19 Mayıs 1997
akşamı Lefkoşa’daki Lidra Palas yakınındaki askeri ara bölgede, yüzyıllardır
Cirit Sahası diye bilinen ve 1950’li yılların ikinci yarısından itibaren,
Kıbrıs Türk liderliğinin adanın taksiminden yana bir politika güdmeye başlaması
ile, adı Taksim Sahası olarak değiştirilen yerde düzenlenen “Müzik yoluyla
dostluk konseri”nin yankıları hala daha sürüyor. BM Kıbrıs Barış Gücü (UNFICYP) tarafından
kotarıldığı söylenen pop müzik konserinde, Yunanlı Sakis Ruvas ile Türkiyeli
Burak Kut Yunanca, Türkçe ve İngilizce sevilen şarkılar okumuşlar ve konsere
katılan iki binden fazla Kıbrıslı Rum ve Türk seyirciye yıllardan sonra
birlikte hoş bir vakit geçirtmişlerdir.
Her ne kadar konserin resmen UNFICYP tarafından
düzenlendiği duyurulmuşsa da, gerek Cyprus Weekly gazetesi, gerekse Sigma
International Televizyonunda konuşan ABD Lefkoşa Büyükelçiliği müsteşarı
Deborah Graze konserin hayata geçirilmesinde “American Center”in de katkılarda
bulunduğunu açıklamıştır. Rum DİSİ milletvekili Keti Kleridis de, adı geçen TV
yayınında konsere katılanların çoğunun, kendisinin de üyesi bulunduğu iki
toplumlu “conflict resolution” (uyuşmazlıkların çözümü) çalışmalarına
katılanlardan oluştuğunu söyleyip, bu Amerikancı gruba pay çıkartmaya
çalışmışsa da, katılımcıların gerek Rum, gerekse Türk her kesimden barış ve
dostluk yanlısı kişiler olduğu gözlemlenmiştir.
Ortak konserin biletleri, Rum kesiminde 3 bin ve Türk kesiminde 3 bin olmak üzere toplam 6 bin
kişiye BM Barış Gücü yetkililerince
parasız olarak dağıtılmış ve her iki kesimdeki faşistlerin tehdit ve karşı
propagandalarına rağmen, konsere 1,880 Kıbrıslı Türk ve 580 Kıbrıslı Rum
katılmıştır.
Rum kesiminde, aynı anda alternatif başka bir konser
düzenleyen fanatik Rum örgütleri, konser yerine giden yolları kesip, katılımı
düşük tutmaya çalışarak, polisle
çatışmaya girerken, Türk kesiminde de faşist bozkurtların örgütü olan Ülkü
Ocakları Burak Kut’u taşıyan otobüsün yolunu keserek, otobüstekileri linç etmek
istemişlerdir. Çevik Kuvvet’e mensup polislerle sözümona korunan otobüste
bulunan Türkiyeli gazetecilerin cep telefonları ile durumu canlı yayın yapmakta
olan Türkiye’deki TV istasyonlarına bildirmesi üzerine, ülkücü saldırganlar
yine cep telefonları aracılığı ile belli merkezler tarafından uyarılarak, daha
fazla taşkınlık yapmaları önlenmiştir.
Konser öncesi günlerde taksimci Kıbrıs Türk lideri Rauf
Denktaş “Güvenlik bize ait değil, konsere gidecek olanlarda ve BM’dedir” deyip,
kukla örgütleri aracılığıyla Kıbrıslı Türklerin konsere gitmesine engel olmaya
çalışırken, polis de konser gecesi geçiş işlemlerini kaplumbağa hızıyla yapıp,
katılımcıları bezdirmek istemiştir.
Konser sonrası, bir basın toplantısı yaparak konserin her
iki taraftaki şovenistlerin maskesini
düşürdüğünü açıklayan CTP Genel Başkanı Mehmet Ali Talat’a cevap vermeye
çalışan baş şovenist Rauf Denktaş ise her olayda parmağı olduğunu bir kez daha
ortaya koymuştur.
Konseri bahane edip CTP’nin Kıbrıs politikasını bir kez
daha sorgulamak isteyen Denktaş, AKEL’e ve diğer Kıbrıslı barışseverlere de saldırmayı ihmal
etmemiştir. Rauf Bey eğer bazı konularda kaypak bir politika güden CTP liderine
bazı sorular soracaksaydı, bunları Saray’a davet edip de sorabilirdi. Yoksa Rum
ve Türk gençlerinin katıldığı bir pop müzik konserine gidenleri ve bu konsere destek
verenlere laf söylememeliydi.
Gerek yaşlı kuşaklar, gerekse günümüz gençliği, tescilli Rum düşmanı olan ve taksimciliği ile
bilinen Rauf Denktaş’ın “Ada’da anlaşma uzlaşma olsun diye ömrünün yarısını
harcadığını” söylemesine hiç de inanmamaktadırlar. Daha geçenlerde kendisi ile
bir söyleşi yapan Cumhuriyet gazetesi muhabirine, “Ben 32 yıldır değişmeyen
plak gibiyim” diyen Denktaş, Kıbrıs’ta Rum ve Türk toplumlarının işbirliğini,
kardeşliğini ve birarada varolmalarını istememekte, adanın İngiliz-Amerikan
emperyalizminin bölgemizdeki çıkarları uğruna taksim edilmesi için 32 değil, 42
yıldır cızırtılı taksim plağını çalmaktadır. Ama dünya değişmiştir.
Uluslararası ilişkiler değişmiştir. Bütün bunları anlamak istemeyen Denktaş
ise, 1974’de yaratılan yasadışılığı ve onun getirdiği askeri ve demografik
sonuçları, dünya toplumuna kabul ettirebileceğini sanmakta ve herkesin
olmayacak duasına amin demesini beklemektedir.
“Adanın taksimine evet der misiniz” anlamına gelen, “İki
kesimli federasyonun temelini teşkil eden mal-mülk mübadelesinden yana
mısınız?” sorusunu Lefkoşa’daki ara bölgede yapılan iki toplumlu bir pop
konserine katılanlara destek belirtenlere soran Denktaş, soğuk savaş döneminden
kalma taksim plağının ne kadar da çağdışı kaldığını neden görmek
istememektedir.
Eğer bugün, daha liseyi bitirmemiş Kıbrıs Türk gençleri,
Bayrak TV’nin bir yayınında bile “Acaba ölmeden önce Rum kesimini göremiyecek
miyim, Kıbrıslı Rumlarla temas edemiyecek miyim?” diye kaygılanabiliyorsa,
küçücük ilkokul çocukları karlı tepesini gördükleri Trodos için şiirler yazıp,
orayı ziyaret edememenin saçmalığını dile getirebiliyorlarsa, Kıbrıs Türk
toplumunun başına çöreklenmiş olan 42 yıllık liderin fesini önüne koyup, bu
halkı ne duruma getirdiğini iyice düşünmesi gerekmez mi? Gerçi aralarında
Denktaş’ın ajanlarının da bulunduğu Amerikancı “Conflict Resolution”cular
Trodos’ta piknik yapıp, Girne limanında resim çektirebiliyorlar, ama halk
kitlelerinin esas istediği, bölünmemiş demokratik bir Kıbrıs’ta isteyenin
istediği yere gidip, istediği kişilerle konuşup, tartışabilmesidir.
Ayrılıkçıların sıradan halk kitlelerin temasına her
türlü engeli çıkartması, bütün askeri
güçlerini ve faşist maşalarını bunun için seferber etmesi ve bir konseri
gerekçe göstererek sayfalarca açıklama yapması,
Rum ve Türk halklarının dostluk ve işbirliğinden ne kadar korktuklarını
göstermektedir. Ruvas-Kut konserine ve benzeri kitlesel katılımla gerçekleşen
etkinliklere karşı verilen demeçler ve yapılan kısıtlayıcı uygulamalar, bunu
bir kez daha kanıtlamıştır. Çünkü tarihi yapan kitlelerdir. Ama liderler onları
ileriye götüremiyorlarsa, suçu biraz da kendilerinde aramalıdırlar.
(“H.Karlıdağ”
imzasıyla, Kıbrıs'ta Sosyalist Gerçek, Sayı:17, Haziran 1997)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder