1960'da, bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünü
garanti ettiği Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarının %37'lik kuzey bölümünü,
1974'den beri askeri denetimi altında bulunduran ve burada kendisine bağımlı
kukla bir devletçik kuran kuzey komşumuz Türkiye Cumhuriyeti, uluslararası
hukuka aykırı olan bu durumun eleştirilmesini cezalandırıp, yasak altına alma
çalışmalarını sürdürüyor.
TC hükümetinin
TBMM'ne geçtiğimiz aylarda sunduğu yeni ceza yasası tasarısının 359.
maddesinde, Kıbrıs konusuna "Milli Yarar" politikasıyla yaklaşılıyor
ve Kıbrıs ile ilgili bir düzenleme yapılmış bulunuyor.
13 Ağustos 1998 tarihli Aktüel dergisinde, TC'nin
Strazburg'taki Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'ndaki eski avukatlarından Prof. Bakır Çağlar ile yapılmış bir
söyleşi yayımlandı. "Kuzey Kıbrıs'taki mülkü için Türkiye'yi tazminata
mahkum ettiren Titina Loizidu'nun ardında 170 bin Rum daha var: Bu itina bizi
yakacak!" başlığı altında yayımlanan söyleşide, Prof. Bakır Çağlar,
Loizidu'nun Kuzey Kıbrıs'taki mülküne el konduğu gerekçesiyle Türkiye aleyhine
açtığı davada, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Türkiye'yi 640 bin dolar
tazminata mahkum ettiğine değinerek, şöyle demektedir:
"Ya bu para
ödenecek, ya da Türkiye Avrupa Konseyi'nden ihraç edilecek... Loizudu'ya tazminat ödenmesi
kararı, Türkiye'nin Avrupa Kamu Düzeni'ni ciddiye almamasının bedelidir. Kuzey
Kıbrıs'ta mallarına el konan Rumların benzer davaları kazanması halinde bu bedel
inanılmaz boyutlara ulaşabilir.
"DÜŞÜNCE YİNE SUÇ KABUL EDİLİYOR"
Prof. Çağlar, muhabirin "Peki çözüm nerede yatıyor?"
şeklindeki sorusunu da şöyle yanıtlamış:
"Türkiye
Avrupa Kamu Düzeni'nin bir parçası olduğuna göre Kıbrıs'a bu standartlar çerçevesinde
yaklaşmak zorunda. Ancak prensip olarak bunu kabul etse de konuya "Milli
Yarar" politikasıyla yaklaşıyor. Yeni Türk Ceza Yasası tasarısında
Kıbrıs'la ilgili bir düzenleme var. Madde 359 "Milli Yarar"a karşı
hareketleri, ağır şekilde cezalandırılmayı gerektiren bir suç olarak
tanımlıyor. "Türk askerinin Kıbrıs'tan çekilmesi veya bu konuda Türkiye
aleyhine bir çözüm yolunun kabulü için düşünce açıklayan kişiler, milli yarara
karşı suç işleyen kişilerdir" diyor. Düşünceyi suç kabul ediyor. Yani ben
Kıbrıs'ta ne olacağını söyleyemeyeceğim. Partiler Kıbrıs politikası
oluşturamayacak, böyle şey olmaz. Kuzey Kıbrıs'ta Türk milli politikası
uygulanıyorsa, o zaman KKTC diye bir devlet yok. Akıllı bir Rum olsa bunu
gösterip tüm davaları kazanır."
Görüldüğü gibi, Türkiye'deki egemenler, çeşitli baskılar
yüzünden Türkiye kamuoyunda özgür bir şekilde tartışılamayan "Kıbrıs'ın
askeri işgal altında tutulan yarısını Türkiye'ye bağlama davası"nı, tabu
olmaktan da öte, tartışılması cezayı gerektiren yasak düzeyine çıkarmaktadırlar.
HUKUKÇULAR KONUYU TARTIŞIYOR
Geçen Mayıs ayı başında, İstanbul Üniversitesi Hukuk
Fakültesi'nde İstanbul Barosu ile birlikte düzenlenen bir toplantıda, hükümetin
TBMM'ne sunduğu bu yeni ceza yasası tasarısı incelenip tartışıldı. Ceza
hukukçularının bu tasarı ile ilgili temel eleştirileri, tasarının, uzmanlarca
ve kamuoyunda yeterince tartışılmasına fırsat verilmeyişi idi.
Toplantı en çok
üzerinde tartışılan, tasarının 359. maddesinin ilk fıkrasında "milli
yararlara karşı hareketlerde bulunmak maksadıyla doğrudan doğruya veya dolaylı
olarak kendisi veya başkası için para veya herhangi bir menfaat veya vaat kabul
eden vatandaş(ların)" cezalandırılması öngörülüyor. Bu ceza, üç ile on yıl
arasında hapis ve beş yüz milyon ile üç milyar arasında para cezası anlamına
geliyor. Bu suç fiili "savaş sırasında" işlenmiş ise veya söz konusu
menfaat "basın ve yayın yoluyla propaganda yapmak için verilmiş ve vaat
edilmiş" ise, cezanın ağırlaştırılması gerekiyor.
TASARIYI HAZIRLAYANLARIN DA KAFASI KARIŞIK
Tasarıyı hazırlayanların bu madde ile ilgili
gerekçelerinde, konunun hassasiyetine dikkat çekiliyor. Şöyle ki: "Madde
genel olarak milli, yararları korumakta ve bunlara karşı hareketlerde bulunmak
üzere menfaat elde edilmesini cezalandırmaktadır. "Milli yarar"
tabirinin gerek içerik, gerek kapsamı itibarıyle çok geniş olabileceği
bilinmektedir."
"Bu sebeple, "kanunsuz suç olmaz" ilkesini
kabul etmiş bulunan Türk Ceza Hukuku sisteminde "milli yarar"a karşı
harekette bulunma maksadının tayini bazen tereddütlere sebebiyet verebilir.
Ancak maddenin ikinci fıkrasında fiilin savaş sırasında olması halinin bir
ağırlatıcı sebep sıfatıyla tespit edilmiş bulunması tereddütlerin izalesine
imkan verecek niteliktedir. Böylece maddede söz konusu milli yarar tabirinin
milli bütünlük ve birlik ile ilgili bulunduğu belirtilmiş olmaktadır. Ülkenin
ekonomik yararlarını da milli yarar içinde saymak gerekir. Bu nevi fiiller çok
değişik şekiller alabilir; ülkenin hasımlarına ve henüz kendilerini ilan
etmemiş düşmanlarına yarar sağlamak suretiyle propaganda yaparak fiili
gerçekleştirmek de suçu meydana getirebilir. Ancak milli yararlara hizmet
amacıyla da olsa eleştirilerde bulunmak, elbette ki, bu suçu oluşturmaz."
BİR BAŞKA DEĞERLENDİRME
Konuyla ilgili olarak 7 Mart 1998 tarihli Radikal
gazetesinde bir değerlendirme yazan Turgut Tarhanlı şöyle demektedir:
"Bir savaş döneminde "milli yarar"
kavramının takdiri zor olmasa da, konunun, olağan dönemdeki koordinatlarının
nasıl netleştirileceği sorusu, ifade özgürlüğünün değişik kullanım biçimleri
ile doğrudan doğruya ilgili olabilir. Örneğin "basın ve yayın yoluyla
propaganda yapmak üzere" bu suç fiilinin işlenmesi ciddi bir tartışma
konusu oluşturabilir.
Nitekim, kanun tasarısını hazırlayanların, suçun, bu
ağırlaştırıcı medeni ile ilgili olarak verdikleri örnekler de bu kaygıyı
doğruluyor. Şöyle ki:
"Para, menfaat
veya vaat kabulü suretiyle BUGÜN TÜRK ASKERİNİN KIBRIS'TAN ÇEKİLMESİ VEYA BU
KONUDA TÜRKİYE ALEYHİNE BİRÇÖZÜM YOLUNUN KABULÜ İÇİN veya sırf Türkiye'ye zarar
vermek maksadıyla, tarihi gerçeklere aykırı olarak, Birinci Dünya Savaşı
sonrasında Ermenilerin soykırımına uğradıklarının basın ve yayın yoluyla
propagandasının yapılması gibi."
Tarhanlı yazısını şöyle bitiriyor:
"Kanun koyucuları madde gerekçelerini değil, kanun
metninin uygulamak zorundadır. Kuşkusuz, "propaganda" faaliyeti ile
"bilimsel inceleme" veya "eleştiri" faaliyetleri arasında
açık bir farklılık var. Ancak, bizzat Adalet bakanlığı'nın bile açıklamaktan
çekinmediği sorunların bulunduğu bir adliye mekanizması ile bu
"farklılık", isabetli olarak saptanabşlecek midir? Ve dolayısıyla,
hukukun koruması altında bulunan "iyi niyetli" kişi ile hukukun
cezalandırılmasını öngördüğü "kötü niyetli"nin arasındaki o hattın
bulanıklaştırılması yerine, netleştirilmesi gerekmez mi?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder