusunda
anlaşmazlık olması halinde, kimin atanacağı konusunda son sözü NATO
söyleyecekti. Savunma konusundaki sorumluluk, üç egemen güce düşecekti, ama
hepsi de NATO üyesi olduklarından, “onlar da adanın savunması için ilgi
duymaları için Kuzey Atlantik Konseyi’ne bakmaları akla yakın olacaktı.” İç
güvenlik için, vali, eşit sayılarda İngiliz, Türk ve Yunan askerlerinden
oluşacak bir gücü çağırabilecekti. Radcliffe’in önerileri, adanın İngiltere’ye
ait olmayacak kısmının kendi kendini yönetmesi için temeli oluşturacaktı.
(İngiliz Kabine Tutanakları CC57 51, 11.7.1957)
...Yunanistan ve Türkiye’nin işbirliğinden yana
olmadığı anlaşılınca, İngiliz Dışişleri Bakanlığı, Kıbrıs girişimi için olası
seçenekleri gözden geçirmek için, 12 Eylül 1958’de Londra’daki ABD
Büyükelçiliği’nde Amerikalı yetkililerle ayrıntılı gizli tartışmalar yaptılar.
Macmillan kendi planı için Amerikan desteğini sağlayacağını ümit etmekteydi,
ama Amerikalıların ciddi kuşkuları vardı. (İngiliz Sömürge Bakanlığı Belgeleri
CO926/627, Telgraf 811, 12.9.1957; Telgraf 274, Paris’ten Dışişleri’ne) Amerikalılara
göre, egemenlik paylaşılacağına ve anlaşmazlık başvuruları NATO’ya yapılacağına
göre, kondominiyum planında son yetkinin nerede olacağına ilişkin belirsizlik
vardı. Bunun yerine, Radcliffe-tipi kendi kendini yönetim getirecek bir geçici
dönem ile ulaşılacak olan bir garantili bağımsızlık sistemini tartıştılar.
Radcliffe, sadece Kıbrıslı Türkleri etkileyecek konularda üçte ikilik bir
çoğunluğu gerektirecek olan ve Kıbrıs Rumlarının çoğunlukta olacağı bir meclisi
önermekteydi. Bu düzenleme bir dizi NATO gücü tarafından garanti altına
alınacaktı ve sadece karşılıklı anlaşma ile değiştirilecekti. İngilizler,
geçici yapısı nedeniyle, bunun entrikalarla geliştirilmesinin Yunanistan ve
Türkiye’yi teşvik edeceğini düşünmekteydi. Böylece gerginlik devam edecek ve
İngiliz sorumlulukları da pek azalmayacaktı. Ayrıca, tridominiyumun, komünist fesata karşı, demokratik bir
hükümete kıyasla daha ciddi bir engel sunacağını düşünmüşlerdi. (İngiliz
Sömürge Bakanlığı Belgeleri CO926/927.141, İngiliz ve Amerikan yetkilileri
arasındaki gizli görüşmelerin raporu)
(s.54-56)
“...Grivas, solcu muhalifleri üzerine ürpertici
saldırılar düzenlemekteydi. (İngiliz Kabine Tutanakları CC58 4, 6.1.1958)
Sendikacıların öldürülmesi -bir tanesi kilise bahçesindeki ağaca bağlanmış ve
karısının gözleri önünde ölünceye kadar dövülmüştü- büyük sokak gösterilerine
ve solcuların ada çapında protesto grevleri yapmalarına yol açmıştı.” (s.57)
AYRICA TÜRK VE NATO ÜSLERİ
“Kıbrıs’ta vali Foot döneminde yönetici sekreteri
olarak çalışmış olan John Reddaway’e göre, belli bir süreden sonra, Kıbrıs’a
kendi kaderini tayin hakkının tanınması koşullarından biri de, olası bir Türk
üssü de içinde olmak üzere, adada NATO’ya üsler verilmesinin öngörülmesiydi.
İngiliz Dışişleri Bakanlığı, bunu inkar etmekteydi. (J.Reddaway, Burdened with
Cyprus: The British Connection, London 1986, s.104)
TÜRKLERİN ÖFKE VE TELAŞI
Foot adanın gelecek statüsü üzerinde Yunan
vetosuna izin vermenin Türkler üzerinde yapacağı etkiyi önceden göremedi. Öfke
ve telaşa kapılan Türkler, toplumsam özerklik veren Foot’un planının her
maddesine karşı çıktıklarını duyurdular. Türkler, İngilizlerin denetimi
devretmeleri öncesinde, en azından kendilerine taksim güvencesi verilmeden ,
kendi egemen üs bölgelerine geri çekilmelerine karşıydılar. Ayaklanmalar,
Lefkoşa’nın Türk kesimini tutuşturdu. Kalabalıklar, “Ya Taksim, Ya Ölüm” ve
“İngiliz katilleri halkımızı öldürüyor” sloganlarını taşıyarak sokakları
doldurdular. En az beş Kıbrıslı Türk, güvenlik güçlerinin harekete geçmesi
üzerine hayatını kaybetti. Foot, “anlaşmazlık, müttefikler arasında
çözümlenemezse, hepsinin de hiçbir amaca hizmet etmeden cehenneme gidecekleri
konusunda uyarıda bulundu.” (The Times, 8.2.1958)
Bu arada Foot ile Lloyd Ocak 1958’de, Bağdat Paktı
toplantısı için Ankara’yı ziyaret ettiler ve Vali Foot’un planının geleceğinin
olmadığını gördüler. Türkler, Ankara’da, herhangi bir siyasal gelişme konusunda
anlaşma sağlanmadan, federal bir anayasa üzerinde ısrarlıydılar ve Kıbrıs’ta
derhal bir üs elde etmek istiyorlardı. (İngiliz Sömürgeler bakanlığı Belgeleri,
CO926/627.185; İngiliz Kabine Tutanakları CC58 12, 28.1.1958) (İngiliz)
Bakanlar böylesi bir üssün, adaya daha fazla silah taşınması için
kullanılacağından ve daha çok çatışmayı körükleyeceğinden korktular. Adanın gelecek
statüsü ile ilgili Türklerin veto hakkı,
planın Karamanlis tarafından da kabul edilmemesine yol açtı ve girişim suya
düştü. (İngiliz Kabine Tutanakları CC59 14, 4.2.1958)
Macmillan’ın sabrı tükenmekteydi,. 14 Şubat’ta
Lefkoşa havaalanında Foot ile yaptığı bir görüşmede, Atina veya Ankara’nın
muhalefetine veya adadaki tedhişe bakmadan, bir planın seçilerek uygulanması
için zamanın geldiğine karar verdi. Bunun şimdi artık Amerikan desteği
sağlanmadan gerçekleştirilemeyeceğini anlamıştı. (Hugh Foot, A Start in
Freedom, London 1964, s.165)
...İngiltere kabinesi, Mayıs ortasında yaptığı bir
toplantıda, Foot planında öngörüldüğü gibi, İngiliz askerlerinin sayısının
planlandığı gibi azaltılması halinde, 7 yıllık bir geçici süre için bile olsa
Kıbrıs’ta barışı korumalarının “askeri açıdan kabul edilemez” olduğu konusunda
uyarıda bulundu. Hükümet, Kıbrıs’ın geleceği ile ilgili olarak 19 Mayıs günü
geniş bir açıklama yapacaktı, ama Macmillan’ın önerecek başka hiçbir önerisi
kalmamıştı. Açıklamanın yapılması, NATO konseyinin yapacağı toplantıda gizli
olarak bir planın sunulması ve onaylanmasının güvenceye alınması için zaman
kazanmak üzere ertelendi.
Lloyd’a verilen talimata göre, Kopenhag’ta
yapılacak olan NATO toplantısında, Dulles’ın, ilk sunulan tridominiyum
planınına destek vermesi ve işbirliği yapması için Yunanistan’a baskı
uygulamada yardımcı olması istenecekti. Macmillan, Lloyd’a, Dulles’ı
etkilemesini, bunun iyi ve hatta asil bir plan olduğunu, Batılı ülkelerin daha
büyük tehlikeler karşısında kendi aralarındaki eski görüş ayrılıklarını yok
edebileceklerinin bir örnek oluşturduğunu, kendi yurttaşlarını ve geriye kalan
dünyayı ikna edebilmek için büyük miktarda risk alıp, bütün çabayı göstermeye
hazır olduğunu söylemesini istedi.(Macmillan, Riding the Storm, s.666-7) Macmillan, Foot planının, adadaki
karışıklıkları gidermek için, tridominiyum öncesindeki geçici sürede, iç
konularda kendi kendini yönetim için bir temel görevini yapmasını istemekteydi.
Ama Amerikalılar garantili bağımsızlıktan yanaydılar ve Yunanistan ile
Türkiye’yi etkileme gücü ellerindeydi.” (s.58-59)
KIBRISLI TÜRKLERİN KIŞKIRTMALARI
“...Bir Kıbrıslı Türk sözcü verdiği bir demeçte,
kendi gelecekleriyle ilgili herhangi bir uzlaşmaya silahla karşı koyacaklarını
ve Türk hükümetinin askeri birlikler ve gemiler de içinde “her araçla” destek
sözü verdiğini söyledi. (İngiliz Sömürgeler Bakanlığı Belgeleri CO926/627.207;
213) Kıbrıs Türk liderleri Dr.Fazıl Küçük ile Rauf Denktaş, Macmillan’ın kendi
kaderini tayin hakkını Kıbrıslı Rumlara vermek üzere olduğuna ilişkin dehşetli
uyarılarda bulundular. Türkler Eden tarafından 1955’de teşvik edilen taktikleri
kullandılar ve tedhişten yüksek sesle söz eder oldular. 7 Haziran 1958’de,
Macmillan, Eisenhower ile görüşmelerini ilerletmek için oraya uçtuğu gün,
Lefkoşa’daki Türk Haberler Merkezi bombalandı ve bu olay, iki ay sürecek olan
katliam, ayaklanma ve kundaklama olaylarını başlattı. Bombanın bir Türk ajan
provokatör tarafından atıldığına inanılmaktaydı. İngilizlerin yaptığı
soruşturmada, büro önündeki mobilyanın, patlamanın olmasından önce, daha emin
bir yere kaldırıldığı ortaya çıkmıştı. Bombalamadan sonra, yüzlerce Kıbrıslı
Türk ellerinde değnekler, sopalar ve diğer aletler olduğu halde sokaklara
döküldüler ve polis arabalarına saldırdılar; Lefkoşa’nın eski mahallelerindeki
Rum binalarını yaktılar, yağmaladılar. Taktikler, önceden planlanmış örgütlü
bir eylemin bütün belirleyici özelliklerini taşımaktaydı. Tedhiş, derhal diğer
kasabalara da yayıldı. İlk geceki çarpışmalar sonunda 4 kişi öldü, birçok kişi
de yaralandı, fabrikalar ve dükkanlar ateşe verildi.
Ertesi gün 200,000 kişilik bir kalabalık,
Kıbrıs’la ilgili İngiliz politikasını protesto etmek için İstanbul’da toplandı. İngiliz ve Yunan
Konsolosluklarına doğru yürüdüklerinde, tanklar ve silahlı birlikler tarafından
dağıtılmak zorunda kalmışlardı. Türkiye Dışişleri Bakanlığı yayımladığı bir
açıklamada, Türkiye’nin, kendi güvenliğini sağlamak için tek çözüm şeklinin
Kıbrıs’ın taksimini gerçekleştirmek üzere tam ve olgun bir karara vardığını duyurdu.
Küçük, bu mesajı ülkesine duyururken, kitle halindeki kalabalıklar, İngiliz
aleyhtarı sloganlar taşıyan yaftalarla “Ya Taksim, Ya Ölüm” diye
bağırmaktaydılar. Küçük, Türk ve Rum toplumlarının artık birarada
yaşayamayacaklarını söylerken, başka bir konuşmacı da 26 milyon Türkün Kıbrıs
için ölmeye hazır olduğunu duyurmaktaydı. Türk askeri birlikleri, adanın karşı
kıyılarında toplanmaya başlamıştı. Ayaklanmalar, vahşi öldürmeler ve iki toplum
arasındaki meydan kavgaları günlerce devam etti. Lloyd kabineye, Kıbrıslı
Türklerin “Kıbrıs’ta iki toplumun uyum içinde yaşamasının olanaksız olduğu
izlenimini yaratmak için, isteyerek bu çabalara giriştiğinin anlaşıldığını”
söyledi. Çarpışmaları yatıştırmak için 10,000’den fazla askeri birlik
kullanılmıştı. (İngiliz Kabine Tutanakları, CC58 47, 10.6.1958)
MACMİLLAN’IN TAKSİM TEHDİDİ
...Türkler 15 Haziran’da planı reddedip, Kıbrıslı
Türkleri koruyacak tek aracın taksim olduğunda ısrar ettiler. NATO’daki
müttefiklerine, taksimin zaten kendiliğinden oluşmakta olduğunu, Türk nüfusun
kitleler halinde yer değiştirdiği 7 köyün de listesini verdiler (aslında bu
köylülere, eğer kaçmazlarsa öldürülecekleri söylenmişti). (İngiliz Sömürge
bakanlığı Belgeleri, NATO görüşmelerinin raporu CO926.627.213; 236)
... Macmillan planının ayrıntıları, 19 Haziran’da
Avam Kamarasında ilk defa açıklandı. Başbakan planın “ortaklıkta bir serüven”
olduğunu söylemekteydi. Plan, adadaki İngiliz askeri üs ve tesislerini
güvenceye alırken, ayrı meclislerle, her topluma kendi meselelerinde özerklik
tanıyarak, iç işlerinde kendi kendilerini yönetmelerine izin
vermekteydi....Başbakan, Rumları uyararak, İngiltere’nin bu girişimi
başarısızlığa uğrarsa, Lennox-Boyd’un Aralık 1957’de söylediği gibi, eğer kendi
kaderini tayin hakkı tanınacak olursa, bunun ayrı ayrı olarak, hem Kıbrıslı
Türklere, hem de Kıbrıslı Rumlara tanınacağını söylemekteydi. (İngiliz
Sömürgeler Bakanlığı Belgeleri, NATO görüşmelerinin raporu CO926/627.236, 16
Haziran, Telgraf 85; 627.239 Telgraf 80)
Grivas, Macmillan’ın ortaklık fikrini “gülünç ve
garip” bulurken, Makarios’un dış işleri konularındaki özel danışmanı olan Zenon
Rossidis, İngiliz planının uygulanması halinde, her iki toplum için ortak bir
yasama meclisi bulunmadığından, birleşik bir Kıbrıs ümidinin daimi olarak
ortadan kaldırılacağını söyledi ve Macmillan’ı “yapay olarak körüklenmiş olan
bir anlaşmazlığın geçici bir dönemini” alıp buna “bölücü bir anayasa ile kalıcı
bir şekil vermek”le suçladı. (The Times, 1.7.1958) Averof, bundan “daha kötü
bir çözüm”ün bulunamayacağını düşünmekteydi ve Yunanistan’ın NATO’dan tamamen
geri çekileceği tehdidini öne sürdü. Ama İşçi Partisi’nden Aneurin Bevan,
Rumları özel olarak uyararak, eğer plan başarıya ulaşmazsa, Macmillan’ın,
güneydeki iki üsse geri çekilerek, Kıbrıs sorunundan ellerini yıkayıp
ayrılabileceğini ve 35. paralelin kuzeyinde kalan bölgeyi gelip alması için
Türkiye’ye çağrıda bulunabileceğini söylemişti. (Averof, Lost Opportunities,
s.243)
Kıbrıs’ın kaderi, artık sadece İngiltere’nin karar
vereceği bir sorun değildi. İngiltere artık bölgedeki gerçek güç değildi ve
Ortadoğu’daki diğer olaylar da bunu gösterecekti...Kıbrıs, bölgede önemli
askeri operasyonların başlatıldığı bir yer haline gelecekti. (s.61-64)
1958’de
Amerika ve İngiltere’nin Lübnan ve Ürdün’e yaptıkları askeri müdahalede Kıbrıs
kullanıldı.
Kasım
1958’de Makarios Kıbrıs’ın Yunanistan, Türkiye ve İngiltere’den bağımsız bir
cumhuriyet olmasını önerdi. Kıbrıs konusu NATO’ya götürüldü. Yunanistan ve
Türkiye İngiliz planlarını reddetti. Amerika, Londra’yı hükümsüz bıraktı.
Şubat
1959’da Amerikalıların baskı yapmasından sonra, Yunanlılar ve Türkler, Kıbrıs’a
garantili bağımsızlık verilmesini kabul ettiler. Macmillan, İngiltere’nin
üslerini koruması koşuluyla, egemenliği devretmeye hazırlandığını açıkladı.
Amerikalılar, Eylül 1957’de İngilizlerle gizlice
tartıştıkları ve NATO güçlerinin garanti edeceği bir bağımsızlık sistemi ile
sorunun çözümlenmesini tercih etmekteydiler. Özel buluşmalarda ve NATO
toplantılarında “garantili bağımsızlık” görüşünü ısrarla öne sürdüler.
BM TOPLANTISINDAKİ ABD MÜDAHALESİ
25 Kasım’da BM Siyasi Komitesi’nde yapılan
tartışmada Türkiye Dışişleri Bakanı Fatin Zorlu Yunanlıları enosis talebini
sürdürmekle suçlarken, uzun erimde adanın taksimi olasılığını dışlamayı
reddetti. Türkler, uluslararası
topluluğun taksimi kabul etmeyeceğini yavaş yavaş anlamaya başladılar. Taksim
de enosis gibi uluslararası topluluk tarafından kabul edilmemekteydi.
4 Aralık 1958 günü BM’deki Amerikan temsilcinin
müdahalesi sonucunda üç ilgili devlet ve Kıbrıslıların temsilcileri arasında
adanın geleceği için görüşmelere başlanmasını öngören nihai bir karar kabul
edildi. Lloyd, Amerikalıların BM’de perde arkasında yaptıkları “paha biçilmez
çalışmalar” için şahsen teşekkür etti. Ertesi gün Zorlu ile Averoff, Kıbrıs konusundaki
ilk ayrıntılı görüşmeyi yaptılar. Zorlu, Washington’un garantili bağımsızlık
öngören ilk fikrine çok yakın olan ayrıntılı öneriler sundu ve taksim görüşünde
ısrar etmekten aniden vazgeçti. Averoff’a göre, “10 gün süren tartışma
süresince, Zorlu’nun hem davranışları, hem de konuşmaları önemli ölçüde
değişmişti.” (Averoff, Lost Opportunities, s.299)
Zorlu, Kıbrıs Türk toplumunun Kıbrıslı Rumlar
tarafından batırılmasını önlemek için daha güçlü olan toplumun, nüfusları
arasındaki nisbi farktan daha fazla olacak bir oranda, iktidar gücünün bir
kısmını paylaşmaya hazır olması ve devlet başkanının iki toplum arasında
değişmesi gerektiğini söyledi. İki üssün İngilizlere bırakılmasını isterken,
ayrıca Türkiye’ye güney sahillerini koruması için deniz kenarında iki üs
verilmesini istedi. Yunanistan’a da ada üzerinde Türkiye’ninkilerden daha büyük
üsler verilmesine de karşı çıkmayacaklarını söyledi. Averoff, Kıbrıslı Türklere
siyasal eşitlik verilmesini istemiyordu, ama bazı konularda onlara toplumsal
özerklik verilmesini, İngiliz üsleri dışındaki iktidar paylaşımında ve federal
hükümette %30 pay verilmesini istemekteydi. Zorlu, anlaşma için bir temelin
bulunduğunu ve geri hükümetlerine durumu bildirmeleri gerektiğini söyleyerek,
bir hafta sonra Paris’te yapılacak olan bir sonraki NATO Konseyi toplantısında
konunun yeniden tartışılabileceğini belirtti. (Averoff, Lost Opportunities,
s.302-3)
Zorlu Paris’e gelirken, Amerikalılar tarafından
onaylanmış bir anlaşma taslağı getirdi. Averof, Zorlu’nun, ada üzerinde bir
Türk üssüne olan gereksinim konusunda ısrarlı olduğunu, ama taviz vermeye de
hazır olduğunu, anlaşmaya varmak için bir acele içinde olduğunu söylemektedir.
(agy, s.311)
O gece Zorlu, Selwyn Lloyd ile İngiliz
Büyükelçiliğinde buluştu ve Averoff ile yaptığı görüşmeyi anlattı. Lloyd, Zorlu
ile Averoff’un yol almakta oldukları yönden endişelenmişti ve şu uyarıda
bulundu: İngiltere bağımsızlığı bazı yönlerden olası en kötü sonuç olarak
görmektedir. Çünkü “Rusların Kıbrıs’a gelmesine” yol açma tehlikesi vardı. Ama
Zorlu, kendisinin Averoff ile tartıştığı çözümün “gerçek bir bağımsızlık şekli”
olmadığı konusunda ona güvence verdi. Anayasaya, ittifakların ve her iki
tarafın da iki toplumla ilgili veto hakkı olacağının yazılmasının gerekeceğini
söyledi. Ada, Yunan veya Kıbrıslı bir ada değil, bir Türk-Yunan adası olacaktı.
İngiliz üsleri dışındaki egemenlik Türkiye ve Yunanistan arasında
paylaşılmalıydı. Üsler üzerindeki İngiliz egemenliğinin devam edeceği konusunda
görüş birliği vardı. Zorlu, Averoff’un da kabul ettiği gibi, ilerlemek için,
önce ikisi arasındaki farklı görüşler giderilecek ve ondan sonra İngilizlerle
konuşulacaktı. Zorlu, Amerikan onayını alacağını önceden bilmekteydi. Lloyd,
Türk-İngiliz çıkarlarının güvenceye alınmasını, Averoff ile yapacağı konuşmalarda
Zorlu’ya bırakmıştı. Bu da girişimin artık İngilizlerin elinden çıktığının
gizli bir itirafıydı. Macmillan bu haberi alınca, Foot’a şöyle dedi: “Nihai bir
anlaşma gibi birşey, elimizin altında olabilir...bunun doğru olması çok da iyi
görünüyor.” (İngiliz Sömürgeler Bakanlığı Belgeleri, CO926/630.622, 16.12.1958
günü, ö.s. saat 11.15’de Paris’teki Büyükelçilikte yapılan toplantının
tutanağı; 17.12.1958 günü Macmillan ve Lennox-Boyd’dan Foot’a gönderilen
Telgraf)
TÜRKİYE VE YUNANİSTAN ANİDEN ANLAŞIYORLAR
...Yunanlılar ve Türkler aralarındaki görüş
farklarını giderdiler ve Yunanistan, Türkiye, İngiltere ve Kıbrıs arasında
yapılacak bir anlaşma ile garanti altına alınacak bir bağımsızlığı önerdiler.
İç yapı için iktidar paylaşımı ve çoğunluk yönetimi arasında bir uzlaşmada
anlaştılar. Kıbrıslı Rum bir Cumhurbaşkanı olacak, ama yardımcısı bir Kıbrıslı
Türk olacaktı; ayrı toplum meclisleri olurken, ortak bir de Ulusal Meclis
olacaktı; Yunanistan’da 950 ve Türkiye’den 650 kişilik askerle desteklenecek
ortak askeri bir karargah kurulurken, her iki toplumdan alınacak 2500 kişilik
Kıbrıslı bir askeri güç de oluşturulacaktı. İngiltere iki egemen üs bölgesini
elinde tutacaktı.” (s.69-73)
...Varılan nihai anlaşma, İngiliz yetkililerin
Eylül 1957’de Amerikalılarla yaptıkları gizli toplantıda Amerikalılar
tarafından savunulan, ama İngilizlerin zorluklarla dolu olacağını
savundukları ilke temelindeydi.
Toplantının İngilizler tarafından tutulan tutanaklarına göre (İngiliz Sömürgeler
Bakanlığı Belgeleri, CO926/627.141, 10.57), Amerikalılar garantili bağımsızlığı
nihai çözüm olarak görmekteydiler. Amerikalılar şöyle demekteydi: “Varılan
anlaşma bazı NATO ülkeleri tarafından garanti edilecek ve sadece karşılıklı
anlaşma ile değiştirilebilecek.” Türkler bu fikri açıkça reddetti, ama bu
öneriler Ankara’nın teşviki sonucu, yine de Şubat 1959’da Zürih anlaşmasına
girdi. Türkler, taksimin yapabilecekleri en son taviz olduğunda ısrarlı iken,
hayret verici bir dönüş yapmışlardı.
TÜRK-YUNAN GİZLİ ANLAŞMASI
Sonunda yapılan anlaşma, Macmillan tarafından “ortaklık ruhu”
nedeniyle takdir edildi. Karamanlis anlaşmayı “dostluk” sembolü olarak gördü.
Menderes de “iki toplum arasında bir barış ve içten bir işbirliği dönemi”
açıldığından söz etti. Ne var ki, bir de gizli gündem vardı. Yunan ve Türk
liderleri, Kıbrıslılara asla açıklanmayacak gizli bir “efendiler anlaşması”na
varmışlardı. İngiliz kabinesine bu anlaşmanın ayrıntıları gösterilmiş ve
Dışişleri Bakanlığı bunun “herhangi bir aşamada” yayımlanmayacağını söylemişti.
Ama bu belge günışığına çıkmıştır. Yunanlılar ve Türkler Batı savunmasının
çıkarları için Kıbrıslıların kendi kaderlerini tayin etmelerini, daha yeni bir
ulus doğmadan, sınırlandırmak istemişlerdi. Yapılan anlaşmada, Karamanlis ile
Menderes, yeni Kıbrıs devletinin NATO’ya girmesi ve AKEL ile bütün komünist
etkinliklerin -AKEL’in Kıbrıslılar arasındaki kitlesel sevilirliğine rağmen,
yasaklanması konusunda baskıda bulunmak için söz birliği etmişlerdi. (İngiliz
Kabine Belgeleri, C59 32, 16.2.1959) (s.74-75)
“GARANTİLİ BAĞIMSIZLIK”IN İLANI
15 Ağustos 1960 gününün geceyarısı, İngiliz
bayrağı Lefkoşa’daki Hükümet binasından indirilirken, trompetler bir fanfar
çaldı ve 21 pare top atışı ardından yeni Kıbrıs devleti doğdu...Kıbrıslı
Rumlar, NATO’nun baskısı altında kalarak, kendilerine seçilmiş bir çoğunluğun
hükümet etmesini tanımayan, kendi anayasalarında değişiklik yapmayı yasaklayan
ve adada NATO güçlerinin askeri etkisini güvence altına alan bir anayasayı
kabul etmek zorunda kalmışlardı. Anlaşmalar, Kıbrıslılara gerçek bir özgürlük
getirmeyecek şekilde hazırlanmıştı. Anlaşmalar, Kıbrıs’ın siyasal sorunlarının
Yunanistan ile Türkiye arasında bir savaşa yol açmasını önleyerek, adadaki
hükümetin anahtar alanlarda, halk böyle istese bile, komünistlerin denetimine
geçmesini durdurarak ve hayati önemdeki askeri tesislerin Batının kullanımı
için hazır tutarak, Batının savunma çıkarlarını güvence altına almayı
amaçlamaktaydı...”Bağımsız” Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran 1960 anlaşmaları, 103
sayfaydı, ama bunun 56 sayfası, Kıbrıs’taki askeri ve istihbarat tesislerinin
İngiltere tarafından sürekli olarak kullanımını güvenceye almak için birçok
ayrıntıyla kaleme alınmıştı. Zorunlu olan, adayı Sovyetlere karşı verilmekte
olan küresel savaşta batmayan bir uçak gemisi ve istihbarat üssü olarak tutma
ve Doğu Akdeniz ile Ortadoğu’da Batının askeri etkisini geliştirmekti. “
(s.77-78)
(“Hazırlayan: A.Can imzasıyla”, Kıbrıs’ta Sosyalist
Gerçek dergisi, Eylül-Ekim 2000, Sayı:56-57)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder