14 Mayıs 2015 Perşembe

CONFLICT RESOLUTION'CULAR NEYE HİZMET EDİYOR?


Kıbrıs gazetesinin 26 Mayıs 1997 tarihli sayısında Ülkü Alemdar imzasıyla yayımlanan bir yazıda, Amerikalıların girişimi ve finansmanıyla başlatılan "conflict resolution" (uyuşmazlıkların çözümü) çalışmalarının 6 yılı aşkın bir süredir devam ettiği belirtilerek şunlar yazılmaktadır:
"Geçen altı yıl zarfında Türk tarafından sürekli katılımcıların sayısı 300'ü aşarken, ara bölgede veya üçüncü ülkelerde biraraya gelen Kıbrıslı Türk ve Rumların sayısı bin 600'e ulaştı...Uyuşmazlıkların çözümü gruplarına bir süre devam ederek daha sonra vazgeçenler, bu temasları "sağırlar diyaloğu" olarak değerlendirirken, devamlı katılımcılar bu sürecin bir "sağırlar diyaloğu" olmadığını, sadece yavaş ilerlediğini savunuyor."

Kıbrıslı Türk ilericiler, baştan beri bu "conflict resolution" gruplarının buluşmalarını eleştirerek, tartışmalarda Kıbrıs sorununun oluşmasında emperyalizmin etkilerine hiç değinilmemesine dikkat çekmişlerdir. Nitekim yukarıda sözü edilen yazıda da, "uyuşmazlıkların çözümü yaklaşımı içerisinde çözümü en zor olanlar" sınıfına sokulan Kıbrıs sorunu, "kimlik grupları arasındaki çatışma" olarak tanımlanmakta ve İngiliz-Amerikan emperyalizminin yıllardır Kıbrıs üzerindeki stratejik ve askeri çıkarlarına hizmet eden ayrılıkçı planlarından hiç söz edilmemektedir. Yazıda da belirtildiği gibi, "Sonuçta en önemli pürüzler Kıbrıs sorununda ortaya çıkıyor ve bu konuda önemli bir ilerleme sağlanamıyor...Yıllardır konuşup tartıştığımız, kendimizi ifade ettiğimize inandığımız insanların, Kıbrıs sorununun bir yönü tartışılırken ortaya koyduğu tavırlara şahit olduğumuzda, aslında bir arpa boyu bile yol katedemediğimiz hissine kapılıyorum. Uzun zamandır devam eden bu görüşmelerde iki ileri bir geri mi gittik, bir ileri, iki geri mi gittik? İnsan kendine bu soruyu soruyor."

Kafası karışık olanlar için daha çok soru sorulabilir. Ama yanıt alınamayacaktır. Çünkü başlangıçta sorunun özünde, Kıbrıs halkını oluşturan Rumlar ve Türkler ile adanın bağımsızlık, toprak bütünlüğü ve egemenliğine saygı duymayan emperyalizm arasında olduğu kabul edilmemektedir. Kıbrıs sorununun dış yönünün çözümü için, Rum ve Türk çalışan sınıflarının, ortak bir cephede buluşarak,  anti-emperyalist bir  kavga vermeleri gerektiği göz ardı edilmektedir.

İlerici ve demokrat kesimin üzerinde durduğu ve kuşkuyla karşıladığı diğer noktalar ise, toplantılara her isteyen kişinin alınmaması, sadece ABD'ye sempati ile bakan "seçkin ve seçme kişi"ler üzerinde durulması, bu kişilerin "geleceğin yöneticileri" olarak bu gruplarda eğitilmesi ve dış ülkelerde ağırlanmaları ve tartışılan konuların dışarıya sızdırılmaması konusundaki gizlilik kararıdır. Nitekim gazete muhabiri sayfanın büyük bir kısmını dolduran yazısı boyunca, katılımcılardan herhangi birinin adını vermemeye özen göstermiştir. Türk tarafının adadaki Rum-Türk nüfus oranının %82:18 olmasına rağmen, %50:50 şeklindeki sayısal bir eşitlik peşinde koşması, örgütleyiciler tarafından bu toplantılara da yansıtılmış olup, "yaklaşık altı yıldır sürdürülen görüşmelerde, grup çalışmalarının, eşit düzeyde katılım ve karşılıklılık prensipleri esas alınarak yürütüldüğü ve hiç olmazsa bu platformda iki tarafın eşitliğinin tescil edildiği belirtiliyor. Bütün gruplar, iki taraftan da eşit sayıda üyeyle kuruluyor. Yurtdışı gezilere yine, iki taraftan da aynı sayıda kişi davet ediliyor. Güneyde düzenlenen ortak bir etkinlikten sonra, başka bir etkinlik kuzeyde yapılıyor."

İşin bir diğer ilginç yanı "Ara bölge yani sınır mefhumunun zaman içinde kabul edilmesi diğer bir kazanım olarak gösteriliyor." Yani emperyalizm tarafından "böl-yönet" politikası gereği 1974'ün taksim çizgisiyle birbirinden ayrılan  Türkler ve Rumların, zora dayalı olarak gerçekleştirilen  bu oldu-bittiyi, uluslararası hukuka ters düşen ve BM tarafından kabul edilmemesi istenen bu statükoyu ve ateş-kes hattını kabul etmeleri isteniyor.

Muhabir şuna da dikkat çekiyor: "Toplantılara Türk tarafından katılan ve "ne şart altında olursa olsun birleşme"yi arzulayan Türklerin, bu temaslarda milli çıkarları görerek savunmaya başladığı bazı katılımcılarca vurgulanıyor." Bir başka deyişle, bağlantısız bir dış politika güdmesi gereken Kıbrıs'ın çıkarlarını savunanların, süreç içinde NATO üyesi "anavatan"larının milli çıkarlarını savunur duruma getirildikleri övünçle dile getiriliyor.

"Biz ne yaptığımızı biliyoruz" ara başlığı altında verilen bilgiler de şöyle: "Türk toplumunun eğitimli, meslek sahibi ve bilinçli bir kesiminden geldiklerini vurgulayan katılımcılar, başlangıçta bazı kesimlerin, kendilerini "potansiyel vatan haini" görebilecek kadar ileri gittiklerini belirtiyor. "Böyle düşünenler, zaman ilerledikçe yanıldıklarını anladılar" diyen katılımcılar, Türk tarafının ulusal konularda "tek bir yumruk" gibi biraraya gelebildiklerini, milli çıkarlar söz konusu olduğunda kimsenin, karşı tarafa hoş görünmek gibi bir gayeyle hareket etmediğini ve fikirlerinden ödün vermediğini belirtiyorlar."

Kendinden emin görünen "katılımcılar"ın, bir ara Rauf Denktaş ve onun yan örgütleri tarafından suçlandıkları doğrudur, ama Denktaş Bey, "aralarına ne olup bittiğinden bizi haberdar edecek adamlarımızı koyduk" demesinden sonra, bu kaygular da giderilmiş oldu. Zaten katılımcıların hepsi de resmi makamların ve Amerikalı örgütleyicilerin, Rumlarla görüşmesini onayladığı "zararsız" kişiler değil mi? 

Gerçi "Türk tarafından bazı kişilerin, başlangıçta bu gruplara katılımı, sadece yurtdışına çıkmak ve bazı nimetlerden faydalanmak şeklinde değerlendirdikleri kaydediliyor"muş, ama "Zamanla Türk katılımcıların da bilinçlendiği ve iyi çıkışlar yaparak, ülke çıkarlarını korumaya başladıkları dile getiriliyor." Demek ki yapılan "beyin yıkama" operasyonları sonuçlarını vermiş.
Kıbrıs gazetesi muhabiri Ülkü Alemdar'a göre, "Türk katılımcılar, genel olarak, görüşmelerdeki en büyük zorluğun, Rum katılımcıların hükümetlerinin resmi görüşleri dışına çıkacakları ve KKTC'nin tanınmasına yol açacakları endişesiyle, her türlü yeniliğe çok ihtiyatlı yaklaşmasından kaynaklandığını söylüyorlar...Herhangi bir çözüme ulaşılsın, ya da ulaşılmasın, bu küçük toprak parçası üzerinde, aynı ya da ayrı iki bayrak altında yaşayacak insanlar arasında gerginliğin azaltılması esas olmalıdır" görüşünü taşıyan pek çok katılımcı, temasların devamında fayda görüyor."

Görüldüğü gibi, Türk katılımcılar özgür bireyler olarak değil de, resmi Kıbrıs Türk görüşünün temsilcileri olarak davranmakta ve Kıbrıs'ın birliğini değil de, emperyalizmin öngördüğü konfederal yapıya yakın bir hedefi gözetmektedirler. Kıbrıs gazetesinin de yazıya koyduğu başlıkta belirtildiği gibi, "Kıbrıs Türk ve Rum toplumlarını yakınlaştırmak amacıyla Amerikalılar altı yıldır hem çaba, hem para harcıyor", ama ne yazık ki Amerikancı seçkinlerin "conflict resolution" harekatının fiyasko ile sonuçlandığı bir gerçek.
Çıkış yolu, özgür düşünceli Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türklerin, istedikleri yerde ve zamanda, hiçbir kısıtlama ve izne tabi olmadan, anti-emperyalist halk cephesini oluşturmak üzere biraraya gelip temaslarını geliştirmelerindedir. Kıbrıs sorununun iç yönünü çözecek olan sosyalizme giden yol da ancak böylesi işbirlikleriyle açılabilecektir.

(“H.Karlıdağ” imzasıyla, Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek dergisi, Sayı: 17, Haziran 1997)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder