15 Mayıs 2015 Cuma

ASYA'DAKİ EKONOMİK BUNALIM BATIYA YÖNELİYOR


Kapitalist dünya, yeni bir ekonomik bunalımına doğru yuvarlanmaktadır. Anımsanacağı gibi ilk haberler, önce Uzak Doğu'nun "mucize" yaratan ekonomilerinden gelmişti. "Asya Kaplanları"ndan Güney Kore ekonomisi, 1998 yılının ilk üç ayında %3.8'lik bir küçülme gösterdi. Oysa 1997'de %5.7'lik bir büyüme gerçekleştirmişti.
Dünyanın 4. en kalabalık ülkesi olan Endonezya'nın ise bu yıl %20'lik bir gerileme göstereceği tahmin edilmektedir. Milyonlarca işçi işten durdurulmaktadır.
Japonya'da çöken mali sistem, 370 milyar sterlinlik bir borç içine düşmüştür. Bir başka deyişle, her Japon yurttaşı başına 2,900 sterlin borç düşmektedir. Japon Başbakanı Obuçi, dünyanın bu en büyük ikinci ekonomisinin "uzun sürecek bir düşüş dönemi" içine girdiğini açıklamıştır.
ABD'nin dış borsalarda Japon parası yen'i desteklemekte isteksiz davranması, yen'in büyük ölçüde değer kaybetmesine yol açmış ve bu da dünya pazarlarında felaket etkisi yaratmıştır.
Yen değerinin istikrara kavuşması, geçici bir süre için bunalımı durdurabilir; ama borç içinde olan Japon mali kuruluşlarının harabiyetini önleyemez. Ne de Japonya'nın üretimdeki gerilemesini durdurabilir.
Batılı güçlerin temsilcileri, Japon ekonomisindeki bu durumdan gittikçe daha fazla endişelenmekte ve buradaki gerilemenin dünya ekonomisini önemli ölçüde etkileyeceğinden korkmaktadırlar.
ABD ve diğer G8 ülkelerinin liderleri, Japon sermayedarlarının büyük bir devlet harcama programı uygulayarak, çöküşü durdurmalarını talep etmektedirler. Oysa bu Keynesçi kurtuluş önlemleri paketlerini, kendileri, kendi ülkelerinde uygulamaktan şiddetle kaçınmaktadırlar.

BUNALIM YAYILIYOR
Kaldı ki Asya'daki bu bunalım geçici değildir ve sadece belli bir yöreye de ait değildir, dünyanın öteki bölgelerini daha şimdiden etkilemeye başlamıştır. Yaşanmakta olan, dünya kapitalist ekonomisinin bir bunalımıdır ve yerküre üzerindeki bütün  ekonomilere hızla yayılmaktadır.
İleri kapitalist ekonomilerdeki işçi sınıflarının daha yoğun bir şekilde sömürülmesi sonucu ortaya çıkan sermaye birikimi, küreselleşme süreci sonucunda, özellikle Asya gibi yarı-gelişmiş ekonomileri seçmişti. Buralarda yeni üretim kapasiteleri inşa edilmiş ve bu, günümüzde araba, bilgisayar ve diğer kesim mallarının aşırı bir miktarda üretimiyle sonuçlanmıştır. Buna paralel olarak, oluşan sermaye birikimi, emlak ve para alanında  spekülasyonu aşırı derecede pompalamıştır ki bu balon da, döviz bunalımı sırasında patlamıştır. 
Bazı yorumculara göre, Asya'daki bunalımın ilk dalgasının etkisiyle OECD ülkelerinin yurtiçi üretim hacimlerindeki gerileme, Asya ile olan ticaretin kaybedilmesi sonucu,  sadece % -0.5 olmuştur. Bu doğru olsa bile, Asya, Doğu Avrupa ve Latin Amerika'nın "yükselen pazarları"ndan, ileri kapitalist ülkelere spekülatif yatırım yapan sermayenin aniden geri çekilmesi olarak nitelendirilebilecek sermayenin bu "kaliteye kaçışı" ile meydana gelen istikrarsızlığın etkisinin hesaba katılmadığını göstermektedir. Dahası Asya bir tarafa, bir süreden beridir, ABD'de halen sürmekte olan iş hareketliliğinin sonunun yaklaşmakta olduğuna ilişkin işaretler vardır. Asya'daki bunalımın bitmesi bir yana, ileri ülkelerin ekonomileri üzerinde daha ciddi etkiler yapmaya başlamıştır. 
ABD ticaret açığı aniden fazlalaşmıştır. Asya'ya olan dış satımlar azalırken, dış alımlar artmaktadır. Mayıs 1998'deki açık, 15.8 milyar dolara yükselmiştir.  Chase Manhattan Bankası'nın baş iktisatçısı John Lipsky şöyle demektedir: "1998 yılı içinde ani bir düşüş gelecektir. Gayrı SafiYurtiçi Üretim 1997'deki %3.7'den her 3 ayda bir düşerek  %1.5 civarına inacektir."
Üretimdeki istihdam düşmektedir. Bu kuşkusuz Asya'ya yapılan dış satımın yitirilmesini  ve Asya'dan yapılan dış alımların artışını yansıtmaktadır. Üretim ve hizmet kesimlerindeki gerileme, işsizliğin artmasına ve işçi gelirlerinin azalmasına yol açmış ve tüketim harcamaları gerilemiştir. Bu da  her zamanki gibi iş hareketliliğinin sona erdiğini göstermektedir.
Tekellerin artan karları, 1989'dan beri ilk defa azalmaya başlamıştır. 1997'deki %10'luk büyüme 1998'in ilk çeyreğinde sadece %4 olmuştur. Karların azalması, çoğu borçlanma ile finanse edilen ABD'nin muazzam para ve emlak piyasası üzerinde ciddi etkiler yaratmaktadır. Ekonomik tahmin yapanlar tarafından görüşlerine çoğu kez önem verilmeyen ılımlı yorumcuların hepsi de, borsaların gerçek değerlerinden çok daha fazla değer kazanmış olduklarını ve bu şişirme durumun daha fazla gidemeyeceğini bilmektedirler. Belli bir noktadan sonra, azalan tekel karları,  hisse senetleri kavgasının durmasına yol açan temettü ödemeleri düzeyini artık yüksekte tutabilecek durumda değildir.

RUSYA'DAKİ BUNALIMIN ETKİLERİ
Bir süre önce Rusya'da yaşanan mali-ekonomik erime de, yeni Rus kapitalizminin "sanal" niteliğinin ne olduğunu ortaya koymuştur. Son zamanlara kadar birçok kapitalist yorumcunun öne sürdüğü gibi, Rusya'nın küresel büyümenin dinamik merkezi olduğu şeklindeki iddialar da boşa çıkmış ve pazarın sadece yağmacı-soyguncu baronların egemen olduğu vahşi bir orman olduğunu göstermiştir.Kendi kendilerini zenginleştirmek için acımasız bir kavga veren kapitalist Rus mafyası, eski Sovyetler Birliği'nde her türlü çarpıklığa rağmen oluşturulmuş olan muazzam insan, teknoloji ve doğa kaynaklarını çar-çur etmiştir.
Yaşanan mali çöküntü, temeldeki hastalığın ağır bir belirtisidir. Yavan Rus ekonomisi, son yıllarda oluşturulan borçlar yığınını ve parasal spekülasyonu kaldıracak durumda değildir. 1989'da eski merkezi planlamanın çökmesi ile başlayan felaket boyutlarındaki gerilemenin az da olsa düzelmesiyle yaşanan hafif ilerlemeden sonra, Rus işçi sınıfı, şimdi, felaket boyutlarında ekonomik ve sosyal bir çöküntü ile karşı karşıya kalmıştır. Ama siyasal bilinç sahibi işçilerin, ülke tarihini yoğun bir şekilde yeniden inceleyip, planlı ekonominin çarpık şeklinin neden çöktüğünü ortaya çıkaracakları ve demokratik sosyalist toplumun maddi temellerinin ancak sosyalist planlı ekonomi ile olası olduğunu anlayacakları günler pek de uzak olmamalıdır.

BUNALIMIN OLASI SONUÇLARI
Rusya'daki son bunalım, geçen yıl Asya döviz bunalımı ile başlayan dünya ekonomik bunalımının yeni bir aşamasını oluşturmaktadır. Küresel mali piyasalar mekanizmasının birbiriyle içiçe geçen yapısı nedeniyle, Rusya'daki çalkaltılar, sözümona "yükselen pazar" denen ülkelerdeki bunalımı daha da derinleştirecektir.
SSCB'deki çarpık rejimin çökmesi ardından gelen kapitalist pazar ekonomisinin, geri ekonomik mirası ortadan kaldırıp, Rusya ve Bağımsız Devletler Topluluğu'nun diğer ülkelerine büyüme ve kalkınma getireceği öne sürülmüştü. Ama pazar ekonomisinin asalak ve yıkıcı özelliği tam olarak ortaya çıkmıştır. Öne fırlamış sözümona yeni yatırımcı işadamlarından çoğu, birçok durumda ülkenin üretici gücünü geliştirme yerine, geriletmişlerdir. Bankalar, sanayiye sermaye akıtma yerine, daha çok sanayi sermayesini sifonlamışlar ve bu paraları, mafya kapitalistlerinin dış bankalardaki hesaplarına aktarmışlardır. Başlangıçta Rusya'nın ucuz emek gücünü ve doğal kaynaklarını sömürmeye niyetlenen Batılı çok uluslu tekellerin çoğu, şimdi, ya yatırımlarını geri çekmekte, ya da yatırım planlarını iptal etmektedirler.
Şimdiye kadar ABD, Almanya ve diğer G-7 ülkeleri Yeltsin'i hem siyasal, hem de ekonomik nedenlerden ötürü desteklemekteydiler. Ama şimdi, bunalıma müdahale edip, Rus hükümetinin yaşama şansı olmayan parasal politikalarını desteklemediler. Kaçınılmaz çöküntü ile yüzyüze kalan Yeltsin, yıl sonuna kadar ruble'de %35'lik bir devalüasyon yapacağını söyleyerek, özel kesimin yaklaşık 140 milyar dolara yükselmiş olan geri ödemelerine de 90 günlük bir moratoryum koydu.
Bu önlemlerin Rus ekonomisini bunalımdan kurtaracak ve istikrara kavuşturacak önlemler olduğunu ileri sürenler, sanal bir gerçeklik içerisinde yaşamaktadırlar. Çünkü yabancı yatırım ve banka kredilerinin akışı aniden durmuştur. Borç alarak bunalımdan çıkma yolu tıkanan Yeltsin hükümeti, hiç şüphe yok ki yeni ruble'ler basma yoluna gidecek ve artan enflasyon selini azdıracaktır. Devalüasyon da enflasyonu körükleyecektir. Ülke gıda ihtiyacının yarısından fazlasını dış alımla sağlayan Rusya, artan dış alım fiyatları nedeniyle, hayat pahalılığını hızla artıracaktır.
Rusya'nın 90 gün sonra borçlarını geri ödemeye başlayabileceğine inanan çok az Batılı maliyeci vardır. Rusya'nın bunu başaramamasının, dünya bankacılık ve parasal sistemi üzerinde muazzam etkileri olacaktır. En çok kaybedecek olan Alman bankaları olacaktır. Çünkü Rusya'dan alacakları, 30 milyar dolar kadardır. Gerçi bunun %60'ı Alman hükümeti tarafından güvence altına alınmıştır, ama yine de Rus borçlarının yaratacağı açığı Almanya ödemek durumunda kalacaktır.
Bazı yorumcular Rus bunalımının etkilerini küçümsemekte, ama yanılmaktadırlar. Çünkü toplam 140 milyar doları bulan Rus dış borçları, "yükselen pazarlar" ağında kullanılan "parasal enstrümanlar" arasında (krediler, borsalar, dövizler vd) büyük bir dilimi oluşturmaktadır. Dünyanın bir bölgesinde uluslararası spekülatörlerin uğrayacakları büyük kayıplar, diğer bir bölgesinde bu kayıpları gidermek için kitlesel hisse senedi satışlarına yol açabilir ve borsalar çökebilir.

SÖMÜRÜNÜN YENİ ŞEKLİ: BORÇLAR
Alınmış borçların geri ödenememesi sorunu, sadece Rusya'nın bir sorunu değildir. Birçok az gelişmiş ülke, eski sömürgeci ülke yöneticilerinin yerini almış olan Dünya Bankası iktisatçıları veya IMF danışmanlarının önerileri doğrultusunda yönlendirdikleri ekonomilerini düzlüğe çıkarmak yerine, daha da batağa saplamışlardır. Verilen mali yardım veya dış borçlar, sömürünün yeni şekilleri olarak bu ülkelerin belini doğrultamaz hale sokmuştur.
Son yapılan G-8 ülkeleri doruk toplantısı, muazzam borç yükü sorununu tartışmış, ama buna karşı hiçbir önlem getirememiştir. IMF ile Dünya Bankası'nın şampiyonluğunu yaptıkları "kemer sıkma önlemleri", az gelişmiş ve en yoksul ülke halklarını daha fazla acılar içine sürüklemektedir. Örneğin bir Afrika ülkesi olan Mali'de ortalama yaşam süren her bir kişi günde 50 peni'den az bir para ile "yaşamaktadır". Ama yine de, dünyanın en zengin ülkelerindeki bankacılara her biri 205 sterlin borçludur. Bu Mali için ne anlama gelmektedir? Yaşama süresi 43 yıldır. Nüfusun üçte ikisi içmek için temiz su bulamamaktadır ve kadınlar arasında okuma-yazma bilmeyenlerin oranı %80'dir.
Guardian gazetesinde bir makalesi yayımlanan Noam Chomsky, Endonezya'nın 80 milyon dolarlık dış borcunun %95'inin, sadece 50 kişiye ait olduğunu, geriye kalan 200 milyon Endonezyalının ise bu borçla bir bağı bulunmadığını ve getirilen IMF'in "kemer sıkma önlemleri"nden zarar görecek olanların da bu milyonlar olacağını belirtmekteydi:
"Borçta sorumluluk, borcu veren ve alanın omuzlarındadır, şeklindeki fikir artık eskimiştir. Alınan borç parayı, fabrika veya tarım işçileri, ya da gecekondularda yaşayanlar almamıştır. Ülke nüfusunun büyük bir kitlesi, alınan bu borç paradan herhangi bir yarar görmemiştir. Aslında nüfusun ezici çoğunluğu, bu borcun etkilerinden acı çekmektedir. Borcun geri ödenmesinin yükünü, Batı'daki vergi yükümlüleri ile onlar çekmektedir. Batık kredileri veren bankacılar veya kendi ülke zenginliklerini ele geçirerek, ülke dışına servet aktarıp, kendilerini zenginleştiren ekonominin ve askerlerin seçkinleri bu acıları çekmemektedirler."
Yoksulluk, açlık, ölüm ve kıtlık, doğal felaketler veya kader değildir. 20. yüzyılın sonunda dünya halklarını açlık ve safaletten kurtarmak, onlara insanca bir yaşam sağlamak, olanaksız bir görev değildir. Ama dünyamız, kapitalizmin boyunduruğu ve kar açlığı altında kaldığı sürece gelişmekte olan ülkelerdeki açlık, yoksulluk ve ölümlerin önü asla alınamaz.
Yoksulluk ve borç batağından kurtulmak, kapitalizme karşı mücadele ve sosyalist bir gelecek için verilecek kavgadan ayrı düşünülemez.   


("Yusuf Aydın" imzasıyla, Kıbrıs'ta Sosyalist Gerçek, Sayı:33, Ekim 1998)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder