15-19 Şubat 1996 tarihlerinde Paris’te yer alan
“Uluslararası Dil, Dünya Kültürleri ve Seyahatleri Fuarı”na (Expolangues), KKTC
adına Eğitim ve Kültür Bakanı Ahmet Derya ile İstanbul’da yaşamakta olan şair
Hakkı Yücel katılmışlar.
Türkiye basınından öğrendiğimize göre, Holiday Inn Hotel’de kalan Azerbaycan ve KKTC
Kültür Bakanlarının odaları soyulmuş.Azeri Bakanın kırılan kasasından 1O bin
dolar, KKTC’li bakanın bavulundan da 15 milyon TL çalınmış. Olay gece yarısı
farkedilince polis çağırmak isteyen bakanlara “müdür burada yok, polisi yarın
çağırırız” yanıtı verilmiş. Olayı Milliyet’teki köşesinde aktaran Duygu Asena “Türkiye dil fuarında
onur konuğu, ama Fransızlar Türk’lerden hiç hoşlanmadıkları öyle belli ki” diye
yazmış.
Derya hiç üzülmesin başka dış seyahatlerde alacağı
harcırahla bu kaybını bir güzel giderir. Geç de olsa geçmiş olsun dileriz.
Başka defa paracıklarını bir çıkı yapıp cebinde saklasın bari.
Hakkı Yücel’in Ahmet Derya ile birlikte Paris’e gittiğine
ilişkin haberin Kıbrıs gazetesinde yayımlanmış olmasından habersiz kaleme
sarılan M.Kansu, bu etkinliğe Türkiye ve diğer Türki Cumhuriyetlerden katılacak
yazarların adlarını Milliyet Sanat’tan aktararak verdikten sonra, “üç kişiyle
bile BİZ niye yoktuk” diye yazınca bir çuval inciri berbat etti. Zaten
gazetenin Kültür-Sanat sayfası da çalakalem hazırlandığı için, konuyla ilgili
haberler TC basınından makaslanmış ve
her zamanki “taktik” gereği, işine geldiğine göre habercilik yapıldığından,
KKTC’nin de bu fuarda bir stand ve konferansla temsil edileceğine ilişkin haber
aktarılmamıştı.
Konferanstan sonra kaleme bu defa Hakkı Yücel sarılmış ve
haklı olarak sormuş: “Söz konusu gazetelerde yer alan haber, ya da yazılarda
KKTC’nin bu etkinliğe katıldığından hiç söz etmemek bir unutkanlıktan mı
kaynaklanıyor; yoksa bu etkinlik ve haber kasıtlı olarak es mi
geçiliyor?..Yoksa tepki bu etkinliğe katılan ve konferansı veren şahsa mı
yönelik?”
Sonraki tartışmalardan da sezinleneceği gibi, bizi
Kıbrıs’ta yaşamakta olan bir kültür adamının değil de, sırf CTP’li ve Kültür
Bakanı’nın yakın dostu olduğu için, İstanbul’da yaşamını sürdürmekte olan bir
kişinin Paris’e götürülmesi Kıbrıs’ta hoşnutsuzluğa yol açtı.
Yücel’in serzeniş yazısı üzerine, bu defa sıra M.Kansu’ya
geldi. Yazdığı yeni bir yazıda, “bu olayda bir iletişimsizlik ve yanlış
anlaşılma söz konusudur” diyerek, Hakkı Yücel’in yaptığı konuşmanın basına ve sanat-kültür
örgütlerine iletilmesini önerdi. Çünkü bu tür dış geziler, hep ahbap çavuş
ilişkileriyle ayarlandığı için ve her zaman söylediğimiz gibi Kıbrıs Türk
toplumunun değil de, kişilerin reklamı amaçlandığından, hep kapalı devre
çalışılır ve toplum adına kimin, nerede, ne söylediği bilinmez.
Kıbrıs gazetesinin Kültür-Sanat sayfasını yöneten Fikret Demirağ, bu sağırlar
diyaloğuna geç de olsa katılarak, yazdığı bir yazıda Hakkı Yücel’i ne olur, ne
olmaz, gelecekte paslaşılabilir düşüncesiyle bir güzel yağlarken, yıllanmış
arkadaşı M.Kansu’ya da fırçasını atmış: “M.Kansu’nun görüşleri yalnızca
kendisini bağlar. Benim, adı belli ölçüde bilinen birisinin yazısını
“sansürlemek” gibi bir tutumum yoktur ve hiç de olmamıştır.Kendi alanında,
kendi ölçeğinde bilinen biri “kendi kamburunu -varsa- kendisi taşıyabilir”
görüşündeyim.” Demirağ daha ileride de “M.Kansu’nun yazısında yer alan (nasıl
ifade ettiğini, yazı şimdi önümde olmadığı için bilemiyorum) görüşlerle”diye
yazarak, dayanaksız ve gelişigüzel “eleştiri” yazısı yazmakta olduğunu ortaya
koymuş. Sayfasına haber kırparken de “KKTC’nin temsili ve Hakkı Yücel’le ilgili
satırları ne yazık ki -gözüne çarpmadığı için- günlük iş hızının telaşı içinde
atlamış”mış!
Kalem sallama sırası yeniden M.Kansu’ya geçtiğinde, bu
defa da F.Demirağ’la kapıştıklarını
anlıyoruz: “İşte ben, o “kambur”umla varım” başlıklı yazıda, bir klik
tarafından ele geçirilmiş olan K.T.Sanatçı ve Yazarlar Birliği’nin Kültür
Bakanlığı’na dikte ettirmek istediği sözümona “ilke”ler uyarınca eğer görüşü
sorulsaydı, Demirağ’ın yazdığı gibi Paris’e gidecek kişi olarak Hakkı Yücel’in
önerilmeyeceği ve farklı bir görüşün var
olduğu anlaşılıyor.
KTSYB’nin katılımcılık esasına göre değil de, dar bir
kliğin isteğine göre çalıştığını ve
“katılımcı yapısal oluşumun gerçekleşmesi kaçınılmazdır düşüncesinde olan
sanatçı ve örgüt yöneticilerinin sayılarının da sanılanın çok üstünde” olduğunu
da bu kapışma sırasında öğrenmiş olduk. M.Kansu’nun sözümona bir üslup
denemesi olarak tartışmaya katılanların adlarını açık olarak değil de, baş
harfleriyle yazması da Fikret Bey’i pek kızdırmışa benziyor. Anlaşılan bütün
taraflar da “kamburlu” imiş ki kirli çamaşırlar ortaya konmuş. Hay siz
yaşayasınız! KTSYB’ni ele geçirmiş olan üç-beş çıkarcının bu “ben” merkezli böbürlenme hastalıkları
sürdükçe daha ne “dost” kavgaları göreceğiz
(Kıbrıslı
Türkün Sesi dergisi, Sayı:10, 20 Mayıs-20 Haziran 1996)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder