15 Mayıs 2015 Cuma

TABU HALİNE GETİRİLMİŞ "MİLLİ DAVA", ŞİMDİ DE "MİLLİ YARAR" KAVRAMI ALTINDA TC CEZA YASASINA GİRİYOR



1960'da, bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünü garanti ettiği Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarının %37'lik kuzey bölümünü, 1974'den beri askeri denetimi altında bulunduran ve burada kendisine bağımlı kukla bir devletçik kuran kuzey komşumuz Türkiye Cumhuriyeti, uluslararası hukuka aykırı olan bu durumun eleştirilmesini cezalandırıp, yasak altına alma çalışmalarını sürdürüyor.
TC hükümetinin TBMM'ne geçtiğimiz aylarda sunduğu yeni ceza yasası tasarısının 359. maddesinde, Kıbrıs konusuna "Milli Yarar" politikasıyla yaklaşılıyor ve Kıbrıs ile ilgili bir düzenleme yapılmış bulunuyor.
13 Ağustos 1998 tarihli Aktüel dergisinde, TC'nin Strazburg'taki Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'ndaki eski avukatlarından Prof. Bakır Çağlar ile yapılmış bir söyleşi yayımlandı. "Kuzey Kıbrıs'taki mülkü için Türkiye'yi tazminata mahkum ettiren Titina Loizidu'nun ardında 170 bin Rum daha var: Bu itina bizi yakacak!" başlığı altında yayımlanan söyleşide, Prof. Bakır Çağlar, Loizidu'nun Kuzey Kıbrıs'taki mülküne el konduğu gerekçesiyle Türkiye aleyhine açtığı davada, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Türkiye'yi 640 bin dolar tazminata mahkum ettiğine değinerek, şöyle demektedir:
"Ya bu para ödenecek, ya da Türkiye Avrupa Konseyi'nden ihraç edilecek... Loizudu'ya tazminat ödenmesi kararı, Türkiye'nin Avrupa Kamu Düzeni'ni ciddiye almamasının bedelidir. Kuzey Kıbrıs'ta mallarına el konan Rumların benzer davaları kazanması halinde bu bedel inanılmaz boyutlara ulaşabilir.

"DÜŞÜNCE YİNE SUÇ KABUL EDİLİYOR"
Prof. Çağlar, muhabirin "Peki çözüm nerede yatıyor?" şeklindeki sorusunu da şöyle yanıtlamış:
"Türkiye Avrupa Kamu Düzeni'nin bir parçası olduğuna göre Kıbrıs'a bu standartlar çerçevesinde yaklaşmak zorunda. Ancak prensip olarak bunu kabul etse de konuya "Milli Yarar" politikasıyla yaklaşıyor. Yeni Türk Ceza Yasası tasarısında Kıbrıs'la ilgili bir düzenleme var. Madde 359 "Milli Yarar"a karşı hareketleri, ağır şekilde cezalandırılmayı gerektiren bir suç olarak tanımlıyor. "Türk askerinin Kıbrıs'tan çekilmesi veya bu konuda Türkiye aleyhine bir çözüm yolunun kabulü için düşünce açıklayan kişiler, milli yarara karşı suç işleyen kişilerdir" diyor. Düşünceyi suç kabul ediyor. Yani ben Kıbrıs'ta ne olacağını söyleyemeyeceğim. Partiler Kıbrıs politikası oluşturamayacak, böyle şey olmaz. Kuzey Kıbrıs'ta Türk milli politikası uygulanıyorsa, o zaman KKTC diye bir devlet yok. Akıllı bir Rum olsa bunu gösterip tüm davaları kazanır."
Görüldüğü gibi, Türkiye'deki egemenler, çeşitli baskılar yüzünden Türkiye kamuoyunda özgür bir şekilde tartışılamayan "Kıbrıs'ın askeri işgal altında tutulan yarısını Türkiye'ye bağlama davası"nı, tabu olmaktan da öte, tartışılması cezayı gerektiren yasak düzeyine çıkarmaktadırlar.

HUKUKÇULAR KONUYU TARTIŞIYOR
Geçen Mayıs ayı başında, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde İstanbul Barosu ile birlikte düzenlenen bir toplantıda, hükümetin TBMM'ne sunduğu bu yeni ceza yasası tasarısı incelenip tartışıldı. Ceza hukukçularının bu tasarı ile ilgili temel eleştirileri, tasarının, uzmanlarca ve kamuoyunda yeterince tartışılmasına fırsat verilmeyişi idi.
Toplantı en çok üzerinde tartışılan, tasarının 359. maddesinin ilk fıkrasında "milli yararlara karşı hareketlerde bulunmak maksadıyla doğrudan doğruya veya dolaylı olarak kendisi veya başkası için para veya herhangi bir menfaat veya vaat kabul eden vatandaş(ların)" cezalandırılması öngörülüyor. Bu ceza, üç ile on yıl arasında hapis ve beş yüz milyon ile üç milyar arasında para cezası anlamına geliyor. Bu suç fiili "savaş sırasında" işlenmiş ise veya söz konusu menfaat "basın ve yayın yoluyla propaganda yapmak için verilmiş ve vaat edilmiş" ise, cezanın ağırlaştırılması gerekiyor.

TASARIYI HAZIRLAYANLARIN DA KAFASI KARIŞIK
Tasarıyı hazırlayanların bu madde ile ilgili gerekçelerinde, konunun hassasiyetine dikkat çekiliyor. Şöyle ki: "Madde genel olarak milli, yararları korumakta ve bunlara karşı hareketlerde bulunmak üzere menfaat elde edilmesini cezalandırmaktadır. "Milli yarar" tabirinin gerek içerik, gerek kapsamı itibarıyle çok geniş olabileceği bilinmektedir."
"Bu sebeple, "kanunsuz suç olmaz" ilkesini kabul etmiş bulunan Türk Ceza Hukuku sisteminde "milli yarar"a karşı harekette bulunma maksadının tayini bazen tereddütlere sebebiyet verebilir. Ancak maddenin ikinci fıkrasında fiilin savaş sırasında olması halinin bir ağırlatıcı sebep sıfatıyla tespit edilmiş bulunması tereddütlerin izalesine imkan verecek niteliktedir. Böylece maddede söz konusu milli yarar tabirinin milli bütünlük ve birlik ile ilgili bulunduğu belirtilmiş olmaktadır. Ülkenin ekonomik yararlarını da milli yarar içinde saymak gerekir. Bu nevi fiiller çok değişik şekiller alabilir; ülkenin hasımlarına ve henüz kendilerini ilan etmemiş düşmanlarına yarar sağlamak suretiyle propaganda yaparak fiili gerçekleştirmek de suçu meydana getirebilir. Ancak milli yararlara hizmet amacıyla da olsa eleştirilerde bulunmak, elbette ki, bu suçu oluşturmaz."

BİR BAŞKA DEĞERLENDİRME
Konuyla ilgili olarak 7 Mart 1998 tarihli Radikal gazetesinde bir değerlendirme yazan Turgut Tarhanlı şöyle demektedir:
"Bir savaş döneminde "milli yarar" kavramının takdiri zor olmasa da, konunun, olağan dönemdeki koordinatlarının nasıl netleştirileceği sorusu, ifade özgürlüğünün değişik kullanım biçimleri ile doğrudan doğruya ilgili olabilir. Örneğin "basın ve yayın yoluyla propaganda yapmak üzere" bu suç fiilinin işlenmesi ciddi bir tartışma konusu oluşturabilir.
Nitekim, kanun tasarısını hazırlayanların, suçun, bu ağırlaştırıcı medeni ile ilgili olarak verdikleri örnekler de bu kaygıyı doğruluyor. Şöyle ki:
"Para, menfaat veya vaat kabulü suretiyle BUGÜN TÜRK ASKERİNİN KIBRIS'TAN ÇEKİLMESİ VEYA BU KONUDA TÜRKİYE ALEYHİNE BİRÇÖZÜM YOLUNUN KABULÜ İÇİN veya sırf Türkiye'ye zarar vermek maksadıyla, tarihi gerçeklere aykırı olarak, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Ermenilerin soykırımına uğradıklarının basın ve yayın yoluyla propagandasının yapılması gibi."
Tarhanlı yazısını şöyle bitiriyor:
"Kanun koyucuları madde gerekçelerini değil, kanun metninin uygulamak zorundadır. Kuşkusuz, "propaganda" faaliyeti ile "bilimsel inceleme" veya "eleştiri" faaliyetleri arasında açık bir farklılık var. Ancak, bizzat Adalet bakanlığı'nın bile açıklamaktan çekinmediği sorunların bulunduğu bir adliye mekanizması ile bu "farklılık", isabetli olarak saptanabşlecek midir? Ve dolayısıyla, hukukun koruması altında bulunan "iyi niyetli" kişi ile hukukun cezalandırılmasını öngördüğü "kötü niyetli"nin arasındaki o hattın bulanıklaştırılması yerine, netleştirilmesi gerekmez mi?"

(“Yusuf Aydın” imzasıyla, Kıbrıs'ta Sosyalist Gerçek dergisi, Sayı:32, Eylül 1998)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder