Kıbrıs Türk toplumu içinde işlenen suçlarda meydana gelen
artışların, halkımızın her kesiminde
büyük ölçüde huzursuzluğa ve hatta psikolojik rahatsızlıklara yol açtığı
basında yer alan haberlerin başında gelmektedir. Büyük bir bölümü ekonomik
nedenlere dayalı olan suçlardaki artışın, resmi verilere göre ülkeye denetimsiz
girişlerden kaynaklandığı açıklanmıştır.
Yayımlanan Devlet
Planlama Örgütü’nün istatistik verilerine göre, 1988 ile 1995 yılları arasında
Polis Müdürlüklerine toplam 46,125 suç rapor edilmiştir. Ülkemizde 1993 yılında
meydana gelen “teammüden katillik ve adam öldürmek” suçu 1 iken, 1994 ve 1995
yıllarında bu sayı 18’e çıkmıştır. Öldürmeye teşebbüs edenler, 1992 ve 1995
yıllarında 5’le sınırlı kalırken, 1994 yılında 8 kişi bu suçu işlemiştir. 1989
yılında 11,985 suç işlenirken, bunu 7,395 suç ile 1991 yılı, 6,582 suç ile de
1992 yılı izlemektedir. 1993 yılında 183 olan kavga ve rahatsızlık suçları, 1994’de
161’e inmiş, ama 1995 yılında artış göstererek yine 198’e yükselmiştir. Polise
rapor edilen gerçek suçlar 1988 yılında toplam 4,195 iken, 1995 yılında
5,447’ye fırlamıştır. 1988-1995 döneminde, her türlü suçun en çok işlendiği
bölge olarak da Mağusa (16,832) dikkati çekmekte, bunu Lefkoşa (16,453) ve
Girne (11,365) izlemektedir. Bozuk düzenden kurtulma yolunu intihar etmekte
bulanların sayısının da artış göstermesi, bir başka huzursuzluk kaynağı
olmaktadır. 1993 yılında 21 kişi canına kıymak isterken, 1994 yılında bu sayı
24’e yükselmiştir. 1995 yılında ise 32 kişi intihara kalkışmıştır. 1988 yılında
sadece 43 kişi kumar suçundan yakayı ele verirken, bu rakam 1989’da 172,
1994’de 131 ve 1995’de 194’e çıkmıştır.
Polisin suçları aydınlatma oranının ise geçtiğimiz yıllara göre düşmüş
olması endişeleri artırmaktadır. 1993 yılında rapor edilen önemli suçların
%70.01’ini aydınlatan polis, 1994 yılında, rapor edilen önemli suçları
aydınlatmadaki başarı oranını %80.86’ya çıkarmışken, bu oran 1995 yılı içinde %49.01’e
düşmüştür. Öte yandan, bu yıl içinde ülkemizin sevilen köşe yazarlarından,
arkadaşımız Kutlu Adalı’nın “siyasal bir cinayet”e kurban gitmesi ve faillerle
ilgili olarak polis örgütünün herhangi bir açıklama yapmamış olması,
ülkemizdeki güvenlik güçleri hakkındaki kayguların artmasına yol açmaktadır.
Ağır Ceza Mahkemesi, 1994 yılında adam öldürme, adam
öldürmeye teşebbüs, yaralama, izinsiz silah taşıma, soygun ve uyuşturucu gibi
ciddi suçlarla ilgili 173 davayı ele alırken, 1995’te bu sayı %48 oranında bir
artışla 257’ye yükseldi. Artan davalar arasında ilk sırayı izinsiz silah ve
patlayıcı madde taşıma, bulundurma ve kullanma suçu alıyor. 1994 yılında bu
suçlarla ilgili olarak mahkemenin gündeminde 31 dava bulunurken, 1995 yılında
bu sayı 55’e yükseldi.
Başsavcı Akın
Sait’in basına verdiği bilgilere göre, “1995 yılı içerisinde faili meçhul kalan, KKTC’den
kanunsuz yollardan ayrılan veya yeterli şehadet olmaması nedeniyle askıda
bulunan suç dosyası sayısı 221’dir.” Başsavcı’nın raporunda vurguladığı diğer hususlar ise
özetle şöyledir:
* Ceza davaları artarken, işlenen suçların türünde ve
şeklinde de değişiklikler var.
* Uyuşturucu
maddelerle ilgili suçlar ile ev açma, sahte evrak düzenleme ve tedavüle
sürme, karşılıksız çek kesme ve kumar suçlarında artış var.
* Kumarhanelerde, yabancılardan çok KKTC vatandaşları
kumar oynuyor.
* Faaliyette bulunan gece kulüplerinde kadın ticareti
yapılmaktadır.
Devlet
mekanizmasının çalışması ile ilgili olarak belirtilenler ise çok ibret vericidir: “Kamu görevinde verimli
çalışma gün geçtikçe düşmekte, kamu görevlileri arasındaki nemelazımcılık had
safhadadır. Görevini yapan ile yapmayan yasadaki boşluklar nedeniyle aynı
muameleye maruz kalmaktadır. Devletin taraf olduğu veya devlet adına açılan
davalarda bakanlıklardan ve/veya ilgili dairelerden yeterli bilgiyi toplamak
ve/veya zamanında elde etmek gün geçtikçe zorlaşmaktadır. Kamu görevlileri
arasında mesai saatlerine uyan ve/veya mesai saatlerinde görevi başında
bulunmayan çok kamu görevlisi mevcuttur. Bu tür olumsuz tutum ve davranışlar
nedeniyle de devlet ve vatandaşlar zarar görmektedir.”
Yüksek Mahkeme
Başkanı Salih Dayıoğlu ise, yeni adli yıl öncesinde görüşlerini basın yoluyla duyururken,
ülkemizde uyuşturucu suçlarıyla birlikte artış gösteren özellikle hırsızlık suçlarının
ardında ekonomik nedenlerin bulunduğunu söyleyerek, şöyle konuşmuştur: “Bazı
kişiler, sayıları az olmakla birlikte, sırf hırsızlık yapmak için KKTC’ye
günübirliğine gelip, aynı gün, ya da ertesi gün dönüyorlar. Yani ortam
müsait...Uyuşturucu suçlarında yakalananlar maalesef sadece piyonlardır. Bir
anlamda sivrisinek öldürülüyor, ama bataklık kurutulmuyor. Anladığım kadarıyla
iyi örgütlenmişler ki elebaşları yakalanmıyor.
1996-97 adli yılının başlaması nedeniyle yapılan törende
konuşan KKTC Baro Konseyi Başkanı
Süleyman Dolmacı’nın şu sözleri de çok anlamlıdır: “Kendi ayaklarımız
üzerinde durabilmemiz, bugünümüzü ve yarınımızı güvence altına alabilmemiz için
doğru dürüst bir barışın sağlanması ve bu konuda üzerimize düşen görevi yerine
getirmemiz gerekir. 10 binlerce kişinin göçten başka yol bulmadığı, “giden
Türk, gelen Türk” olmasına rağmen Kıbrıslı Türk kimliğinin yok oluşuna göz
yumulduğu, bütün toplumsal değerlerin erozyona uğradığı bu küçük adada bir an
önce barışın sağlanması gerekir.”
Dolmacı, siyasi çözümsüzlüğün, toplumsal ve ekonomik
çöküşe gerekçe gösterilerek, bazı usulsüzlüklere kılıf yapıldığını belirtti ve
şöyle devam etti: “Bir ülke düşünün ki Başbakanı bir operasyonu birkaç gün
sonra öğrenebiliyor, aydın bir gazeteci bir takım yazılar yazdı diye
öldürülebiliyor, herkesin gözü önünde yapılan bir katliam hakkında sağlıklı bir
soruşturma yapılamıyor. Bir ülke düşününüz ki güvenlik güçlerine rağmen, kan
dökmeye gelen şovenlere sınırların ön saflarında yer verilmektedir. Bir ülke
düşünün ki vatandaşın ne bugüne, ne yarına ilişkin güveni yoktur...Savaştan
değil, barıştan söz etmek ve bize yakışan şekilde yaşamak istiyoruz.”
Ve öylesi bir
ülkede yaşıyoruz ki, bu konuşmada yer alan “bir an önce barış” istemine karşılık, Devlet
Başkanı söz almak gereksinimi duyup “Barış istiyoruz demekle barış olmaz. Hangi
barışı istediğimizi söylememiz gerekir” diye başlayan bir karşı konuşma
yapabilmekte, hızını alamayıp ertesi gün de Baro Başkanını Saray’ında kabul
ederek, ona “milli dava” konulu bir siyaset
dersi verebilmektedir.
Ve yine öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, Devlet Başkanı
“Bugün Adalı cinayetini, diğer cinayetleri, Kuran kurslarını, şeriat
safsatalarını kullanmak isteyenlerin esas hedefinin, er-geç yapılması gerekecek
bir referandumda insanları yanıltabilecekleri zemini hazırlamak olduğunu,
niyetin bu olmaması halinde işlerin bu
boyutlara ulaştırılmayacağını” öne sürebiliyor, “Kutlu Adalı cinayetini de
Rumların işlettiği inancım güçlenmektedir” diye konuşabiliyor!
TKP Genel Başkanı
Mustafa Akıncı’nın
konuyla ilgili olarak verdiği demeçte de vurguladığı gibi, “Faili bulunmayan
her olay hakkında bir sürü komplo teorisi üretmek mümkündür. Bundan kurtulmanın
yolu faillerin ortaya çıkarılmasından geçer. Hele hele Denktaş’ın teorisine
göre Rumlar, ya da içimizde Rumlar adına cinayet işleyebilecek durumda olanlar
elini kolunu sallayarak dolaşabiliyorsa ve bunlar KKTC Başkentinin bir
sokağında Kutlu Adalı’yı katledebiliyorsa, durumun vehameti Cumhurbaşkanının
ağzından ifade ediliyor demektir. Bu takdirde de faillerin bir an önce
bulunmasının ivediliği ve zorunluluğu ortaya çıkmıyor mu?”
Evet, doğrudur; “Komplo teorileri ile zaman harcamak
yerine, yetkililer tüm enerjilerini artık kanıksanmaya başlanan bombalama ve
cinayet olaylarının aydınlanmasına ve gerçek faillerin ortaya çıkarılmasına
harcamalıdırlar. Terörün hiçbir toplumu aydınlığa çıkardığı görülmemiştir.”
(Kıbrıslı Türkün Sesi dergisi, Sayı:15, 23 Ekim-23 Kasım
1996)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder