Kıbrıs sorununun, adanın İngiliz
sömürge yönetiminden kurtulup, Yunanistan’a bağlanması için Kıbrıslı Rumlar
tarafından başlatılan mücadelenin, yön değiştirip Rum-Türk çatışmasına
dönüşmesi şeklinde geliştiği bilinmektedir.
İngiliz sömürge yönetiminin
işbirlikçisi olan Kıbrıs Türk liderliğinin, Kıbrıslı Türkleri İngiliz sömürge
yönetiminin yardımcı polis ve komandoları olarak kullandırarak, EOKA’cılara
karşı öne sürmesi ve meydana gelen çatışmalarda öldürülmeleri, Türk Haberler
Merkezi’ne yine Türk yeraltı örgütlerince bomba konulması, Gönyeli olayları
gibi provokasyonlarla yeni Rum-Türk çatışmalarının yaratılması, bizi 1960
yılına getirmişti.
1960 yılında
İngiliz emperyalizminin,
stratejik petrol bölgesinde Kıbrıs’ın bütününü bir üs olarak tutma yerine, ada
üzerinde askeri üsler bulundurup, geriye kalan topraklara sözde bağımsızlık
verme fikri uygulamaya konunca, nüfusun %18’ini oluşturan Kıbrıslı Türklerin
yeni kurulan devlette %30 (hatta orduda %40), nüfusun %82’sini oluşturan
Kıbrıslı Rumların da %70 oranında temsiliyeti söz konusu olmuştu.
Kıbrıslı Rumlar, gerçi adayı
Yunanistan’a bağlayamamış, Kıbrıslı Türkler de adayı Türkiye ve Yunanistan
arasında taksim etmeyi öngören emperyalizmin planını o günlerde
uygulayamamışlardı, ama çoğunluk nüfusu oluşturan Kıbrıslı Rumlar, azınlığa
verilen hakların fazla olduğu görüşünde ısrar etmişlerdi.
Geçenlerde Avrupa gazetesinde
yazan Ahmet Ünal da “Ortaklık eşitlik” başlıklı bir yazısında şu görüşleri dile
getirdi:
“Evet, 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti
kurulurken, %70-30 oranıyla (idi) bizim ortaklığımız. Yani “eşit ortağı”
değildik Cumhuriyetin, küçük ortağıydık. Ha, eğer murat edilen ortaklıkta
eşitlikseydi, bu yapılamamıştı...Sermayemiz, yani nüfus gücümüz o kadar
olduğuna göre doğaldı yapılan. Doğal olmayan yapılan andlaşmada olmayan
eşitliği varmış gibi göstermekti, göstermedir.” (23 Kasım 1997)
İngilizlerin “böl-yönet”
formülünü uygulamasında belirleyici bir rol oynayan Kıbrıs Türk liderliği,
1963’de gündeme getirilen “Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’ndaki 13 maddenin”
değiştirilmesi önerisine de karşı çıkarak, EOKA’cıların yeniden silaha
sarılmasına yol açmıştı. 1964-1968 dönemi ardından başlatılan toplumlararası
görüşmeler sürecinde sözkonusu 13 maddenin büyük bir kısmının değiştirilmesi
gerçekleşmiş, geriye, yerel Kıbrıs Türk yönetimlerinin polis gücü bulundurup,
bulundurmaması noktası kalmıştı.
1974 sonrasında
1974 yazında CIA’nin
darbe-müdahale senaryosunun uygulanması ile Kıbrıs’ın taksimi NATO’nun Lizbon
planı uyarınca gerçekleştirildikten sonra, yine Kıbrıs Türk liderliği “siyasal
eşitlik” diye tutturmuş ve 1963’de taksimi uygulamak üzere terkettiği Kıbrıs
Cumhuriyeti devletine sahip çıkan Kıbrıs Rum liderliği ile kendinin Türkiye’nin
askeri işgali altında tuttuğu adanın %37’lik kuzey bölgesinde oluşturduğu
“kukla devlet”çiğinin eşit tutulmasını talep edegelmiştir.
Yoğun beyin yıkama sonucu, en
solcu geçinen Kıbrıslı Türklerin bile KC ile KKTC’nin “siyasi eşitlik”ini talep
ettiği günümüzde, kurulacak Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin merkezi hükümetinde
Kıbrıslı Türkler için %50 temsiliyet istenmektedir. Oysa ki, 1964’den beri BM
ve uluslararası topluluk, Kıbrıslı Rum ve Türk toplumlarını eşit olarak kabul
etmekte ve onlarla olan ilişkilerini bu çerçevede yürütmektedir. Öte yandan,
1960’da birlikte kurulan devlete sahip çıkan Kıbrıslı Rumları, haklı olarak
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yasal temsilcisi olarak görmektedirler. Çünkü Kıbrıs
Türk liderliği 1963’den günümüze kadar Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetlerini tanımayıp,
ayrılıkçı bir politika güdmüş ve ortaklık devletine sahip çıkmayarak, haklarını
ayrı devlet çatısı altında savunmayı pğolitikasının temel taşı yapmıştır. 1974
sonrasının işgal ortamında oluşturulan KTFD ve KKTC’nin ise uluslararası hukuka
aykırı olduğu ve tanınmaması gerektiği, gerek BM, gerekse Avrupa Konseyi
tarafından defalarca dile getirilmiştir.
Ada nüfusunun %18’ini (ki bugünkü
kuzeyin sömürgeleştirilmesi politikaları sonucu Kıbrıslı Türklerin ada nüfusuna
oranı %12’lere inmiştir) oluşturan bir toplumun liderliğinin, nüfusun %82’si
ile yetki paylaşımında eşitlik talep etmesi ve bunda ısrarı, sorunun
çözümlenmemesinde en önemli engellerden biri olmuştur. Bu talebin ardında,
olabildiğince bağlantısız bir dış politika güdmekte olan ve henüz NATO üyesi
yapılamamış olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin politikalarını emperyalizm adına
denetim altında tutma emeli yatmaktadır.
İngiliz’in “eşitlik” formülü yine gündemde
16 Kasım 1997 tarihli Kıbrıs
gazetesindeki “Söz Sizin” köşesinde çıkan ve “Orhun Aşıkoğlu-İstanbul” imzalı
bir yazıda da, “Kıbrıs’a İngiliz formülü” başlığı altında, Ocak 1998’den
itibaren AB dönem başkanlığını üstlenecek olan İngiltere’nin, Kıbrıs’ın AB’ye
girmesi görüşmelerinde Kıbrıs Rum tarafının Kıbrıs Türk tarafına götüreceği
herhangi ciddi bir önerin eşitlik konusunu dikkate alması önşartını koştuğuna
değinilerek, şunlar yazılmıştır:
“Benim burada üzerinde durmak
istediğim, İngiliz yetkililerin “ciddi teklif”e ön şart koştukları “eşitlik”
ilkesi. İngiltere bu teklifini aşağı yukarı kırk yıl gibi bir süre önce
Kıbrıs’ta başgösteren sorunların çözümü için geliştirmiş ve 1960 yılında
hazırlanan Kıbrıs Anayasası’na konmasında da başarılı olmuştu.”
Yazar daha sonra Radcliff
Raporu’na atıfta bulunarak şöyle demektedir:
“İngiltere’nin halen, Kıbrıs’ta
iki askeri üssü bulunmaktadır. Bütün bu dalaverelerin temel hedefi de bunu
sağlamaktı zaten. Azınlık olan Türkleri Rumlarla eşit kıl, sonra da dön Rumlara
“Ada sizin hakkınız. Burayı Türklere bırakmayınız!” telkinlerinde bulun.”
Kendisinin çağdaş ve aydın bir
kişi olduğuna inandığını yazan Orhun Aşıkoğlu, doğru saptamalardan sonra,
sözünü getirip, yanlış bir şekilde şöyle bağlamaktadır: “Kıbrıs’ta tek çözüm
iki ayrı devlettir..İki devletin toprakları dışındaki bir üçüncü bölgede
Kıbrıslı Türk ve Rumlar bir araya getirilirler ve gidişata göre tedricen
bölgeleri büyütülerek gerekirse ileriki tarihlerde ortak bir devlet kurmaları
imkanı sağlanır.”
Holbrook’un planında neler var?
Bilindiği gibi bir süredir,
Kıbrıs’ın üçe (aslında İngiliz üs bölgeleriyle birlikte dörde) taksim
edilmesini öngören bir ABD planının basında tanıtımı yapılmaktadır. Son olarak
Yunanistan’ın etkili gazetelerinden Kathimerini de, ABD Başkanı Bill Clinton’un
Kıbrıs Özel Temsilcisi Richard Holbrook’un, Kıbrıs’a yaptığı son temaslar
sırasında üç bölgeli çözüm önerisini getirdiğini öne sürmüştür. Bizdeki Birlik
gazetesinde yazan Fuat Nalcıoğlu da, 11 Kasım 1997 tarihli köşesinde, “3
Bölgeli Kıbrıs Haritası”nı yayımlamıştır. Gerçi gerek ABD, gerekse diğer
taraflar, böyle bir planının varlığını her vesile ile yalanlamaktaysalar da, bu
yayınlarla en azından kamuoyunun böylesi taksim planlarına alıştırılmasının
amaçlandığı açıktır.
Amerikan Barışı (Pax Americana) neyi hedefliyor?
Holbrook’un ziyaretleri sırasında
yine basında yer alan başka haberler, emperyalizmin “batmaz uçak gemisi olarak”
gördüğü adamızla ilgili emelleri hakkında bize fikir vermektedir. Şu
değerlendirmeler, Halkın Sesi gazetesinde yazan ve Kıbrıs Türk liderliğine
yakın olan Şule Aker’e aittir:
“Kıbrıs’ta ise geçerli soru
şudur. Eğer Kıbrıs Rum kesimi AB’ye üye olsaydı, ABD İngiliz üslerini şimdiki
rahatlıkla kullanabilecek miydi? Bu sorular bizi pax Americana’nın üçüncü
unsurunu anlamaya itiyor. ABD Kıbrıs’ta gerek NATO şemsiyesi altında, gerek
uluslararası güç adı altında veya Geçitkale ABD üssü olarak bir askeri varlık
bulundurmak niyetindedir. Bu şekilde, hem İsrail’e askeri haber alma
konularında destek verecektir, hem de dünyanın bu stratejik noktasında
etkinliğini perçinleyecek bir konuma gelecektir. Ancak böyle bir yenilik için
bir uluslararası anlaşmaya gereksinim vardır. ABD durup oturduğu yerde
askerlerini Kıbrıs’a indiremez. Ama Kıbrıs’ta iki taraf arasında varılacak bir
anlaşma çerçevesinde ABD’nin güvenlik vs nedenleriyle adada bir miktar asker
bulundurması kabul edilebilir. Böylece ABD’nin Kıbrıs’taki askeri varlığı
yasallık kazanmış olur. Pax Americana’nın önemli bir unsuru olarak iki tarafa
ve üçüncü ülkelere kabul ettirmek istenen sanırım bu askeri varlıktır.” (14
Kasım 1997)
Plandaki diğer hususlar
Aynı günlerde Milliyet
gazetesinde emekli büyükelçi Şükrü Elekdağ tarafından açıklanan bir başka
Holbrook Planı’ında ise şunlar belirtilmekteydi:
“Kıbrıs’ta iki siyasi varlığın
birbirini tanıması ve ondan sonra bunların üçüncü devletler tarafından tanınmaları.
Bayrak ve amblem taşımadan AB müzakerelerini yürütecek ve dönüşümlü başkanı
olacak olan bir heyet teşkil edilmesi.”
Haberi aktaran Rumca
Fileleftheros gazetesine göre, bu plan kısa bir süre için Kıbrıs Türk
egemenliğinin tanınması ve iki bölgeli, iki toplumlu devlet oluşturulmasını da
öngörüyor. Ayrıca merkezi hükümetin denetiminde, Rum ve Türklerin
yerleşebileceği genişletilmiş bir ara bölge de içeriyor. Rauf Denktaş’ın
“tanınma değil, kabul edilmeyi talep ediyoruz” şeklindeki sözlerine de yer verilen
haberde, “Kıbrıs Türkleri, Londra-Bonn görüşlerine yaklaşarak, tanınma yerine
kabul edilme şartını üretiyorlar” denilmektedir.
Askeri üsler hala daha çok önemli
Görüldüğü gibi, emperyalizmin ABD
ve AB odakları, adamız üzerinde çok yönlü çıkarlara hizmet edecek, ama ada
halkının bölünmüş kalmasını getirecek planlar üzerinde yol almak
niyetindedirler. Türk tarafı ise, “Geçitkale Hava Alanı”nı elinde bir koz
olarak kullanmaya devam etmektedir. NATO üyesi Yunanistan’a Baf’ta kurdurtulan
hava üssü, NATO üyesi Türkiye’nin işgal altındaki Kıbrıs topraklarında kurduğu
hava ve deniz üslerine dikkat çekmiştir. “Başbakan” Derviş Eroğlu’nun şu
sözleri çok anlamlıdır:
“Rumların bu girişimi bizim de
hava üssü, deniz üssü kurabileceğimizi gündeme getirmiştir. Zaten Geçitkale
Hava Üssümüzün varlığı herkes tarafından bilinmektedir. (Pardon, bize onun,
Ercan’ın yedeği olarak yapıldığını ve birkaç yıl öncesine kadar o amaçla
kullanıldığını söylemekteydiniz!) Girne ve Gazi Mağusa limanına Türk Deniz
Kuvvetlerine bağlı gemilerin her zaman gelebileceği dikkate alınırsa, Rumların
bu hareketinin bir fayda sağlayacak veya Türk tarafına korku verecek hareketler
olmadığı ortaya çıkar.” (Birlik, 18 Ekim 1997)
Güvenlik ABD’ye teslim
Üzerinde çok gürültü çıkarılan
“güvenlik” konusunda ise ABD’li politikacının planları şöyle özetlenebilir:
“Üç bölgeden ikisinde, yani
Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum bölgelerinde, NATO üyeleri olan Türkiye ve Yunanistan
aynı sayıda asker bulundurmayı sürdürecekler. TC askerlerinin sayısının
şimdikinin altına çekilmesi karşılığında, KKTC kendi ordusu takviye edilecek.
Adanın %6’lık bir bölümünü kapsayacak olan bugünün
genişletilmiş ara bölgesinde BM askerlerinin gözetimi devam edecek, ancak
bölgenin güvenliği, Bosna’da olduğu gibi çok uluslu NATO gücü tarafından
sağlanacak. Ara bölgede çok uluslu NATO gücünün yanısıra ABD askeri de
bulunacak. ABD bu sayede Ada’yı yakından gözleme ve “iç güvenliği” sağlama
imkanı bulacak.
Yabancılar, hangi limandan
geldiğine bakılmaksızın her üç bölgeyi de serbestçe dolaşabilecekler. Rumların
Türk, Türklerin de Rum bölgesine geçişleri izne bağlı olurken, ara bölgeye
geçişler serbest olacak.
1998 Şubat ayında Kıbrıs Rum
kesiminde yapılacak olan Başkanlık seçimi ardından Kıbrıs’ta “gevşek” bir
federasyon kurulacak ve federasyon her iki kesimin egemen eşitliğine dayanacak.
Federasyonun kurulması ardından AB ile Kıbrıs arasında 5-6 yıl sürmesi beklenen
görüşmeler süreci başlayacak...Yunanistan’ın Baf hava üssüne askeri uçak
yerleştirmesine ve S-300’lere karşılık Türkiye, Geçitkale askeri hava üssüne
kendi uçaklarını yerleştirecek. ABD’nin Türkiye ve KKTC’ye verdiği söz
gerçekleştiği ve S-300 füzeleri Güney Kıbrıs’a yerleştirilmesdiği takdirde ise
Türkiye diplomatik bir manevra yaparak Geçitkale’deki uçaklarını geri çekecek.
Maraş’ta kimin gözü var?
Planın imzalanması ardından beş
yıl sürecek olan ikinci dönemde, Maraş açılacak, yeni yollar inşa edilecek,
KKTC’nin ekonomik düzeyinin Rum kesimiyle eşitlenmesine çalışılacak.” (Avrupa,
21 Kasım 1997)
Rumca Mahi gazetesi, Clinton’un
Kıbrıs Özel Temsilciliği yanında, First Boston Bank’ın da asbaşkanlığını
yürütmekte olan Richard Holbrook’un denetimindeki bankacılık kuruluşlarının
Maraş’ın alt yapı ve yeniden imarını üstlenecek olmaları nedeniyle büyük
yatırımlar beklentisi içinde olduğunu
belirtmektedir. (aktaran Avrupa, 19 Kasım 1997)
Amaç taksimi kalıcılaştırmak
Görüldüğü gibi, 1960’dan beri
bağlantısız bir dış politika güden Kıbrıs Cumhuriyeti devleti, iktidarın
bölüşümüne yönetsel olarak Kıbrıslı Türklerin de katılacağı yeniden yapılanma sürecinde,
Aralık 1963’den beri çalışmayan fonksiyonel federatif yapıdan, “gevşek federal”
yapıya geçerken, 1974’de askeri zora dayalı olarak gerçekleştirilen adanın
taksimi de jure hale getirilecektir.
Kıbrıs Türk muhalefeti ne yapıyor?
Bizdeki sözümona muhalefet
partileri, ne yazık ki, hem toplumumuzun, hem de adamızın geleceğini büyük
ölçüde etkileyecek olan bu planlar hakkında herhangi bir görüş dile
getirmemişlerdir. TC’nin her kendi çıkarlarını gözeterek yaptıklarına ses
çıkarmayıp, dolaylı da olsa onay veren, toplum olarak kendi ayrı kişiliğimizin
ayaklar altına alınması karşısında “sin da gulle geçsin” politikası güden, gün
geçtikçe planlı olarak eritilen Kıbrıslı Türk nüfusun yerini Türkiyeli nüfusun
alması karşısında, hiçbir ciddi tepki
koymayan, Eğitim ve Kültür Bakanı Günay Caymaz’ın bile, Albay Vural Berkay’ın
askeri tatbikat sırasında “seken bir kurşun”la ölmesi olayı ile ilgili olarak
atv’ye verdiği bir demeç üzerine (“Mermi sekmesi olamaz, atılan dom-dom kurşunu
idi, biz mücahitlik yaptık biliriz” diyerek, ilk defa Anadolu Ajansı
muhabirinin askeri kaynaklara atfen öne sürdüğü suikast olasılığını
desteklemişti), Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Mehmet Ali
Yalçın tarafından “Görevi olmadığı halde her şeye burnunu sokuyor. Basına çok
iyi bilgi veriyor” şeklinde aşağılanması ve bunun üzerine baygınlık geçirmesi
olayını da (bak.Sabah, 8 Kasım 1997) suskunlukla geçiren, her türlü dış
karışmaya onay verip, “gün gitsin-para gelsin, beni sokmayan yılan bin yaşasın”
zihniyetini sürdüren bu siyasal güçler, en az iktidardaki işbirlikçiler kadar
suçludurlar.
Anti-emperyalist güçbirliği kaçınılmazdır
Emperyalizmi adamızın her
yanından silahları, askerleri ve üsleri ile uzaklaştırılıp, onların,
işbirlikçileri eliyle yıllardır sebatla yürütmeye çalıştıkları taksimci
planlarını etkisizleştirmeden,
Kıbrıs’ımıza huzur ve gerçek barışın gelmesi olanak dışıdır. Onun için bir an
önce, Rum ve Türk Kıbrıslılar olarak halk güçlerimizin anti-emperyalist
birliğini sağlamalıyız. Yitirilen her gün, davamızın kazanılmasını
geciktirmektedir. İkircikli davranışlara son verilmelidir. Tarihsel
sorumluluğun bilincinde olarak göreve sarılma zamanı geçmek üzeredir.
(“H.Karlıdağ”
imzasıyla, Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek dergisi, Sayı:23, Aralık 1997)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder