Kıbrıs gazetesinin 26 Mayıs 1997 tarihli sayısında Ülkü
Alemdar imzasıyla yayımlanan bir yazıda, Amerikalıların girişimi ve
finansmanıyla başlatılan "conflict resolution" (uyuşmazlıkların
çözümü) çalışmalarının 6 yılı aşkın bir süredir devam ettiği belirtilerek
şunlar yazılmaktadır:
"Geçen altı yıl zarfında Türk tarafından sürekli
katılımcıların sayısı 300'ü aşarken, ara bölgede veya üçüncü ülkelerde biraraya
gelen Kıbrıslı Türk ve Rumların sayısı bin 600'e ulaştı...Uyuşmazlıkların
çözümü gruplarına bir süre devam ederek daha sonra vazgeçenler, bu temasları
"sağırlar diyaloğu" olarak değerlendirirken, devamlı katılımcılar bu
sürecin bir "sağırlar diyaloğu" olmadığını, sadece yavaş ilerlediğini
savunuyor."
Kıbrıslı Türk ilericiler, baştan beri bu "conflict
resolution" gruplarının buluşmalarını eleştirerek, tartışmalarda Kıbrıs
sorununun oluşmasında emperyalizmin etkilerine hiç değinilmemesine dikkat
çekmişlerdir. Nitekim yukarıda sözü edilen yazıda da, "uyuşmazlıkların
çözümü yaklaşımı içerisinde çözümü en zor olanlar" sınıfına sokulan Kıbrıs
sorunu, "kimlik grupları arasındaki çatışma" olarak tanımlanmakta ve
İngiliz-Amerikan emperyalizminin yıllardır Kıbrıs üzerindeki stratejik ve askeri
çıkarlarına hizmet eden ayrılıkçı planlarından hiç söz edilmemektedir. Yazıda
da belirtildiği gibi, "Sonuçta en önemli pürüzler Kıbrıs sorununda ortaya
çıkıyor ve bu konuda önemli bir ilerleme sağlanamıyor...Yıllardır konuşup
tartıştığımız, kendimizi ifade ettiğimize inandığımız insanların, Kıbrıs
sorununun bir yönü tartışılırken ortaya koyduğu tavırlara şahit olduğumuzda,
aslında bir arpa boyu bile yol katedemediğimiz hissine kapılıyorum. Uzun
zamandır devam eden bu görüşmelerde iki ileri bir geri mi gittik, bir ileri,
iki geri mi gittik? İnsan kendine bu soruyu soruyor."
Kafası karışık olanlar için daha çok soru sorulabilir.
Ama yanıt alınamayacaktır. Çünkü başlangıçta sorunun özünde, Kıbrıs halkını
oluşturan Rumlar ve Türkler ile adanın bağımsızlık, toprak bütünlüğü ve
egemenliğine saygı duymayan emperyalizm arasında olduğu kabul edilmemektedir.
Kıbrıs sorununun dış yönünün çözümü için, Rum ve Türk çalışan sınıflarının,
ortak bir cephede buluşarak, anti-emperyalist
bir kavga vermeleri gerektiği göz ardı
edilmektedir.
İlerici ve demokrat kesimin üzerinde durduğu ve kuşkuyla
karşıladığı diğer noktalar ise, toplantılara her isteyen kişinin alınmaması,
sadece ABD'ye sempati ile bakan "seçkin ve seçme kişi"ler üzerinde
durulması, bu kişilerin "geleceğin yöneticileri" olarak bu gruplarda
eğitilmesi ve dış ülkelerde ağırlanmaları ve tartışılan konuların dışarıya
sızdırılmaması konusundaki gizlilik kararıdır. Nitekim gazete muhabiri sayfanın
büyük bir kısmını dolduran yazısı boyunca, katılımcılardan herhangi birinin
adını vermemeye özen göstermiştir. Türk tarafının adadaki Rum-Türk nüfus
oranının %82:18 olmasına rağmen, %50:50 şeklindeki sayısal bir eşitlik peşinde
koşması, örgütleyiciler tarafından bu toplantılara da yansıtılmış olup,
"yaklaşık altı yıldır sürdürülen görüşmelerde, grup çalışmalarının, eşit
düzeyde katılım ve karşılıklılık prensipleri esas alınarak yürütüldüğü ve hiç
olmazsa bu platformda iki tarafın eşitliğinin tescil edildiği belirtiliyor.
Bütün gruplar, iki taraftan da eşit sayıda üyeyle kuruluyor. Yurtdışı gezilere
yine, iki taraftan da aynı sayıda kişi davet ediliyor. Güneyde düzenlenen ortak
bir etkinlikten sonra, başka bir etkinlik kuzeyde yapılıyor."
İşin bir diğer ilginç yanı "Ara bölge yani sınır
mefhumunun zaman içinde kabul edilmesi diğer bir kazanım olarak
gösteriliyor." Yani emperyalizm tarafından "böl-yönet"
politikası gereği 1974'ün taksim çizgisiyle birbirinden ayrılan Türkler ve Rumların, zora dayalı olarak
gerçekleştirilen bu oldu-bittiyi,
uluslararası hukuka ters düşen ve BM tarafından kabul edilmemesi istenen bu
statükoyu ve ateş-kes hattını kabul etmeleri isteniyor.
Muhabir şuna da dikkat çekiyor: "Toplantılara Türk
tarafından katılan ve "ne şart altında olursa olsun birleşme"yi
arzulayan Türklerin, bu temaslarda milli çıkarları görerek savunmaya başladığı
bazı katılımcılarca vurgulanıyor." Bir başka deyişle, bağlantısız bir dış
politika güdmesi gereken Kıbrıs'ın çıkarlarını savunanların, süreç içinde NATO
üyesi "anavatan"larının milli çıkarlarını savunur duruma
getirildikleri övünçle dile getiriliyor.
"Biz ne yaptığımızı biliyoruz" ara başlığı
altında verilen bilgiler de şöyle: "Türk toplumunun eğitimli, meslek
sahibi ve bilinçli bir kesiminden geldiklerini vurgulayan katılımcılar,
başlangıçta bazı kesimlerin, kendilerini "potansiyel vatan haini"
görebilecek kadar ileri gittiklerini belirtiyor. "Böyle düşünenler, zaman
ilerledikçe yanıldıklarını anladılar" diyen katılımcılar, Türk tarafının
ulusal konularda "tek bir yumruk" gibi biraraya gelebildiklerini,
milli çıkarlar söz konusu olduğunda kimsenin, karşı tarafa hoş görünmek gibi
bir gayeyle hareket etmediğini ve fikirlerinden ödün vermediğini belirtiyorlar."
Kendinden emin görünen "katılımcılar"ın, bir
ara Rauf Denktaş ve onun yan örgütleri tarafından suçlandıkları doğrudur, ama
Denktaş Bey, "aralarına ne olup bittiğinden bizi haberdar edecek
adamlarımızı koyduk" demesinden sonra, bu kaygular da giderilmiş oldu.
Zaten katılımcıların hepsi de resmi makamların ve Amerikalı örgütleyicilerin,
Rumlarla görüşmesini onayladığı "zararsız" kişiler değil mi?
Gerçi "Türk tarafından bazı kişilerin, başlangıçta
bu gruplara katılımı, sadece yurtdışına çıkmak ve bazı nimetlerden faydalanmak
şeklinde değerlendirdikleri kaydediliyor"muş, ama "Zamanla Türk
katılımcıların da bilinçlendiği ve iyi çıkışlar yaparak, ülke çıkarlarını
korumaya başladıkları dile getiriliyor." Demek ki yapılan "beyin
yıkama" operasyonları sonuçlarını vermiş.
Kıbrıs gazetesi muhabiri Ülkü Alemdar'a göre, "Türk
katılımcılar, genel olarak, görüşmelerdeki en büyük zorluğun, Rum
katılımcıların hükümetlerinin resmi görüşleri dışına çıkacakları ve KKTC'nin
tanınmasına yol açacakları endişesiyle, her türlü yeniliğe çok ihtiyatlı
yaklaşmasından kaynaklandığını söylüyorlar...Herhangi bir çözüme ulaşılsın, ya
da ulaşılmasın, bu küçük toprak parçası üzerinde, aynı ya da ayrı iki bayrak
altında yaşayacak insanlar arasında gerginliğin azaltılması esas olmalıdır"
görüşünü taşıyan pek çok katılımcı, temasların devamında fayda görüyor."
Görüldüğü gibi, Türk katılımcılar özgür bireyler olarak
değil de, resmi Kıbrıs Türk görüşünün temsilcileri olarak davranmakta ve
Kıbrıs'ın birliğini değil de, emperyalizmin öngördüğü konfederal yapıya yakın
bir hedefi gözetmektedirler. Kıbrıs gazetesinin de yazıya koyduğu başlıkta
belirtildiği gibi, "Kıbrıs Türk ve Rum toplumlarını yakınlaştırmak
amacıyla Amerikalılar altı yıldır hem çaba, hem para harcıyor", ama ne
yazık ki Amerikancı seçkinlerin "conflict resolution" harekatının
fiyasko ile sonuçlandığı bir gerçek.
Çıkış yolu, özgür düşünceli Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı
Türklerin, istedikleri yerde ve zamanda, hiçbir kısıtlama ve izne tabi olmadan,
anti-emperyalist halk cephesini oluşturmak üzere biraraya gelip temaslarını
geliştirmelerindedir. Kıbrıs sorununun iç yönünü çözecek olan sosyalizme giden
yol da ancak böylesi işbirlikleriyle açılabilecektir.
(“H.Karlıdağ”
imzasıyla, Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek dergisi, Sayı: 17, Haziran 1997)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder