14 Mayıs 2015 Perşembe

“SİYASAL EŞİTLİK” VE EMPERYALİZMİN PLANLARI


Kıbrıs sorununun, adanın İngiliz sömürge yönetiminden kurtulup, Yunanistan’a bağlanması için Kıbrıslı Rumlar tarafından başlatılan mücadelenin, yön değiştirip Rum-Türk çatışmasına dönüşmesi şeklinde geliştiği bilinmektedir.
İngiliz sömürge yönetiminin işbirlikçisi olan Kıbrıs Türk liderliğinin, Kıbrıslı Türkleri İngiliz sömürge yönetiminin yardımcı polis ve komandoları olarak kullandırarak, EOKA’cılara karşı öne sürmesi ve meydana gelen çatışmalarda öldürülmeleri, Türk Haberler Merkezi’ne yine Türk yeraltı örgütlerince bomba konulması, Gönyeli olayları gibi provokasyonlarla yeni Rum-Türk çatışmalarının yaratılması, bizi 1960 yılına getirmişti.

1960 yılında
İngiliz emperyalizminin, stratejik petrol bölgesinde Kıbrıs’ın bütününü bir üs olarak tutma yerine, ada üzerinde askeri üsler bulundurup, geriye kalan topraklara sözde bağımsızlık verme fikri uygulamaya konunca, nüfusun %18’ini oluşturan Kıbrıslı Türklerin yeni kurulan devlette %30 (hatta orduda %40), nüfusun %82’sini oluşturan Kıbrıslı Rumların da %70 oranında temsiliyeti söz konusu olmuştu.
Kıbrıslı Rumlar, gerçi adayı Yunanistan’a bağlayamamış, Kıbrıslı Türkler de adayı Türkiye ve Yunanistan arasında taksim etmeyi öngören emperyalizmin planını o günlerde uygulayamamışlardı, ama çoğunluk nüfusu oluşturan Kıbrıslı Rumlar, azınlığa verilen hakların fazla olduğu görüşünde ısrar etmişlerdi.
Geçenlerde Avrupa gazetesinde yazan Ahmet Ünal da “Ortaklık eşitlik” başlıklı bir yazısında şu görüşleri dile getirdi:
“Evet, 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken, %70-30 oranıyla (idi) bizim ortaklığımız. Yani “eşit ortağı” değildik Cumhuriyetin, küçük ortağıydık. Ha, eğer murat edilen ortaklıkta eşitlikseydi, bu yapılamamıştı...Sermayemiz, yani nüfus gücümüz o kadar olduğuna göre doğaldı yapılan. Doğal olmayan yapılan andlaşmada olmayan eşitliği varmış gibi göstermekti, göstermedir.” (23 Kasım 1997)
İngilizlerin “böl-yönet” formülünü uygulamasında belirleyici bir rol oynayan Kıbrıs Türk liderliği, 1963’de gündeme getirilen “Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’ndaki 13 maddenin” değiştirilmesi önerisine de karşı çıkarak, EOKA’cıların yeniden silaha sarılmasına yol açmıştı. 1964-1968 dönemi ardından başlatılan toplumlararası görüşmeler sürecinde sözkonusu 13 maddenin büyük bir kısmının değiştirilmesi gerçekleşmiş, geriye, yerel Kıbrıs Türk yönetimlerinin polis gücü bulundurup, bulundurmaması noktası kalmıştı.

1974 sonrasında
1974 yazında CIA’nin darbe-müdahale senaryosunun uygulanması ile Kıbrıs’ın taksimi NATO’nun Lizbon planı uyarınca gerçekleştirildikten sonra, yine Kıbrıs Türk liderliği “siyasal eşitlik” diye tutturmuş ve 1963’de taksimi uygulamak üzere terkettiği Kıbrıs Cumhuriyeti devletine sahip çıkan Kıbrıs Rum liderliği ile kendinin Türkiye’nin askeri işgali altında tuttuğu adanın %37’lik kuzey bölgesinde oluşturduğu “kukla devlet”çiğinin eşit tutulmasını talep edegelmiştir.
Yoğun beyin yıkama sonucu, en solcu geçinen Kıbrıslı Türklerin bile KC ile KKTC’nin “siyasi eşitlik”ini talep ettiği günümüzde, kurulacak Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin merkezi hükümetinde Kıbrıslı Türkler için %50 temsiliyet istenmektedir. Oysa ki, 1964’den beri BM ve uluslararası topluluk, Kıbrıslı Rum ve Türk toplumlarını eşit olarak kabul etmekte ve onlarla olan ilişkilerini bu çerçevede yürütmektedir. Öte yandan, 1960’da birlikte kurulan devlete sahip çıkan Kıbrıslı Rumları, haklı olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yasal temsilcisi olarak görmektedirler. Çünkü Kıbrıs Türk liderliği 1963’den günümüze kadar Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetlerini tanımayıp, ayrılıkçı bir politika güdmüş ve ortaklık devletine sahip çıkmayarak, haklarını ayrı devlet çatısı altında savunmayı pğolitikasının temel taşı yapmıştır. 1974 sonrasının işgal ortamında oluşturulan KTFD ve KKTC’nin ise uluslararası hukuka aykırı olduğu ve tanınmaması gerektiği, gerek BM, gerekse Avrupa Konseyi tarafından defalarca dile getirilmiştir.
Ada nüfusunun %18’ini (ki bugünkü kuzeyin sömürgeleştirilmesi politikaları sonucu Kıbrıslı Türklerin ada nüfusuna oranı %12’lere inmiştir) oluşturan bir toplumun liderliğinin, nüfusun %82’si ile yetki paylaşımında eşitlik talep etmesi ve bunda ısrarı, sorunun çözümlenmemesinde en önemli engellerden biri olmuştur. Bu talebin ardında, olabildiğince bağlantısız bir dış politika güdmekte olan ve henüz NATO üyesi yapılamamış olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin politikalarını emperyalizm adına denetim altında tutma emeli yatmaktadır.

İngiliz’in “eşitlik” formülü yine gündemde
16 Kasım 1997 tarihli Kıbrıs gazetesindeki “Söz Sizin” köşesinde çıkan ve “Orhun Aşıkoğlu-İstanbul” imzalı bir yazıda da, “Kıbrıs’a İngiliz formülü” başlığı altında, Ocak 1998’den itibaren AB dönem başkanlığını üstlenecek olan İngiltere’nin, Kıbrıs’ın AB’ye girmesi görüşmelerinde Kıbrıs Rum tarafının Kıbrıs Türk tarafına götüreceği herhangi ciddi bir önerin eşitlik konusunu dikkate alması önşartını koştuğuna değinilerek,  şunlar yazılmıştır:
“Benim burada üzerinde durmak istediğim, İngiliz yetkililerin “ciddi teklif”e ön şart koştukları “eşitlik” ilkesi. İngiltere bu teklifini aşağı yukarı kırk yıl gibi bir süre önce Kıbrıs’ta başgösteren sorunların çözümü için geliştirmiş ve 1960 yılında hazırlanan Kıbrıs Anayasası’na konmasında da başarılı olmuştu.”
Yazar daha sonra Radcliff Raporu’na atıfta bulunarak şöyle demektedir:
“İngiltere’nin halen, Kıbrıs’ta iki askeri üssü bulunmaktadır. Bütün bu dalaverelerin temel hedefi de bunu sağlamaktı zaten. Azınlık olan Türkleri Rumlarla eşit kıl, sonra da dön Rumlara “Ada sizin hakkınız. Burayı Türklere bırakmayınız!” telkinlerinde bulun.”
Kendisinin çağdaş ve aydın bir kişi olduğuna inandığını yazan Orhun Aşıkoğlu, doğru saptamalardan sonra, sözünü getirip, yanlış bir şekilde şöyle bağlamaktadır: “Kıbrıs’ta tek çözüm iki ayrı devlettir..İki devletin toprakları dışındaki bir üçüncü bölgede Kıbrıslı Türk ve Rumlar bir araya getirilirler ve gidişata göre tedricen bölgeleri büyütülerek gerekirse ileriki tarihlerde ortak bir devlet kurmaları imkanı sağlanır.”

Holbrook’un planında neler var?
Bilindiği gibi bir süredir, Kıbrıs’ın üçe (aslında İngiliz üs bölgeleriyle birlikte dörde) taksim edilmesini öngören bir ABD planının basında tanıtımı yapılmaktadır. Son olarak Yunanistan’ın etkili gazetelerinden Kathimerini de, ABD Başkanı Bill Clinton’un Kıbrıs Özel Temsilcisi Richard Holbrook’un, Kıbrıs’a yaptığı son temaslar sırasında üç bölgeli çözüm önerisini getirdiğini öne sürmüştür. Bizdeki Birlik gazetesinde yazan Fuat Nalcıoğlu da, 11 Kasım 1997 tarihli köşesinde, “3 Bölgeli Kıbrıs Haritası”nı yayımlamıştır. Gerçi gerek ABD, gerekse diğer taraflar, böyle bir planının varlığını her vesile ile yalanlamaktaysalar da, bu yayınlarla en azından kamuoyunun böylesi taksim planlarına alıştırılmasının amaçlandığı açıktır.
           
Amerikan Barışı (Pax Americana) neyi hedefliyor?
Holbrook’un ziyaretleri sırasında yine basında yer alan başka haberler, emperyalizmin “batmaz uçak gemisi olarak” gördüğü adamızla ilgili emelleri hakkında bize fikir vermektedir. Şu değerlendirmeler, Halkın Sesi gazetesinde yazan ve Kıbrıs Türk liderliğine yakın olan Şule Aker’e aittir:
“Kıbrıs’ta ise geçerli soru şudur. Eğer Kıbrıs Rum kesimi AB’ye üye olsaydı, ABD İngiliz üslerini şimdiki rahatlıkla kullanabilecek miydi? Bu sorular bizi pax Americana’nın üçüncü unsurunu anlamaya itiyor. ABD Kıbrıs’ta gerek NATO şemsiyesi altında, gerek uluslararası güç adı altında veya Geçitkale ABD üssü olarak bir askeri varlık bulundurmak niyetindedir. Bu şekilde, hem İsrail’e askeri haber alma konularında destek verecektir, hem de dünyanın bu stratejik noktasında etkinliğini perçinleyecek bir konuma gelecektir. Ancak böyle bir yenilik için bir uluslararası anlaşmaya gereksinim vardır. ABD durup oturduğu yerde askerlerini Kıbrıs’a indiremez. Ama Kıbrıs’ta iki taraf arasında varılacak bir anlaşma çerçevesinde ABD’nin güvenlik vs nedenleriyle adada bir miktar asker bulundurması kabul edilebilir. Böylece ABD’nin Kıbrıs’taki askeri varlığı yasallık kazanmış olur. Pax Americana’nın önemli bir unsuru olarak iki tarafa ve üçüncü ülkelere kabul ettirmek istenen sanırım bu askeri varlıktır.” (14 Kasım 1997)

Plandaki diğer hususlar
Aynı günlerde Milliyet gazetesinde emekli büyükelçi Şükrü Elekdağ tarafından açıklanan bir başka Holbrook Planı’ında ise şunlar belirtilmekteydi:
“Kıbrıs’ta iki siyasi varlığın birbirini tanıması ve ondan sonra bunların üçüncü devletler tarafından tanınmaları. Bayrak ve amblem taşımadan AB müzakerelerini yürütecek ve dönüşümlü başkanı olacak olan bir heyet teşkil edilmesi.”
Haberi aktaran Rumca Fileleftheros gazetesine göre, bu plan kısa bir süre için Kıbrıs Türk egemenliğinin tanınması ve iki bölgeli, iki toplumlu devlet oluşturulmasını da öngörüyor. Ayrıca merkezi hükümetin denetiminde, Rum ve Türklerin yerleşebileceği genişletilmiş bir ara bölge de içeriyor. Rauf Denktaş’ın “tanınma değil, kabul edilmeyi talep ediyoruz” şeklindeki sözlerine de yer verilen haberde, “Kıbrıs Türkleri, Londra-Bonn görüşlerine yaklaşarak, tanınma yerine kabul edilme şartını üretiyorlar” denilmektedir.

Askeri üsler hala daha çok önemli
Görüldüğü gibi, emperyalizmin ABD ve AB odakları, adamız üzerinde çok yönlü çıkarlara hizmet edecek, ama ada halkının bölünmüş kalmasını getirecek planlar üzerinde yol almak niyetindedirler. Türk tarafı ise, “Geçitkale Hava Alanı”nı elinde bir koz olarak kullanmaya devam etmektedir. NATO üyesi Yunanistan’a Baf’ta kurdurtulan hava üssü, NATO üyesi Türkiye’nin işgal altındaki Kıbrıs topraklarında kurduğu hava ve deniz üslerine dikkat çekmiştir. “Başbakan” Derviş Eroğlu’nun şu sözleri çok anlamlıdır:
“Rumların bu girişimi bizim de hava üssü, deniz üssü kurabileceğimizi gündeme getirmiştir. Zaten Geçitkale Hava Üssümüzün varlığı herkes tarafından bilinmektedir. (Pardon, bize onun, Ercan’ın yedeği olarak yapıldığını ve birkaç yıl öncesine kadar o amaçla kullanıldığını söylemekteydiniz!) Girne ve Gazi Mağusa limanına Türk Deniz Kuvvetlerine bağlı gemilerin her zaman gelebileceği dikkate alınırsa, Rumların bu hareketinin bir fayda sağlayacak veya Türk tarafına korku verecek hareketler olmadığı ortaya çıkar.” (Birlik, 18 Ekim 1997)

Güvenlik ABD’ye teslim
Üzerinde çok gürültü çıkarılan “güvenlik” konusunda ise ABD’li politikacının planları şöyle özetlenebilir:
“Üç bölgeden ikisinde, yani Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum bölgelerinde, NATO üyeleri olan Türkiye ve Yunanistan aynı sayıda asker bulundurmayı sürdürecekler. TC askerlerinin sayısının şimdikinin altına çekilmesi karşılığında, KKTC kendi ordusu takviye edilecek.
Adanın %6’lık bir bölümünü kapsayacak olan bugünün genişletilmiş ara bölgesinde BM askerlerinin gözetimi devam edecek, ancak bölgenin güvenliği, Bosna’da olduğu gibi çok uluslu NATO gücü tarafından sağlanacak. Ara bölgede çok uluslu NATO gücünün yanısıra ABD askeri de bulunacak. ABD bu sayede Ada’yı yakından gözleme ve “iç güvenliği” sağlama imkanı bulacak.
Yabancılar, hangi limandan geldiğine bakılmaksızın her üç bölgeyi de serbestçe dolaşabilecekler. Rumların Türk, Türklerin de Rum bölgesine geçişleri izne bağlı olurken, ara bölgeye geçişler serbest olacak.
1998 Şubat ayında Kıbrıs Rum kesiminde yapılacak olan Başkanlık seçimi ardından Kıbrıs’ta “gevşek” bir federasyon kurulacak ve federasyon her iki kesimin egemen eşitliğine dayanacak. Federasyonun kurulması ardından AB ile Kıbrıs arasında 5-6 yıl sürmesi beklenen görüşmeler süreci başlayacak...Yunanistan’ın Baf hava üssüne askeri uçak yerleştirmesine ve S-300’lere karşılık Türkiye, Geçitkale askeri hava üssüne kendi uçaklarını yerleştirecek. ABD’nin Türkiye ve KKTC’ye verdiği söz gerçekleştiği ve S-300 füzeleri Güney Kıbrıs’a yerleştirilmesdiği takdirde ise Türkiye diplomatik bir manevra yaparak Geçitkale’deki uçaklarını geri çekecek.

Maraş’ta kimin gözü var?
Planın imzalanması ardından beş yıl sürecek olan ikinci dönemde, Maraş açılacak, yeni yollar inşa edilecek, KKTC’nin ekonomik düzeyinin Rum kesimiyle eşitlenmesine çalışılacak.” (Avrupa, 21 Kasım 1997)
Rumca Mahi gazetesi, Clinton’un Kıbrıs Özel Temsilciliği yanında, First Boston Bank’ın da asbaşkanlığını yürütmekte olan Richard Holbrook’un denetimindeki bankacılık kuruluşlarının Maraş’ın alt yapı ve yeniden imarını üstlenecek olmaları nedeniyle büyük yatırımlar beklentisi içinde olduğunu  belirtmektedir. (aktaran Avrupa, 19 Kasım 1997)

Amaç taksimi kalıcılaştırmak
Görüldüğü gibi, 1960’dan beri bağlantısız bir dış politika güden Kıbrıs Cumhuriyeti devleti, iktidarın bölüşümüne yönetsel olarak Kıbrıslı Türklerin de katılacağı yeniden yapılanma sürecinde, Aralık 1963’den beri çalışmayan fonksiyonel federatif yapıdan, “gevşek federal” yapıya geçerken, 1974’de askeri zora dayalı olarak gerçekleştirilen adanın taksimi de jure hale getirilecektir.

Kıbrıs Türk muhalefeti ne yapıyor?
Bizdeki sözümona muhalefet partileri, ne yazık ki, hem toplumumuzun, hem de adamızın geleceğini büyük ölçüde etkileyecek olan bu planlar hakkında herhangi bir görüş dile getirmemişlerdir. TC’nin her kendi çıkarlarını gözeterek yaptıklarına ses çıkarmayıp, dolaylı da olsa onay veren, toplum olarak kendi ayrı kişiliğimizin ayaklar altına alınması karşısında “sin da gulle geçsin” politikası güden, gün geçtikçe planlı olarak eritilen Kıbrıslı Türk nüfusun yerini Türkiyeli nüfusun alması karşısında, hiçbir ciddi  tepki koymayan, Eğitim ve Kültür Bakanı Günay Caymaz’ın bile, Albay Vural Berkay’ın askeri tatbikat sırasında “seken bir kurşun”la ölmesi olayı ile ilgili olarak atv’ye verdiği bir demeç üzerine (“Mermi sekmesi olamaz, atılan dom-dom kurşunu idi, biz mücahitlik yaptık biliriz” diyerek, ilk defa Anadolu Ajansı muhabirinin askeri kaynaklara atfen öne sürdüğü suikast olasılığını desteklemişti), Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Mehmet Ali Yalçın tarafından “Görevi olmadığı halde her şeye burnunu sokuyor. Basına çok iyi bilgi veriyor” şeklinde aşağılanması ve bunun üzerine baygınlık geçirmesi olayını da (bak.Sabah, 8 Kasım 1997) suskunlukla geçiren, her türlü dış karışmaya onay verip, “gün gitsin-para gelsin, beni sokmayan yılan bin yaşasın” zihniyetini sürdüren bu siyasal güçler, en az iktidardaki işbirlikçiler kadar suçludurlar.

Anti-emperyalist güçbirliği kaçınılmazdır               
Emperyalizmi adamızın her yanından silahları, askerleri ve üsleri ile uzaklaştırılıp, onların, işbirlikçileri eliyle yıllardır sebatla yürütmeye çalıştıkları taksimci planlarını  etkisizleştirmeden, Kıbrıs’ımıza huzur ve gerçek barışın gelmesi olanak dışıdır. Onun için bir an önce, Rum ve Türk Kıbrıslılar olarak halk güçlerimizin anti-emperyalist birliğini sağlamalıyız. Yitirilen her gün, davamızın kazanılmasını geciktirmektedir. İkircikli davranışlara son verilmelidir. Tarihsel sorumluluğun bilincinde olarak göreve sarılma zamanı geçmek üzeredir.     


(“H.Karlıdağ” imzasıyla, Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek dergisi, Sayı:23, Aralık 1997)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder