İsrail devletini, 2. Dünya Savaşı'nın külleri ardından
kuran Yahudi göçmenleri ve öncüleri, bir adalet, kahramanlık ve kurtuluş olayı
gerçekleştirdikleri inancındaydılar. Ama devletin 14 Mayıs 1948'de kuruluşunun
50. yıldönümünde, olgunlaşmakta olan bir ulus, zora dayalı olarak kuruluşlarını
yeniden değerlendirmekte ve ülkenin tarihçileri, uzun süredir baskı altında
tutulmuş olan şu soruyu öfkeli bir şekilde tartışmaktadırlar: İsrail, bir
günahkar olarak mı doğmuştur? İsrail'in "yeni tarihçiler"inden Ilan
Pappe için yanıt, gürleyen bir sesle "evet"dir.
(Acaba bizde de,
KTFD ve daha sonra sözümona "bağımsız" KKTC oluşturulurken, Kıbrıs
Cumhuriyeti ve 1963 sonundan beri, ona sahip çıkmış olan Kıbrıs Rum toplumuna
karşı, bir günah işlenmemiş midir? Ve sırf bu nedenle değil midir ki,
tanınmaması için bütün ülkelere, BM tarafından çağrıda bulunulmuştur. Bu günah
çocuğuna, olmayacak bu duaya, biz niye amin diyelim?)
YENİ TARİHÇİLER
Associated Press ajansı muhabiri Dan Perry ile bir süre
önce, bir söyleşi yapan Hayfa Üniversitesi profesörü Ilan Pappe, şöyle
konuşmaktadır:
"Yahudiler, Arap olan bir toprağa gelerek, orayı,
insanlarını evinden yurdundan söküp, kovarak ele geçirmişlerdir. Biz, sömürgeci
işgalciler olmak istedik ve aynı zamanda ahlaki değerlerle de yüzyüze
geldik."
(Kıbrıslı Türkler,
Türk Ordusu'nun askeri desteği ile 1974 yazında işgal edilen Kıbrıs'ın %37'lik
kuzey toprağı üzerinde toplanıp, buradaki onbinlerce Kıbrıslı Rumu ev ve
yurtlarından edip, güneye kaçırırken, onların terkettiği yerlere TC'den
getirilen aktarma nüfusu yerleştirirken, konunun ahlaki boyutunu hiç
düşünmüşler mi?)
"Yeni tarihçiler"in öne sürdüklerine göre, kendilerinden
önceki tarihçiler, birçok olayda, özellikle İsrail'i kurup, Filistin göçmenleri
sorununu yaratan 1948-49 savaşı ile ilgili ulusal efsaneleri anlatmaya devam
ettiler.
(Bizim resmi
tarihçilerimiz ve propagandistlerimiz de, ayrılıkçı TMT yeraltı tedhiş örgütünü
ve yaptıklarını günde 24 saat verdikleri demeçler ve yazdıkları yazılarla
efsaneleştirmemişler mi?)
TARİHİ YENİDEN YAZANLARIN GÖRÜŞLERİ
Revizyonistler tarafından öne sürülen iddialar arasında
şunlar vardı: 1948-49 savaşında istila eden Arap ordularına karşı kazanılan
Yahudi zaferi, inanmak istedikleri bir mucize değildi. Güçlü olan taraf
kazanmıştı.
(Kıbrıslı Türkler
1963'ten 1974'e 11 yıl ezilmiş, horlanmışlardı. Şimdi ezme, horlama sırası
onlara gelmişti. Türkiye'nin "Mutlu Barış Harekâtı" hâlâ daha
ağızlarda sakız, dillerde şükran değil midir?)
İsrail'den kaçan Araplar (tahminler 700 bine kadar
çıkmaktadır), sadece Arap ordularının Yahudileri katletmesi için önlerini açmak
üzere kaçmaları doğrultusunda Arap liderlerce yapılan çağrılara uymamışlardı.
Hepsi değilse bile çoğu, yerlerinden atılmışlardı.
(İkinci harekâtla
Atilla taksim çizgisi çizilirken, çizginin güneyine kaçan Kıbrıslı Rumlara,
sonradan Karpaz'dan kaçırttıklarımız da eklenmelidir. Yerinden yurdundan edilen
Kıbrıslı Rumların sayısı bugün, 176 bin olarak biliniyor.)
Savaştan sonra, Araplar redçi taraf değillerdi. İsrailli
liderler, uzlaşma istemedikleri için halklarından bir dizi barış girişimini
saklamışlardı.
(Kıbrıs Türk
liderliği, 1958'den beri adanın emperyalist planlar gereği taksim edilmesinden
yana çalıştığı için, 1974'den sonra Rumlar tarafından yapılan federal devlet
önerilerini hep geri çevirmiş ve onları "anlaşma istemiyorlar" diye
suçlamış ve kendi halkına, Rumları redçi
diye tanıtmıştı.)
İsrail'de tarih ve günümüz, sürekli olarak birbirine
girmektedir. Bazılarına göre, revizyonistlerin İsrail'in oluşturduğu
kahramanlık imajından uzaklaşması, Filistinlilerle nihai sınırları görüşmeye
hazırlanırken, kararlılığı zayıflatabilir.
Örneğin, Londra'daki King's College'de savaş
araştırmaları dersi veren Efraim Karsh, revizyonizmi, iki yüzlüler tarafından
ayağa düşürülmüş tahrifat olarak suçlamakta ve şöyle demektedir:
"İsrail'in kurucularının hareket noktası saftı.
Onlar sadece, Yahudi halkı için, bir Yahudi devleti kurmak istemişlerdi.
Arapların topraklarından atılması konusu, savaşla ilgili
olarak uzun bir süreden beri yaratılan karmaşa yüzünden karışıktır. 30 yıl
süreli devlet sırrı nedeniyle belgelerin kilit altında tutulmasını sağlayan
kurallar ve aradan geçmiş yıllar yüzünden, Arapların olayları anlatış şeklinin,
yanlış olduğu doğrultusunda müphem bir inanış vardır.
YENİ BİLGİLER GÜN IŞIĞINA ÇIKARILDI
"Yeni tarihçiler"den ilk saldırı, 1980'li
yılların sonunda geldi. Beersheba'daki Ben-Gurion Üniversitesi'nde şimdi
profesör olan Benny Morris, yazdığı bir dizi makalede ve "Filistinli
Göçmenler Sorunu'nun Doğuşu" adlı kitabında, Arapların topraklarından nasıl atıldığına
ilişkin ayrıntılı bilgiler verdi.
Morris kendisi ile yapılan bir söyleşide şunları söyledi:
"Arapların yurtlarından ayrılmasının nedenleri
çeşitlidir. Ama en önde gelen neden, İsrail saldırıları ve İsrail'in hayali
değil, gerçekten mutlaka yeni saldırılarda bulunacağına ilişkin korkudur.
(Kıbrıslı Rumlar
da, hâlâ daha Türk ordusunun adanın hepsini ele geçireceği korkusu ile
yaşamaktadırlar. O nedenle de sürekli silahlanmaktadırlar.)
Morris, doğrudan topraklarından sökülen Arapların
sayısının kesin olarak kaç kişi olduğunu söyleyememektedir. Lod ve Ramie'de
yaklaşık 60 bin kişi, İsrail birlikleri tarafından zorla topraklarından uzaklaştırılmışken,
Hayfa, Yafa ve Safed'deki Araplar, Yahudi saldırıları anında veya yakın bir
tarihte topraklarından kaçmışlardır.
Siyonist liderlerin, bu topraktan kovmaları önceden planlamamış olabileceklerini söyleyen Morris,
onların, temeldeki bu zor durumla mücadele ederken, bu kovma fikriyle
oynadıklarını belirtmiştir:
"Arapların çoğunlukta bulunduğu bir ülkede, bir
Yahudi devleti kurmak durumundaydılar. Her ne ise, olası büyük bir 5. kolun var
olacağı bir ülkeyi böldüler."
(Türk Gladio'sunun
Kıbrıs'ı taksim etme ve nüfus kaydırma planları 1950'li yıllara kadar geri
gitmektedir. Bak. Kıbrıs İstirdat Planı ve Halil Fikret Alasya'nın son
açıklaması: "Genelkurmay'a taşıdığım kitaplar ve yayınlar üzerinde, yoğun
bir çalışma sonucu ortaya üç taksim planı çıkmıştı. Bak: Kıbrıs Mektubu, Ocak
1998, Ankara)
TAKSİM VE NÜFUS DEĞİŞİMİ ÖNERİSİ ESKİ İDİ
Bir İngiliz Komisyonu'nun 1937'de Filistin'in taksimini
ve nüfus değişimlerini önermesinden sonra, devlet oluşmasından önce İsrail'i
yönetmiş olan David Ben-Gurion ve diğerleri, Arap nüfusun İsrail'den başka yere
taşınmasına destek veren bir dizi demeç vermişlerdi. Morris şöyle diyor:
"Nüfus değişimine karşı olduklarına ilişkin, tek bir kelime bile asla
söylememişlerdir."
Pappe, dağınık Yahudi göçmenlerden oluşan küçük bir
ordunun güçlü Arap istilacılara karşı durdukları fikrine dayanan İsraillilere,
Bağımsızlık Savaşı'nın gördükleri gibi olmadığını kanıtlamaya çalışmıştır:
"Arap orduları, daha çok Mısır, Suriye, İrak ve Transjordan,
yani bugünkü Ürdün'den gelmişlerdi ve 20 bin kişiden fazlaydılar. Arap
uluslarının mücadele veren birlikleri, kısmen de kendi toy rejimlerinin iç
istikrarını güvence altına almak için geride, ülkelerinde kalmıştı. Yükselen
İsrail Savunma Gücü, ki çoğunluğu devlet oluşumu öncesinin Hagana milislerine
dayanmaktaydı, çok geçmeden Arapları sayıca geçti ve Yahudi askerleri
Araplardan çok daha fazla uyanıktı. Araplar, İngilizlerden tedarik edilen ve
verilmesi durdurulan askeri malzemeye bağımlılık yüzünden felç olmuştu.
TAKSİM EDİLECEK TOPRAK ÖNCEDEN BELİRLENMİŞTİ
Daha da önemlisi, İsrail, istilacı orduların en güçlüsü
olan Transjordan ve onun Arap Lejyonu ile sessiz bir anlaşmaya varmıştı. BM
Taksim Planında, Filistin Arap devletinin merkezi olarak düşünülmüş olan Şeria
nehrinin batı yakası ele geçirilecekti yalnız. Böyle olmakla beraber, Arap
Lejyonu bazı küçük çarpışmaları kazanmış ve Doğu Kudüs ile Bethlehem
yakınlarındaki Yahudi yerleşim bölgelerinden Etzion blokunu ele geçirmişti.
(Kıbrıs'taki Taksim
Planı'na göre ise, önceden belirlenmiş olan Atilla Hattı'nın güneyine
geçilmeyecek, güneydoğudaki İngiliz üssü Dikelya'ya kadar dayanılacak ve Maraş
iskan edilmeyecekti.)
Bazı yeni iddialara göre, savaş sonrasındaki aylarda,
Arap liderleri barış mesajları göndermiş, ama bunlar Ben-Gurion tarafından
reddedilmiş ve İsrail kamuoyundan gizli tutulmuştu. Çünkü daha az elverişli
olan BM taksim planına kıyasla, savaşta elde ettikleri toprak daha fazlaydı ve
bunu bırakamazdı. Araplar, kendi kamuoylarından korktukları için, önerilerini
hiçbir zaman açıklamamışlardı."
(Bakalım Kıbrıs'ın
taksimi için, iki askeri harekât arasındaki sürede veya daha sonra, taraflar
arasında henüz açıklanmamış hangi gizli pazarlıklar yapılmıştı?)
Morris ise, bu olayların, İsrail düşüncesi ve eylemlerinde
tamamen pembe bir görüşü propaganda eden ve Arap düşüncesi ve eylemlerine
tamamen olumsuz bir bakış açısıyla bakan Siyonist tarihçiler tarafından örtbas edildiğini vurgulamaktadır.
(TMT'nin 1958'deki
kışkırtma eylemleri ile 1963 sonrası olayları değerlendirilirken, Kıbrıs Türk
liderliğinin ve onun resmi tarih yazıcılarının bize aktardıkları, tek yanlı ve
ayrılıkçı kışkırtma eylemlerini örtbas eden yaklaşım anımsanmalıdır.)
Morris'in vardığı sonuca göre, "İsrailliler normal
insanlardır. Kendi kişisel çıkarlarına bakmaktadırlar. Çok cömert değildirler
ve çoğu insan gibi, gerçeği tahrif ederler ve devrimlerden sonra, resmi
tarihler yazma eğilimindedirler."
Bazı olgular henüz tartışılmakta ise de, tarihçilerin
tartışmasının özü, daha çok yapılan vurgular ve yorumlarla ilgilidir.
SİYONİST ESKİ TARİHÇİLER
Örneğin eski tarihçilerden olan Tel Aviv
Üniversitesi'nden Anita Shapira, şöyle konuşmaktadır:
"Sadece savaş alanındaki askerlerin sayısı üzerinde
yoğunlaşmak ve İsrail'den sayıca üstün olan Arap ordularının potansiyel gücünü
gözardı etmek bir haksızlıktır. Arapların yurtlarından kovulması konusunda da
herhangi bir plan yoktu. Çünkü bu zalimce bir şey olacaktı. Onlar gerçekten de
ahlaki nedenlerle bunu yapamayacaklardı. Ama çarpışma başladığı zaman, kimse
bundan üzgün değildi."
Tarihçi tartışmaları son dönemde isim verilerek dejenere
edilmiş ve Morris ile "İsrail'in Tarihi Yeniden Üretmek: Yeni
Tarihçiler" adlı bir kitap yazan Karsh arasında bir düşmanlığa
dönüşmüştür.
Karsh, AP ajansına verdiği bir demeçte, Morris'in, vergi
iadesi için akademik standardıyla devlete başvurması halinde, "hapiste
olması gerektiğini" söylemiş ve onu yalancılıkla suçlamıştır.
(TC basınında
çıkmış olan bazı haberlere göre, "Kıbrıs'taki Türk ordusunun
varlığı"nı ve "Denktaş'ın
politikalarını eleştirme"ye karşı yasal önlemler alınması planlanmaktadır.
Bak. Radikal gazetesi, 7 Mayıs 1998, Turgut Tarhanlı'nın makalesi- Resmi
politika karşıtlarından Kutlu Adalı'nın 1996 yılında faili meçhul bir cinayete
kurban gitmesi ve son aylarda, bazı Kıbrıs Türk yayın organları aleyhinde
açılan milyarlık tazminat davaları, bizdeki benzer mantığı göstermiyor mu?)
Tarih tartışmasına eşlik eden öfke, aşikar siyasal
ayrılıklarla da körüklenmektedir.
Karsh, Shapira ve diğer "eski tarihçiler"in
çoğu Siyonist'tirler. Pappe ve meslektaşlarından birçoğu kendilerine
"post-Siyonistler" demektedirler ve İsrail'in "Yahudi
devleti" mantosunu çıkarması gerektiğine inanmaktadırlar.
(Bizdeki şoven ve
taksimci tarihçiler olarak Vehbi Zeki Serter, Ahmet C.Gazioğlu, Sabahattin
İsmail vb anımsanmalıdır. Benzerlerinin Rum toplumunda da bulunduğundan hiç
kuşku duyulmamalıdır.)
SİYONİZM SONRASI KUŞAĞIN HEDEFİ
Post-Siyonistler, herhangi Yahudi bir atası olan herkesin
İsrail'e yerleşmesine izin veren ve otomatik olarak yurttaşlık veren Dönüş
Yasası'nı iptal edeceklerdir.
(Bizde, 1974'den
sonra, egemenlerin iktidarını sürdürme adına, adamızın Türk işgali altındaki
bölgesine yerleştirilen asker ve sivil nüfusa gösterilen gizli tepki ve TC
vatandaşlarına dağıtılan yüzbinlerce KKTC yurttaşlıkları anımsansın. Bunlara
karşı açıkça tavır alıp, çözüm öneren kaç politikacımız vardır?)
Ayrıca yurdu için hasret çeken Yahudilerden söz eden ve
nüfusun yaklaşık beşte birini oluşturan Arap azınlığını gözardı eden "Hatikva"
adlı İsrail milli marşını değiştirmek istemektedirler.
(Türk ve Yunan
milli marşları ile bayraklarının Kıbrıs'ta kullanılmaması için, 1974'den beri
mücadele eden Yeni Kıbrıs Derneği üyelerinin kulakları çınlasın.)
Tartışmaların odak noktasında ise, geçen 100 yıl içinde
Yahudilerin İsrail'e dönüşünü ve bir
"halk" oldukları için bir devletleri olması gerektiğini haklı gösteren temel fikre karşı bir meydan
okuma yatmaktadır.
Pappe ise bu konuda şöyle demektedir: "Yahudiler,
bir dine ait olmaktan başka birşey değildir. Bir "Yahudi devleti"ne
sahip olmak, Fransa'da bir "Katolik devleti"ne sahip olmak
gibidir."
(Kıbrıs adası
üzerinde yaşayan iki ana etnik-ulusal topluluktan biri olan ve 1960'da nüfusun
%18'ini oluşturduğu halde, bu İngiliz sömürgesinin Yunanistan'a bağlanması için
mücadele vermiş olan Rumlara karşı, adanın Taksim edilmesi ve emperyalizmin bir
sıçrama tahtası, ya da batmayan bir uçak gemisi olarak kullanılması için TMT
eliyle toplumlararası düşmanlığı körüklemesi karşılığında, liderliğine, yeni
kurulan sınırlı bağımlı Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin yönetimine %30'luk
katılım verilen Kıbrıs Türkleri, NATO'nun 1974'deki darbe-işgal planı
sonrasında, ayrı bir "halk" olarak görülmüş ve işgal gücü olan TC'nin
askeri ve ekonomik desteğinde ayrı bir "devlet" kurulması
desteklenmiştir. Oysa ki, Kıbrıs Türkleri 1974'den sonra, federal bir anayasa
çerçevesinde kurucu ortağı oldukları Kıbrıs Cumhuriyeti devletindeki yerlerine
geri dönmeliydiler.
Kıbrıs'taki
ayrılıkçı politika terkedilip, çalışan halkın birliği sağlandıktan sonra, hedef
emperyalizmi ve onun yerli işbirlikçilerini asker ve üsleri ile birlikte bu
adadan kovmak olmalıdır. Kıbrıs'ta yaşayan toplumların gerçek kurtuluşu ise,
ancak işçi sınıfının adamızda iktidara gelmesi ve bölgemiz ve dünyamızda
sosyalizme geçişle olasıdır.)
("M. İlker" imzasıyla, Kıbrıs'ta Sosyalist Gerçek dergisi,
Sayı:29, Haziran 1998)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder