Kapitalist dünya, yeni bir ekonomik bunalımına doğru
yuvarlanmaktadır. Anımsanacağı gibi ilk haberler, önce Uzak Doğu'nun
"mucize" yaratan ekonomilerinden gelmişti. "Asya
Kaplanları"ndan Güney Kore ekonomisi, 1998 yılının ilk üç ayında %3.8'lik
bir küçülme gösterdi. Oysa 1997'de %5.7'lik bir büyüme gerçekleştirmişti.
Dünyanın 4. en kalabalık ülkesi olan Endonezya'nın ise bu
yıl %20'lik bir gerileme göstereceği tahmin edilmektedir. Milyonlarca işçi işten
durdurulmaktadır.
Japonya'da çöken mali sistem, 370 milyar sterlinlik bir
borç içine düşmüştür. Bir başka deyişle, her Japon yurttaşı başına 2,900
sterlin borç düşmektedir. Japon Başbakanı Obuçi, dünyanın bu en büyük ikinci
ekonomisinin "uzun sürecek bir düşüş dönemi" içine girdiğini
açıklamıştır.
ABD'nin dış borsalarda Japon parası yen'i desteklemekte
isteksiz davranması, yen'in büyük ölçüde değer kaybetmesine yol açmış ve bu da
dünya pazarlarında felaket etkisi yaratmıştır.
Yen değerinin istikrara kavuşması, geçici bir süre için
bunalımı durdurabilir; ama borç içinde olan Japon mali kuruluşlarının
harabiyetini önleyemez. Ne de Japonya'nın üretimdeki gerilemesini durdurabilir.
Batılı güçlerin temsilcileri, Japon ekonomisindeki bu
durumdan gittikçe daha fazla endişelenmekte ve buradaki gerilemenin dünya
ekonomisini önemli ölçüde etkileyeceğinden korkmaktadırlar.
ABD ve diğer G8 ülkelerinin liderleri, Japon
sermayedarlarının büyük bir devlet harcama programı uygulayarak, çöküşü
durdurmalarını talep etmektedirler. Oysa bu Keynesçi kurtuluş önlemleri
paketlerini, kendileri, kendi ülkelerinde uygulamaktan şiddetle
kaçınmaktadırlar.
BUNALIM YAYILIYOR
Kaldı ki Asya'daki bu bunalım geçici değildir ve sadece
belli bir yöreye de ait değildir, dünyanın öteki bölgelerini daha şimdiden
etkilemeye başlamıştır. Yaşanmakta olan, dünya kapitalist ekonomisinin bir
bunalımıdır ve yerküre üzerindeki bütün
ekonomilere hızla yayılmaktadır.
İleri kapitalist ekonomilerdeki işçi sınıflarının daha
yoğun bir şekilde sömürülmesi sonucu ortaya çıkan sermaye birikimi,
küreselleşme süreci sonucunda, özellikle Asya gibi yarı-gelişmiş ekonomileri
seçmişti. Buralarda yeni üretim kapasiteleri inşa edilmiş ve bu, günümüzde
araba, bilgisayar ve diğer kesim mallarının aşırı bir miktarda üretimiyle
sonuçlanmıştır. Buna paralel olarak, oluşan sermaye birikimi, emlak ve para
alanında spekülasyonu aşırı derecede
pompalamıştır ki bu balon da, döviz bunalımı sırasında patlamıştır.
Bazı yorumculara göre, Asya'daki bunalımın ilk dalgasının
etkisiyle OECD ülkelerinin yurtiçi üretim hacimlerindeki gerileme, Asya ile
olan ticaretin kaybedilmesi sonucu,
sadece % -0.5 olmuştur. Bu doğru olsa bile, Asya, Doğu Avrupa ve Latin
Amerika'nın "yükselen pazarları"ndan, ileri kapitalist ülkelere
spekülatif yatırım yapan sermayenin aniden geri çekilmesi olarak
nitelendirilebilecek sermayenin bu "kaliteye kaçışı" ile meydana
gelen istikrarsızlığın etkisinin hesaba katılmadığını göstermektedir. Dahası
Asya bir tarafa, bir süreden beridir, ABD'de halen sürmekte olan iş
hareketliliğinin sonunun yaklaşmakta olduğuna ilişkin işaretler vardır.
Asya'daki bunalımın bitmesi bir yana, ileri ülkelerin ekonomileri üzerinde daha
ciddi etkiler yapmaya başlamıştır.
ABD ticaret açığı aniden fazlalaşmıştır. Asya'ya olan dış
satımlar azalırken, dış alımlar artmaktadır. Mayıs 1998'deki açık, 15.8 milyar
dolara yükselmiştir. Chase Manhattan
Bankası'nın baş iktisatçısı John Lipsky şöyle demektedir: "1998 yılı
içinde ani bir düşüş gelecektir. Gayrı SafiYurtiçi Üretim 1997'deki %3.7'den
her 3 ayda bir düşerek %1.5 civarına
inacektir."
Üretimdeki istihdam düşmektedir. Bu kuşkusuz Asya'ya
yapılan dış satımın yitirilmesini ve
Asya'dan yapılan dış alımların artışını yansıtmaktadır. Üretim ve hizmet
kesimlerindeki gerileme, işsizliğin artmasına ve işçi gelirlerinin azalmasına
yol açmış ve tüketim harcamaları gerilemiştir. Bu da her zamanki gibi iş hareketliliğinin sona
erdiğini göstermektedir.
Tekellerin artan karları, 1989'dan beri ilk defa azalmaya
başlamıştır. 1997'deki %10'luk büyüme 1998'in ilk çeyreğinde sadece %4
olmuştur. Karların azalması, çoğu borçlanma ile finanse edilen ABD'nin muazzam
para ve emlak piyasası üzerinde ciddi etkiler yaratmaktadır. Ekonomik tahmin
yapanlar tarafından görüşlerine çoğu kez önem verilmeyen ılımlı yorumcuların
hepsi de, borsaların gerçek değerlerinden çok daha fazla değer kazanmış
olduklarını ve bu şişirme durumun daha fazla gidemeyeceğini bilmektedirler.
Belli bir noktadan sonra, azalan tekel karları,
hisse senetleri kavgasının durmasına yol açan temettü ödemeleri düzeyini
artık yüksekte tutabilecek durumda değildir.
RUSYA'DAKİ BUNALIMIN ETKİLERİ
Bir süre önce Rusya'da yaşanan mali-ekonomik erime de,
yeni Rus kapitalizminin "sanal" niteliğinin ne olduğunu ortaya
koymuştur. Son zamanlara kadar birçok kapitalist yorumcunun öne sürdüğü gibi,
Rusya'nın küresel büyümenin dinamik merkezi olduğu şeklindeki iddialar da boşa
çıkmış ve pazarın sadece yağmacı-soyguncu baronların egemen olduğu vahşi bir
orman olduğunu göstermiştir.Kendi kendilerini zenginleştirmek için acımasız bir
kavga veren kapitalist Rus mafyası, eski Sovyetler Birliği'nde her türlü
çarpıklığa rağmen oluşturulmuş olan muazzam insan, teknoloji ve doğa
kaynaklarını çar-çur etmiştir.
Yaşanan mali çöküntü, temeldeki hastalığın ağır bir
belirtisidir. Yavan Rus ekonomisi, son yıllarda oluşturulan borçlar yığınını ve
parasal spekülasyonu kaldıracak durumda değildir. 1989'da eski merkezi
planlamanın çökmesi ile başlayan felaket boyutlarındaki gerilemenin az da olsa
düzelmesiyle yaşanan hafif ilerlemeden sonra, Rus işçi sınıfı, şimdi, felaket
boyutlarında ekonomik ve sosyal bir çöküntü ile karşı karşıya kalmıştır. Ama
siyasal bilinç sahibi işçilerin, ülke tarihini yoğun bir şekilde yeniden
inceleyip, planlı ekonominin çarpık şeklinin neden çöktüğünü ortaya
çıkaracakları ve demokratik sosyalist toplumun maddi temellerinin ancak
sosyalist planlı ekonomi ile olası olduğunu anlayacakları günler pek de uzak
olmamalıdır.
BUNALIMIN OLASI SONUÇLARI
Rusya'daki son bunalım, geçen yıl Asya döviz bunalımı ile
başlayan dünya ekonomik bunalımının yeni bir aşamasını oluşturmaktadır. Küresel
mali piyasalar mekanizmasının birbiriyle içiçe geçen yapısı nedeniyle,
Rusya'daki çalkaltılar, sözümona "yükselen pazar" denen ülkelerdeki
bunalımı daha da derinleştirecektir.
SSCB'deki çarpık rejimin çökmesi ardından gelen
kapitalist pazar ekonomisinin, geri ekonomik mirası ortadan kaldırıp, Rusya ve
Bağımsız Devletler Topluluğu'nun diğer ülkelerine büyüme ve kalkınma getireceği
öne sürülmüştü. Ama pazar ekonomisinin asalak ve yıkıcı özelliği tam olarak
ortaya çıkmıştır. Öne fırlamış sözümona yeni yatırımcı işadamlarından çoğu,
birçok durumda ülkenin üretici gücünü geliştirme yerine, geriletmişlerdir.
Bankalar, sanayiye sermaye akıtma yerine, daha çok sanayi sermayesini sifonlamışlar
ve bu paraları, mafya kapitalistlerinin dış bankalardaki hesaplarına
aktarmışlardır. Başlangıçta Rusya'nın ucuz emek gücünü ve doğal kaynaklarını
sömürmeye niyetlenen Batılı çok uluslu tekellerin çoğu, şimdi, ya yatırımlarını
geri çekmekte, ya da yatırım planlarını iptal etmektedirler.
Şimdiye kadar ABD, Almanya ve diğer G-7 ülkeleri
Yeltsin'i hem siyasal, hem de ekonomik nedenlerden ötürü desteklemekteydiler.
Ama şimdi, bunalıma müdahale edip, Rus hükümetinin yaşama şansı olmayan parasal
politikalarını desteklemediler. Kaçınılmaz çöküntü ile yüzyüze kalan Yeltsin,
yıl sonuna kadar ruble'de %35'lik bir devalüasyon yapacağını söyleyerek, özel
kesimin yaklaşık 140 milyar dolara yükselmiş olan geri ödemelerine de 90 günlük
bir moratoryum koydu.
Bu önlemlerin Rus ekonomisini bunalımdan kurtaracak ve
istikrara kavuşturacak önlemler olduğunu ileri sürenler, sanal bir gerçeklik
içerisinde yaşamaktadırlar. Çünkü yabancı yatırım ve banka kredilerinin akışı
aniden durmuştur. Borç alarak bunalımdan çıkma yolu tıkanan Yeltsin hükümeti,
hiç şüphe yok ki yeni ruble'ler basma yoluna gidecek ve artan enflasyon selini
azdıracaktır. Devalüasyon da enflasyonu körükleyecektir. Ülke gıda ihtiyacının
yarısından fazlasını dış alımla sağlayan Rusya, artan dış alım fiyatları nedeniyle,
hayat pahalılığını hızla artıracaktır.
Rusya'nın 90 gün sonra borçlarını geri ödemeye
başlayabileceğine inanan çok az Batılı maliyeci vardır. Rusya'nın bunu
başaramamasının, dünya bankacılık ve parasal sistemi üzerinde muazzam etkileri
olacaktır. En çok kaybedecek olan Alman bankaları olacaktır. Çünkü Rusya'dan
alacakları, 30 milyar dolar kadardır. Gerçi bunun %60'ı Alman hükümeti
tarafından güvence altına alınmıştır, ama yine de Rus borçlarının yaratacağı
açığı Almanya ödemek durumunda kalacaktır.
Bazı yorumcular Rus bunalımının etkilerini küçümsemekte,
ama yanılmaktadırlar. Çünkü toplam 140 milyar doları bulan Rus dış borçları,
"yükselen pazarlar" ağında kullanılan "parasal
enstrümanlar" arasında (krediler, borsalar, dövizler vd) büyük bir dilimi
oluşturmaktadır. Dünyanın bir bölgesinde uluslararası spekülatörlerin
uğrayacakları büyük kayıplar, diğer bir bölgesinde bu kayıpları gidermek için
kitlesel hisse senedi satışlarına yol açabilir ve borsalar çökebilir.
SÖMÜRÜNÜN YENİ ŞEKLİ: BORÇLAR
Alınmış borçların geri ödenememesi sorunu, sadece
Rusya'nın bir sorunu değildir. Birçok az gelişmiş ülke, eski sömürgeci ülke
yöneticilerinin yerini almış olan Dünya Bankası iktisatçıları veya IMF
danışmanlarının önerileri doğrultusunda yönlendirdikleri ekonomilerini düzlüğe
çıkarmak yerine, daha da batağa saplamışlardır. Verilen mali yardım veya dış
borçlar, sömürünün yeni şekilleri olarak bu ülkelerin belini doğrultamaz hale
sokmuştur.
Son yapılan G-8 ülkeleri doruk toplantısı, muazzam borç
yükü sorununu tartışmış, ama buna karşı hiçbir önlem getirememiştir. IMF ile
Dünya Bankası'nın şampiyonluğunu yaptıkları "kemer sıkma önlemleri",
az gelişmiş ve en yoksul ülke halklarını daha fazla acılar içine
sürüklemektedir. Örneğin bir Afrika ülkesi olan Mali'de ortalama yaşam süren
her bir kişi günde 50 peni'den az bir para ile "yaşamaktadır". Ama
yine de, dünyanın en zengin ülkelerindeki bankacılara her biri 205 sterlin
borçludur. Bu Mali için ne anlama gelmektedir? Yaşama süresi 43 yıldır. Nüfusun
üçte ikisi içmek için temiz su bulamamaktadır ve kadınlar arasında okuma-yazma
bilmeyenlerin oranı %80'dir.
Guardian gazetesinde bir makalesi yayımlanan Noam
Chomsky, Endonezya'nın 80 milyon dolarlık dış borcunun %95'inin, sadece 50
kişiye ait olduğunu, geriye kalan 200 milyon Endonezyalının ise bu borçla bir
bağı bulunmadığını ve getirilen IMF'in "kemer sıkma önlemleri"nden
zarar görecek olanların da bu milyonlar olacağını belirtmekteydi:
"Borçta sorumluluk, borcu veren ve alanın
omuzlarındadır, şeklindeki fikir artık eskimiştir. Alınan borç parayı, fabrika
veya tarım işçileri, ya da gecekondularda yaşayanlar almamıştır. Ülke nüfusunun
büyük bir kitlesi, alınan bu borç paradan herhangi bir yarar görmemiştir.
Aslında nüfusun ezici çoğunluğu, bu borcun etkilerinden acı çekmektedir. Borcun
geri ödenmesinin yükünü, Batı'daki vergi yükümlüleri ile onlar çekmektedir.
Batık kredileri veren bankacılar veya kendi ülke zenginliklerini ele geçirerek,
ülke dışına servet aktarıp, kendilerini zenginleştiren ekonominin ve askerlerin
seçkinleri bu acıları çekmemektedirler."
Yoksulluk, açlık, ölüm ve kıtlık, doğal felaketler veya
kader değildir. 20. yüzyılın sonunda dünya halklarını açlık ve safaletten
kurtarmak, onlara insanca bir yaşam sağlamak, olanaksız bir görev değildir. Ama
dünyamız, kapitalizmin boyunduruğu ve kar açlığı altında kaldığı sürece
gelişmekte olan ülkelerdeki açlık, yoksulluk ve ölümlerin önü asla alınamaz.
Yoksulluk ve borç batağından kurtulmak, kapitalizme karşı
mücadele ve sosyalist bir gelecek için verilecek kavgadan ayrı düşünülemez.
("Yusuf Aydın" imzasıyla, Kıbrıs'ta Sosyalist Gerçek, Sayı:33, Ekim 1998)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder