Ülkemizde yayımlanmakta olan 7 günlük Türkçe
gazeteden Asil Nadir’e ait Kıbrıs
gazetesi dışında kalan 6 tanesi, yani
Halkın Sesi, Yeni Düzen, Ortam, Yeni Demokrat, Birlik ve Vatan 17 Mayıs 1996 günü , içinde bulundukları sorunlara
dikkat çekmek için, birinci sayfalarını siyah zeminde iri puntolardaki beyaz
karakterlerle “Devlet ve Hükümet Yetkililerini uyarıyoruz: Kıbrıs Türk basını
çok yakında susacak; Bizleri bugüne kadar yaşatan halkımıza ve çalışanlarımıza
teşekkür ederiz” uyarısıyla yayımlandı. Aynı gün Cumhurbaşkanı Denktaş’ı da
ziyaret eden gazetelerin Genel Yayın Yönetmeni veya Yöneticileri, Kıbrıs
Türk basınının karşı karşıya olduğu
sorunların çözümlenmesi için alınması gereken kısa ve uzun vadeli önlemleri
duyurdular.
Kıbrıs gazetesi
gibi Türk liderliğinin
görüşlerini destekleyen sözümona bağımsız Halkın Sesi ve Vatan gazeteleri
dışındaki günlük gazeteler, sırasıyla CTP, TKP, DP ve UBP’nin parti yayın
organları durumundadırlar. Partilerinden
büyük miktarda mali destek alan bu gazeteler, daha çok bir parti
propaganda bülteni gibi yayın yaptıklarından, dar bir okuyucu kitlesine
sahiptirler. Tümünün satış toplamı, Kıbrıs gazetesininkine
ulaşamamaktadır. Kullandıkları haberlerin
büyük bir kısmı devlet haber ajansı TAK kaynaklı olup, birkaç köşe yazarı ve
kendi haberleri ile sayfalarını doldurmaktadırlar. Araştırmacı gazetecilik,
haber takibi, okuyucuyu bilgilendiren yorumlar, doyurucu iç ve dış haberler
gibi konulara pek eğilmeyen günlük basınımız, toplumu denetleme görevini de
yeterince yapamamaktadır. Zaten bizdeki
kitle iletişim araçları, Türkiye’nin
geniş olanaklara sahip renkli basını, radyo ve TV’leri karşısında rekabet
edemez bir durumdadır. Gerçi iyi bir içerikle yayımlanmış gazete ve dergiler
daima belli bir süre geniş bir okuyucu kitlesine ulaşabilmişlerdir, ama bu
düzeyi sürekli tutturabilenlerin sayısı
pek fazla olmamıştır. Benim önerim TAK bülteninin gazetelere parasız
verilmesi yerine, TAK’ın kendi günlük gazetesini yayımlaması, gücü olmayan parti bültenlerinin
de haftalığa inmesi, ya da gerçek gazete olmanın yollarını aramalarıdır!
Bugün en fazla satılan ve Batılı ölçülere göre daha çok
bulvar gazetesi olarak
adlandırabileceğimiz Kıbrıs gazetesinin 11 Mayıs 1996 tarihli ilk sayfasını
kaplayan “Ölmek istemiyoruz” başlıklı başyazısına bir göz atacak olursak, bu
gazetenin de kamuoyunu gerçekçi bir biçimde aydınlatma görevini yerine
getirmediğini yine kendisinin itiraf ettiğini görürüz: “Haber merkezimize ulaşan
yığınla utanç verici bilgi ve haberi kamuoyuna yansıtmamaya çalıştık.
Yorumlamadık. Ama “Artık yeter” diyoruz. Çünkü uçurumun kenarındayız. Bir
rüzgar bile bizi boşluğa savurup tarihe karıştırmaya yeterlidir.
Ölmek istemiyoruz! Halkın çalışma ve üretme heyecanı yok
ediliyor. Hazır yiyicilik bir genel toplum kültürüne dönüştürülüyor. Bu
dönüşümün bizi getirdiği nokta ise gözler önünde: Artık yenebilecek birşey de
kalmadı. Kendi kendimizi yemeye başladık. Ölümün yakın olduğunu anlayan ve
kendi ayakları ile mezarlığa yönelen fillere benzemek ne büyük bir umutsuzluk!
Binlerce insanımız iş bulabilmek için “bırakınız Güney’e
gidelim” diye haykırırken bunun utancına dayanabilmek mümkün mü?”(Bunu biz
söylesek, milliyetçilerimize göre vatan haini olmaz mıydık? A.An)
Gazete devamla “Bu kadar kayıtsızlık imkansız. Onun için
artık suskunluğumuza son verip toplumun bizden beklediği gazetecilik görevini
yapmaya karar verdik. Bundan böyle en etkin tonlarda denetleyeceğiz, eleştireceğiz,
kınayacağız, teşhir edeceğiz ve doğruları göstermeye çalışacağız” diye
yazmakta, ama “gazete olarak bu atağımız hiçbir makama, hiçbir partiye, hiçbir
kuruma karşı değildir. Ama sorumluluk payı olan herkese karşıdır” diyerek,
kaçak oynamayı yeğlemektedir. Nitekim bu başyazıyı izleyen dönemde, pek de
etkin bir tona yönelinmediği görülmüştür. Yok eğer, söylendiği gibi Asil
Nadir hükümetten istediği krediyi
alamadığı için bu başyazıyı yazdırtmışsa, onu da anlayışla karşılarız!
“Yılmış ve yıldırılmış olan bir halk”tan söz etme
gerçekçiliğini gösteren Kıbrıs gazetesinin yöneticileri, daha cesur davranmalı
ve onlar da “kralın çıplak olduğunu”
haykırmalıdır. Çünkü 5 Mayıs 1996 tarihli Kıbrıs’ın “Söz Sizin” köşesinde
yayımlanan imzasız bir okur mektubunda da belirtildiği gibi “bu ülkeyi iflas
ettiren düzenin kurucu ve koruyucuları işledikleri bu büyük suçun hesabını” mutlaka birgün
vereceklerdir. Bu durumun 1963’den beri otuz üç senedir böyle devam edip
gittiğini vurgulayan okur mektubu “bazıları bayrağın arkasında milliyetçiliği
inhisarına almış, düzenin kurucuları bu milli kahramanlara ehliyetlerine
bakılmaksızın koltuklar bahşetmişler, kilit noktalara yerleştirmişler. İskandan
ve tüm olanaklardan yararlanıp ihya edilmişlerdir” diyerek ülke gerçeğimize parmak
basmıştır.
O nedenle basınımız artık gazete sayfalarını boşuna
doldurup, bunalıma gireceğine, gerçek
suçluların 1963’den beri ayrılıkçılık güdüp, dış güçlerin çıkarlarına alet olan
sahte milliyetçiler ile taksimciler olduğunu haykırmalı ve halkımıza tercüman
olmalıdır.
(Kıbrıslı dergisi, Sayı:11, 20 Haziran-20 Temmuz 1996)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder