Kıbrıs Türk toplumunun Kıbrıs
sorunu ile birlikte yatıp kalkmaya başladığı 1950’li yıllardan bu yana düşün
yaşamımızda bir tekdüzelik ve kısırlık dikkati çekmektedir. Kıbrıs Türk
liderliğinin görüşü tek doğru görüş olarak kabul edildiği için, bundan farklı
düşünenler daima baskı ve kısıtlamalar altında tutulmuşlardır. Farklı çözüm
yolları önerenler, ya ölüm ve tehditlerle 1958, 1962 ve 1965’de olduğu gibi
sindirilmiş, ya da görüşlerinin basın
yoluyla geniş kitlelere iletilmesine engel olunmuştur. 1955 yılında bir
grup ilerici Kıbrıslı Türk tarafından yayımlanmakta olan İnkılapçı gazetesi
İngiliz sömürge yönetimi tarafından kapatılmazdan önceki bir sayısında, gazete
yönetimine iletilen bir tehdit mektubunda “İnkılapçı gazetesini durdurunuz,
öldürüleceksiniz, kafanız ezilecektir” vb ifadeler kullanıldığını belirterek,
“Maşallah! Tavuk kafası mı ezeceksiniz be birader?” diye sormaktaydı. Ama
gazetenin yazı işleri müdürü Fazıl Önder, l958 yılı içindeki “solcuları
temizleme harekatı”nda öldürülerek, liderliğin siyasal görüşlerine karşı
çıkan diğer demokratlar gibi
susturulacaktı.
1962 Nisan’ında da Cumhuriyet
gazetesinin sahip ve yazarları olan Ahmet M.Gürkan ile Ayhan Hikmet,
Lefkoşa’nın Rum kesimindeki Bayraktar ve Ömeriye Camilerinde patlatılan
bombaların birer kışkırtma eylemi
olduğunu halka duyururken, olayların sorumlusunun “yüzündeki maskenin
indirileceği günün yakın olduğunu” yazdıkları günün gecesinde hunharca öldürülmüşlerdi.
Üç yıl sonra sendikacı Rum arkadaşı ile birlikte katledilen Derviş Ali
Kavazoğlu’nun da “suç”u, Kıbrıs Türk liderliğinden farklı bir siyasal görüşe
sahip olmasıydı.
1974’den sonra gelişen siyasal
ortamda çok partili siyasal yaşama geçildi, ama tam demokratik bir düzene
ulaşılamadığı için, başta siyasal olmak üzere
çeşitli konularda farklı görüşe
sahip olanlar üzerindeki baskılara son verilmedi. Sağ ve sol partileşmeler
içinde tam bir bağnazlık yaşandı ve siyasal yaşamımıza değişik ve yeni fikirlerin
gelmesi hep engellendi. Siyasal partiler içinde Genel Başkan ve onun
yakınlarının düşünceleri egemen kılındı, farklı görüş ve düşüncelere ya değer
veren olmadı, ya da bunları savunanlar safdışı edildiler. Parti gazetelerinde
farklı görüş taşıyanların yazılarına ya hiç yer verilmedi, ya da otosansüre
tabi tutulan yazılar yayımlanabildi. Özellikle Kıbrıs sorunu konusunda “milli
çizgi”nin dışındaki yazıların yayımlanabilmesi hep sorunlu oldu. Kıbrıs’ta
görev yapmış bir diplomatın şu gözlemi çok anlamlıdır: “Sizin bütün günlük
gazetelerinizi yarım saatte gözden geçirirken. Rumca gazetelerdeki fikir
yazılarını okumak iki-üç saatimizi alıyor.”
Dinamik üniversite gençliğinin
ülkemiz sorunlarını tartışmak amacıyla geçen yıl başlattıkları “Genç Kıbrıslı
Günleri” başlıklı toplantılar, bu yıl da geniş bir konu zenginliği ile
gerçekleştirildi. Gerek Türkiye’den getirtilen öğretim görevlileri, gerekse çoğunluğu
buradan seçilmiş konuşmacılar birçok
toplumsal soruna ilişkin görüşlerini özgürce dile getirme olanağını buldular.
Gerçi basın ve yayın organları bu toplantıları topluma duyurmuşlar, ama bu 11 tartışmada nelerin konu edildiğinden
halkı yeterince bilgilendirememişlerdir.
Öte yandan katılım olarak da üniversite gençliğinin duyarlı kesimi dışında,
özellikle kültür ve siyaset adamlarının da pek az ilgi göstermiş olması dikkati
çekmiştir.Sadece kendi partilerinin düzenlediği gecelere katılma alışkanlığına
sahip olanlar, böylesi bir tartışma ortamından uzak kalmayı yeğlemişlerdir.
Bir başka kayda değer olumsuzluk
da, kendisini “Kıbrıs Türk Mücahitler Derneği” olarak adlandıran kuruluşun,
yüksek öğrenim gençliği tarafından düzenlenen bu tartışma geceleriyle
birlikte, Kıbrıs’ta barış ve
toplumlararası yumuşama için yapılan bazı etkinlikleri “Yıkıcı faaliyete dur!”
başlıklı bir bildiri ile mahkum etmeye çalışması oldu. Üniversite Temsilciler Konseyi (ÜTK) yayımladığı bir basın
bildirisinde “demokratik güçlerin
demokrasiyi hazmedemeyenlere karşı her zaman galip geleceğini”
vurgulayarak, bu bildiri için şöyle dedi:
“Ülkemizin çözümsüzlük, ekonomik
sıkıntılar, kültürel çarpıklıklar, bozuk nüfus yapısı ve diğer birçok toplumsal sorunlarla kıvrandığı
bu dönemde, sorunların çözümüne demokratik bilinçle, tartışma, uzlaşma ve
yakınlaşma ortamları yaratarak katkıda bulunmaya çalışanları her zamanki gibi
vatan haini, Rum-Yunan işbirlikçisi, teslimiyetçi, mandacı, yıkıcı ve gaflet
içinde olduklarını iddia ederek karalamaya çalışan fanatik anlayışın son
örneğidir.”
ÜTK ayrıca, geçen yıl Mücahitler Derneği Genel Başkanının
“Türk Mukavemet Teşkilatı’nın Kıbrıs Sorunundaki Yeri” konulu panele katılarak,
o gün demokrasinin önemini vurgulayıp, böylesi etkinlikleri düzenleyen ÜTK’yı
kutladığını, ama bu yılki etkinliklerin “amaç ve hedefleri belli, halkımızı ve
özellikle gençleri zehirlemeye yönelik etkinlikler” olarak nitelendirilmesinin
bir çelişki olduğuna dikkati çekti.
Demek ki özgür ortamlarda özgür
düşüncelerin tartışılabilmesinin önüne hala daha set çekmek isteyenler bu toplumda bulunmakta ve çelişkili de olsa
bu tür davranışlar içine girebilmektedirler. Geriye dönüp de son 40-50 yıllık geçmişimize baktığımız
zaman, özellikle düşünce özgürlüğü
konusunda gelişmemizin önünde aynı engellerin bulunduğunu görmek,
ülkemiz demokrasi güçleri açısından büyük bir olumsuzluktur. Kıbrıslı
Türklerin 40-50 yıl önce içine
itildikleri bu çıkmaz sokaktan çıkış yollarını bulmak ve onları tartışarak
geniş halk kesimlerine benimsetmek için daha kat edilecek çok yolumuz var
demektir.
(Kıbrıslı Türkün Sesi dergisi,
Sayı:8, 25 Mart-25 Nisan 1996)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder